Home / Makaleler / Rusya’da Parti-İçi Savaşımın Tarihsel Anlamı Viladimir İliç Lenin

Rusya’da Parti-İçi Savaşımın Tarihsel Anlamı Viladimir İliç Lenin

YUKARDAKİ başlığın işaret ettiği konuya, Trotski ve Martov, Neue Zeit,[60] n° 50 ve 51’deki yazılarında değiniyorlar. Martov, menşevik görüşleri açıklıyor. Trotski, özellikle tumturaklı sözlerin ardına gizlenerek menşeviklerin dümen suyunda gidiyor Martov. “Rus deneyimi”ni şöyle özetliyor. “Blankici ve anarşist kültür eksikliği, marksist kültür üzerinde utku kazandı” (kastı: menşevizm üzerinde bolşevizm) “Avrupa’nın genel” taktik yöntemlerinin tersine, “Rus sosyal-demokrasisi gayretkeşlik ölçüsünde Rusça konuşuyor.” Trotski’nin “tarih felsefesi” de aynı. Savaşımın nedeni “marksist aydınlar tabakasının, proletaryanın sınıf hareketine uyarlanması”dır. “Sekterlik, aydınca bireycilik, ideolojik fetişizm” ön sıraya çıkarılmış bulunuyor “Siyasal yönden olgunlaşmamış proletaryayı etkileme savaşımı” – işte sorunun özü. (sayfa 122)

I

Bolşevizmle menşevizm arasındaki savaşımın, olgunlaşmamış bir proletarya üzerinde etkinlik kazanma savaşımı olduğuna ilişkin teori yeni değildir. Birçok kitapta, broşürde,liberal basındaki yazılarda (1903’ten bu yana değilse bile) 1905’ten beri bu görüşle karşılaşmaktayız. Martov’la Trotski, Alman yoldaşların önüne, marksist bir kılıf geçirdikleri liberal görüşleri koyuyorlar.

Batı Avrupa proletaryasına bakışla Rus proletaryasının siyasal yönden çok daha az olgun olduğuna hiç kuşku yok. Ama Rus toplumundaki tüm sınıflar arasında, 1905-1907’de en büyük siyasal olgunluğu gösteren de proletarya oldu. Alçakça, korkakça, aptalca ve 1848’de Alman burjuvazisinin yaptığı gibi haince davranan Rus liberal burjuvazisi, Rus proletaryasından nefret ediyor. Bunun nedeni, Rus proletaryasının, hareketin önderliğini bu burjuvazinin elinden koparıp alacak ve liberallerin ihanetini insafsızca ortaya koyacak yeterlikte siyasal olgunlukta olduğunu 1905’te kanıtlamasıdır.

Trotski ilan ediyor: Menşevizmin ve bolşevizmin, diyor, “proletaryanın derinliklerinde kök saldıklarını” düşünmek, “bir hayaldir”. Bu, Trotski’nin ustası olduğu, yankı yapıcı ama boş sözlere iyi bir örnektir. Bolşeviklerle menşevikler arasındaki ayrılığın kökleri “proletaryanın derinliklerinde” değil, ama Rus devriminin iktisadi içeriğinde yatıyor. Bu içeriği görmezlikten geldikleri için Martov’la Trotski, Rusya’daki parti-içi savaşımın tarihsel anlamını kavrama olasılığından, kendilerini yoksun bırakmaktalar. Sorunun özü, ayrılıkların teorik ifadesinin proletaryanın şu ya da bu katına “derinden” işleyip işlemediği değildir. Sorunun özü, 1905 devriminin iktisadi koşullarının, proletaryayı liberal burjuvaziyle, sadece işçilerin gündelik yaşam koşullarını iyileştirme sorununda değil, ama aynı zamanda tarım sorununda, devrimin bütün siyasal sorunlarında, vb. düşmanca ilişkiler içine soktuğu gerçeğidir. “Sekterlik” gibi, “kültür eksikliği” gibi etiketler dağıtarak Rus devrimindeki eğilimlerin savaşımından dem vurmak, ama proletaryanın, liberal burjuvazinin ve demokratik köylü yığınlarının temel iktisadi çıkarları hakkında tek söz söylememek, ucuz gazetecilerin düzeyine (sayfa 123) düşmek demektir.

İşte bir örnek: “Batı Avrupa’nın tümünde” diye yazıyor Martov, “köylü yığınlarının, kapitalist devrimin tarımdaki ciddi sonuçlarını duymaya başladıkları ölçüde [proletarya ile] ittifak yapmaya elverişli oldukları kabul edilir. Ne var ki Rusya’da, kapitalizmin ‘eğitsel’ etkisini henüz ya hiç hissetmemiş ya da çok az hissetmiş, bu nedenle de kapitalist burjuvazinin okulundan henüz geçmemiş olan yüz milyon köylüyle kaynaşıp birleşen sayıca zayıf bir proletarya tablosu çizilmektedir.”

Bu, Martov’un bir kalem sürçmesi değildir. Menşevikliğin bütün fikirlerinin ana noktası budur. Rusya’da Potresov, Martov ve Maslov’un editörlüğü altında yayınlanmakta olan Rus devriminin oportünist tarihi (20. Yüzyılın Başında Rusya’da Toplumsal Hareket) başından sonuna bu tür düşüncelerle doludur. Menşevik Maslov, bu “yapıt”ı bir çeşit derleyip toparladığı ve özetlediği yazısında, bu düşünceleri şu sözlerle daha canlı biçimde dile getirmektedir: “Proletaryanın ve köylünün diktatörlüğüyle, iktisadi gelişmenin tuttuğu yol, başından sonuna kadar birbirine ters düşer.” İşte bolşevizmle menşevizm arasındaki ayrılıkların kökünün aranması gereken yer tam burasıdır.

Martov, kapitalizm okulunun yerine kapitalist burjuvazinin okulunu koymuştur. (Yeryüzünde kapitalist burjuvaziden başka bir burjuvazi olmadığını ayraç içinde belirtelim.) Kapitalizm okuluyla kastedilen şey ne? Bununla kastedilen şey, kapitalizmin köylüleri köysel yaşamın bönlüğünden çekip çıkardığı, uyandırdığı ve savaşmaya zorladığıdır. “Kapitalist burjuvazi” okuluyla kastedilen şey ne? Bununla kastedilen şey, “1848 Alman burjuvazisinin, en doğal müttefiki olan … ve onlar olmaksızın soylular karşısında güçsüz kalacağı köylülere, en ufak iç sızısı duymaksızın ihanet etmesidir” (Karl Marx, 29 Temmuz 1848 tarihli Neue Rheinische Zeitung’ta[61]). Bunun anlamı Rus liberal burjuvazisinin, 1905-1907’de inatla ve düzenli olarak köylüye ihanet etmesidir, savaşan köylülere karşı toprak sahipleriyle çarlığın yanına geçmesidir, köylü savaşımının gelişme yoluna doğrudan doğruya engeller koymasıdır.

Martov, köylülerin kapitalizm tarafından “eğitilmesi”ne ilişkin “marksist” çarpıcı sözlerin gerisine sığınarak, (sayfa 124) (soylulara karşı, devrimci bir biçimde çarpışan) köylüleri, (soyluların yanında yer alıp köylülere ihanet eden) liberallerin “eğitmesini savunuyor.

Bu, marksizmin yerine liberalizmi koymaktır. Bu, marksist sözlerle süslenmiş liberalizmdir. Bebel’in Magdeburg’da, sosyal-demokratlar arasında ulusal liberallerin bulunduğuna ilişkin sözleri, sadece Almanya için doğru olan sözler sayılmamalıdır.

Bir noktayı daha belirtmek gerekiyor: Rus liberalizminin ideolojik önderlerinin çoğu, Alman yazınıyla yetişmişlerdir. Bunlar Rusya’ya, “kapitalizm okulu”nu tanıyan, ama devrimci sınıf savaşımı okulunu tanımayan Brentano ve Sombart türü bir “marksizm”i bile bile aktarmaya çalışıyorlar. Rusya’da, Struve, Bulgakov, Frank, İzgoyev ve şürekası gibi bütün karşı-devrimci liberaller, benzer “marksist” sözleri gösterişle savurmaktalar.

Martov, feodalizme karşı köylü ayaklanmaları çağının Rusyası’nı, feodalizme uzun süre önce son vermiş olan “Batı Avrupa” ile karşılaştırıyor. Bu, tarihsel perspektifi şaşılacak ölçüde çarpıtmak demektir. “Batı Avrupa’nın tümünde”, programı “taşınmaz mallara elkonması[62] dahil olmak üzere köylünün devrimci eylemlerini destekleme” isteğini içeren bir sosyalist var mı acaba? Hayır yok. “Batı Avrupa’nın tümünde” sosyalistler, toprak sahipleri konusunda küçük mülk sahiplerinin büyük toprak sahiplerine karşı savaşını hiç de desteklemiyorlar. Fark nerede? “Batı Avrupa’nın tümünde”, özellikle burjuva tarım ilişkileri dahil olmak üzere burjuva düzeninin çok önce kurulmuş ve biçimlenmiş olmasına karşılık, Rusya’da bu burjuva düzeninin nasıl bir biçim alacağı sorunu üzerinde bir devrimin yer almakta olması gerçeğinde. Fark burada. Martov, belli bir sorun üzerindeki devrimci çatışmalar dönemini, o sorun çoktan çözüldüğü için bu tür devrimci çatışmaları kapsamayan dönemlerle karşılaştıran liberallerin havı dökülüp yıpranmış yöntemlerini yineliyor.

Menşevizmin traji-komedisi, devrim zamanında, liberalizmle uyuşmayan tezleri kabul etme zorunda kalması gerçeğinde yatıyor. Eğer toprağa elkoyma konusunda “köylü”nün savaşımını desteklersek, bu, zaferin olasılığını ve gerek işçi sınıfı için gerek tüm halk için iktisadi ve siyasal yönden (sayfa 125) avantajlı. olduğunu itiraf ve kabul ediyoruz demektir. Ancak taşınmaz mallara elkonması savaşımında, kendisine proletarya tarafından öncülük edilen “köylü”nün elde edeceği zafer, proletaryanın ve köylünün devrimci diktatörlüğünden başka bir şey değildir. (Marx’ın, devrimde diktatörlük gereği hakkında l848’de söylediklerini ve Marx’ı, demokrasiye ulaşmak için diktatörlük kurmakla suçlayanları Mehring’in haklı olarak alaya alışını anımsayalım).[63]

Bu sınıfların diktatörlüğünün “iktisadi gelişmenin tuttuğu yola başından sonuna kadar ters düştüğü” görüşü, büyük ölçüde yanlıştır. Doğru olan, bunun tam tersidir. Sadece böyle bir diktatörlük feodalizmin kalıntılarını iyice temizleyebilir ve üretici güçlerin en ivedi biçimde gelişmesini güven altına alabilir. Bunun tersine, liberallerin siyaseti, tüm sorunu, Rusya’nın “iktisadi gelişme yolunu” yüz kat yavaşlatan Rus Junker’lerin eline bırakmaktır.

Liberal burjuvaziyle köylü arasındaki karşıtlık 1905- 1907’de iyiden iyiye ortaya dökülmüştür. 1905 yılının ilkyazıyla güzünde ve 1906’nın ilkyazında, Orta Rusya uyezdlerinin üçte-birinden yarısına kadarı köylü ayaklanmalarının etkisinde kalmıştı. Köylüler toprakbeylerine ait evlerden yaklaşık olarak 2.000 kadarını yıktılar (bu miktar, yıkılması gerekenin ne yazık ki, onbeşte-birinden daha fazla değil). Bu devrimci savaşımı yalnızca proletarya yürekten destekledi, her bakımdan yönetti, önderlik etti ve yığınsal grevleriyle birleştirdi. Liberal burjuvazi bu devrimci savaşıma hiçbir zaman yardım etmedi. Onlar, köylüleri çar ve toprak sahipleriyle “barıştırmayı” ve “uzlaştırmayı” yeğ tuttular. Aynı şey parlamento alanında, ilk iki Dumada (1906 ve 1907) yinelendi. O dönemin başından sonuna kadar liberaller, köylülerin savaşımını engellediler ve onlara ihanet ettiler. Liberallere karşı durarak köylüleri yöneltenler ve destekleyenler, sadece işçi temsilcileriydi. Birinci ve ikinci Dumanın tüm tarihi, liberallerin köylülerle sosyal-demokratlara karşı giriştikleri savaşımlarla doludur. Bolşevizmle menşevizm arasındaki savaşım da, liberalleri destekleyip desteklememe ya da onların köylü üzerindeki egemenliğini yıkıp yıkmama savaşımı olduğu için, bu tarihle ayrılmaz biçimde bağıntılıdır. Bu nedenle, aramızdaki bölünmeyi, aydınlar tabakasının etkinlik savaşımına, proletaryanın olgunlaşmamışlığına vb., (sayfa 126) bağlamak liberal peri masallarının çocuksu bir bönlükle yinelenmesinden başka bir şey değildir.

Trotski’nin savı şu: Diyor ki, uluslararası sosyal-demokrat hareket içindeki bölünmeler, “toplumsal-devrimci sınıfı, parlamentarizmin sınırlı (dar) koşullarına uyarlama sürecinden” vb., doğmuştur. Buna karşılık Rus sosyal-demokrat hareketi içindeyse bölünmeye neden olan şey, aydın tabakanın proletaryaya uyarlanmasıdır. Bu sav, yukarda belirttiğim aynı nedenle, tümden yanlıştır. Trotski şöyle yazıyor: “Sosyalizmin sonal amacı açısından, bu uyarlama sürecinin gerçek siyasal içeriğinin sınırlı (dar) olmasına karşılık, aldığı biçimler sınırsızdı ve bu sürecin ideolojik gölgesi büyüktü.”

Bu gerçekten “sınırsız” laf cambazlığı, liberalizmin “ideolojik gölgesi”nden başka bir şey değildir. Hem Martov, hem Trotski başka başka tarihsel dönemleri birbirine karıştırıyorlar ve kendi burjuva devriminden geçmekte olan Rusya’yı, bu devrimlerin uzun zaman önce tamamlanmış olduğu Avrupa’yla karşılaştırıyorlar. Avrupa’da sosyal-demokrat çalışmanın gerçek siyasal içeriği, devlette tüm egemenliği elinde tutan burjuvaziye karşı, proletaryayı iktidar savaşımına hazırlamaktır. Rusya’da ise sorun, henüz sadece modern bir burjuva devleti yaratmaktır. Bu devlet, (çarlığın demokrasi üzerinde zafer elde etmesi durumunda) bir junker monarşisine ya da (demokrasinin çarlık üzerinde zafer kazanması durumunda) köylü burjuva demokratik cumhuriyetine benzeyecektir. Bugünkü Rusya’da demokrasinin zafer kazanması, ancak, köylü yığınlarının, hain liberallerin değil, ama devrimci proletaryanın önderliği ardından gitmeleriyle mümkündür. Tarih henüz bu soru hakkında kararını vermiş değil. Rusya’da henüz burjuva devrimleri tamamlanmamıştır. Bu sınırlar içinde, yani Rusya’da burjuva rejiminin biçimi için savaşım sınırları içinde, Rus sosyal-demokratlarının çalışmalarının “gerçek siyasal içeriği”, köylülerin taşınmaz mallara elkoymaları savaşımı içinde bulunmayan, burjuva devrimlerini uzun zaman önce tamamlamış olan ülkelere bakışla, daha az “sınırlı”dır.

Burjuvazinin sınıf çıkarlarının liberalleri, neden işçileri devrimdeki rollerinin “sınırlı” olduğuna; eğilimler arasındaki savaşıma derin iktisadi çelişkilerin değil, ama aydınlar (sayfa 127) tabakasının neden olduğuna; işçilerin partisinin “kurtuluş savaşımında önder değil, ama bir sınıf partisi olması” gerektiğine inandırma çabası göstermeye zorladığını anlamak çok kolaydır. Golos tasfiyecilerinin son zamanlarda ortaya attıkları (Naşa Zarya’da Levitski) ve liberallerin onayladığı formül budur. “Sınıf partisi” terimini Brentano-Sombart’ın kabul ettiği anlamda kullanıyorlar: Sadece kendi sınıfınla ilgilen, çarlığa ve hain liberalizme karşı verilecek savaşımda halkın tüm devrimci öğelerine önderlik etmek gibi “Blankici bir düşü” bir yana bırak.

II

Martov’un Rus devrimi hakkındaki savı, Trotski’nin de Rus sosyal-demokrasisinin bugünkü durumuna değgin savı, her ikisinin temel görüşlerinin yanlışlığını kesenkes doğruluyor.

Boykottan başlayacağız. Martov, boykotu “siyasetten geri durma” diye niteliyor, bunu “anarşistlerle sendikalistlerin” yöntemi olarak görüyor, örnek olarak sadece 1906’yı gösteriyor. Trotski, “bolşevizmin tüm tarihi boyunca boykotçuluk eğilimiyle karşılaşıldığını” söylüyor – “sendikaları boykot, devlet Dumasını boykot, yerel yönetim kuruluşlarını boykot, vb.” Trotski, boykotçuluk eğiliminin, “yığınlar tarafından batırılıp boğulmak gibi sekter bir korkunun, uzlaşmaz bir geri durma köktenciliğinin, vb. sonucu olduğunu” söylüyor. Trotski’nin, sendikaları ve yerel yönetim kuruluşlarını boykotla ilgili olarak söyledikleri kesinlikle yanlıştır. Onun kadar yanlış olan bir başka nokta da bolşevizmin tüm tarihi boyunca boykotçuluk eğilimiyle karşılaşıldığını söylemektir. Bolşeviklik, bir eğilim olarak, 1905’in ilkyazıyla yazında, boykot sorunu henüz ortaya çıkmadan önce biçimlenmiş, belirginleşmiştir. 1906 Ağustosunda hizbin resmi yayın organında,[64] bolşevizm, boykotu gerektiren tarihsel koşulların geçip gittiğini ilan etmiştir.

Trotski bolşevizmi çarpıtıyor, çünkü Rus burjuva devriminde proletaryanın rolü konusunda hiçbir zaman kesin bir görüşe varamamıştır.

Ama ondan da kötüsü, bu, devrimin tarihinin çarpıtılmasıdır. Eğer boykottan sözedeceksek, sondan değil, baştan (sayfa 128) başlamalıyız. Devrimdeki ilk (ve tek) zaferi, boykot sloganının bayrağı altında ilerleyen yığın hareketi elde etti. Bunu unutmak sadece liberallerin işine gelir.

6 (19) Ağustos 1905 tarihli yasa, Buligin Dumasını,[65] salt bir danışman kurul olarak kurmuştu. Liberaller, hatta en köktencileri bile, bu Dumaya katılmaya karar verdiler. Sosyal-demokratlar (menşeviklere karşı) ezici bir çoğunlukla Dumayı boykot etmeye, yığınları çarlığa karşı doğrudan saldırıya geçmeye, toplu greve ve ayaklanmaya çağırmaya karar verdiler. Görülüyor ki boykot sorunu, salt sosyal-demokrasi içinde sözkonusu olan bir sorun değildir, liberalizmin proletaryaya karşı savaşım vermesi sorunuydu. O günlerin tüm liberal basını, liberallerin, devrimin gelişmesinden korktuklarını ve bütün çabalarını çarlıkla bir “anlaşma”ya varma amacına yönelttiklerini gösteriyor.

İlk ağızdaki yığın savaşımının nesnel koşulları neydi? Bu soruya en iyi yanıtı (iktisadi ve siyasal grevler olarak ayrı ayrı gösterilen) grev istatistikleri ve köylü hareketi veriyor. Burada, biraz aşağıda ortaya koyacağımız noktaları aydınlatmaya yarayacak temel, bellibaşlı bilgileri veriyoruz: (sayfa 129)

ÜÇ AYLIK* DÖNEMLER İTİBARİYLA GREVE KATILANLAR (BİN KİŞİ)

1905 1906 1907

[Grevler] I ıı ııı ıv ı ıı ııı ıv ı ıı ııı ıv

Toplam 810 481 294 1.277 269 479 296 30 146 323 77 193

İktsdî grev 411 190 143 275 73 222 125 37 52 52 66 30

Siyasî grev 399 291 151 1.002 196 257 171 26 94 271 l1 163

Köylü hareketinin etkilediği uyezd yüzdesi

1905 1906 1907

I ıı ııı ıv ı ıı ııı ıv ı ıı ııı ıv

%14,2 %36,9 %49,2 %21,1

* Özellikle önem taşıyan donemler çerçeve içine alınmıştır: 1905, I – Ocak 9; 1905, IV – devrimin doruğu, ekim ve aralık; 1906, II – Birinci Duma; 1907, III – İkinci Duma. Bu rakamlar, resmi grev istatistiklerinden alınmıştır. Yayınlamak üzere hazırlamakta olduğum Rus devriminin tarihinin ana hatları için halen bu istatistiklerin ayrıntıları üzerinde çalışıyorum.[66]

Bu rakamlar, bir devrim sırasında proletaryanın ne ölçüde büyük bir güç gösterebileceğini ortaya koyuyor. Devrimden önceki on yıllık süre içinde Rusya’da grevcilerin toplam sayısı 431.000’di, yani yılda ortalama 43.000 grevci. Buna karşılık sadece 1905’te, -toplam fabrika işçilerinin sadece 1.661.000 kişi olduğu bir dönemde- grev yapanların toplam sayısı 2.863.000 oldu! Dünya şimdiye dek böyle bir grev hareketine tanık olmadı. 1905’in üçüncü çeyreğinde, boykot sorununun ilk kez ortaya çıktığı dönemde, yeni ve çok daha güçlü bir grev hareketi dalgası aşamasına (ve onun ardından köylü hareketine) geçildiğini görüyoruz. Boykot sorununun gerçek tarihsel özü şuydu: Devrimci dalganın yükselmesine yardım edilmeli ve bu dalga çarlığı devirmeye mi yöneltilmeliydi, yoksa çarlığın, danışma Duması oyunuyla, yığınların dikkatini başka yöne çevirmesine izin mi vermeliydi? Hal böyle olunca, Rus devriminin tarihindeki boykotu, “siyasetten geri durmakla”, “sekterlikle” vb., bağlama çabalarının ne ölçüde saçmalık ve liberal ahmaklık yüklü olduğu açıkça görülüyor. Liberallere karşı boykot sloganı altında ortaya çıkan hareket, 1905’in üçüncü çeyreğindeki 151.000 siyasal grevci sayısını, aynı yılın dördüncü çeyreğinde bir milyona yükseltti.

Martov, 1905 grevlerinin başarısında “ana nedenin”, “geniş burjuva çevrelerinde büyüyen muhalefet akımı” olduğunu söylüyor. “Bu geniş burjuva tabakalarının etkisi öyle bir noktaya kadar genişledi ki, bir yandan işçileri siyasal grevlere kışkırtıyordu”, öte yandan da çalıştıranları “grev sırasında işçilerin ücretini ödemeye” zorluyordu (italikler Martov’un).

Biz, burjuvazinin “etkisi” hakkındaki bu tatlı dilli övgüyü, kuru istatistiklerle karşılayacağız. 1905’teki grevler, 1907’dekilere bakışla, daha sık işçiler yararına sonuçlanıyordu. O yıla ait rakamlar şöyle: 1.438.610 işçi iktisadi istekler öne sürdü, 369.304 işçi, savaşımı kazandı, 671.590 işçi savaşımı karşılıklı uzlaşmayla sonuçlandırdı, 397.716 işçi ise savaşımı yitirdi. İşin aslında (liberal masallarındaki gibi değil) burjuvazinin “etkisi” işte buydu. Martov, proletaryanın burjuvaziye karşı takındığı gerçek tutumu, tam bir liberal (sayfa 130) üslubuyla çarpıtıyor. İşçiler (siyasal ve “iktisadi” savaşımı), burjuvazi çok seyrek olarak grevleri ödediği ya da muhalefetini ortaya koyduğu için kazanmamdılar. İşçiler, zaten kazanıyordu, burjuvazi işte bu yüzden sadakati bir yana koydu ve ödedi: Aziz Martov, “ana neden”, sınıf saldırısının gücüydü, milyonların giriştiği grevlerin gücüydü, köylü ayaklanmalarının ve silahlı kuvvetlerdeki başkaldırmaların gücüydü; burjuvazinin sempatisi, sonuçtu.

Martov şöyle yazıyor: “Duma seçimleri yolunu açan, toplantılar yapılması, işçi birlikleri kurulması ve sosyal-demokrat gazeteler yayınlanması olasılığını ortaya çıkaran 17 Ekim,[67] çalışmaların yöneltilmesi gereken yönü gösterdi.” Ama asıl dert şu ki, “bir ‘yıpratma stratejisi’ olasılığı düşüncesi hiç kimsenin aklına gelmemişti. Tüm hareket ciddi ve kesin bir çatışmaya”, yani aralık ayı grevine ve aralıktaki “kanlı yenilgi”ye yapay olarak itildi.[68]

1910 ilkyazında Almanya’da “yıpratma stratejisi”nden “devirme stratejisi”ne geçme zamanı gelip gelmediği hususunda Kautsky, Rosa Luxemburg’la çatışmıştı. Kautsky, eğer siyasal bunalım daha ileri giderse bu geçişin kaçınılmaz olacağını açıkça ve kesinlikle belirtmişti. Ama Martov, Kautsky’nin eteğine yapışarak, devrimin en yoğun noktasına eriştiği bir dönem için geçmişi kapsamına alacak biçimde bir “yıpratma stratejisi”ni savunuyor. Hayır azizim Martov, siz sadece liberal konuşmaları yineliyorsunuz. 17 Ekim, barışçıl bir anayasa olasılığının yolunu “açmış” değil. Bu bir liberal masaldır. 17 Ekim iç savaşı açtı. Bu savaşı, partilerin ya da grupların öznel dileği değil, 1905’ten bu yana gelen olaylar hazırladı. Ekim manifestosu sadece savaşıma ara verilmesinin değil, aynı zamanda yarışan güçler arasındaki dengenin de işaretidir: Çarlık artık yönetebilme gücünde değildi, devrimse henüz onu devirecek bir noktaya ulaşmamıştı. Bu durumun nesnel olarak kaçınılmaz sonucu, kesin ve belirleyici bir savaşımdı. Hem ekimde hem kasımda iç savaş gerçek bir olguydu (barışçıl “olasılıklar” ise bir liberal yalanıydı). Bu iç savaş, sadece hükümetin buyruğuyla girişilen katliamlarda değil, aynı zamanda silahlı kuvvetlerin, buyruklara boyuneğmeyen ordu birliklerine ve onun yanısıra, Rusya’nın üçte-birinde köylülere ve sınıf bölgelerine karşı verdiği savaşımda kendini göstermişti. Bu koşullar altında, (sayfa 131) aralık ayındaki silahlı kalkışmayı ve yığınsal grevleri “yapay” diye niteleyenler, sadece kendilerinin yapay olarak sosyal-demokrat sayılmış olduklarını gösterirler. Bu tür kişilerin doğal partisi liberal partidir.

1848 ve 1871’de Marx, bir devrimde, savaşım vermeksizin düşmana teslim olunmasının, yığınlar üzerinde, bir dövüşte yenik düşmekten daha maneviyat bozucu etkileri olabileceği anlar bulunduğunu söylemişti.[69] Aralık 1905, Rus devriminin tarihinde sadece o tür anlardan biri olmakla kalmadı, üstelik ondan önceki oniki aylık süre boyunca ülkenin her yanında gelişip yoğunlaşan yığın çatışmalarının ve karşı karşıya gelmelerin, kaçınılmaz ve doğal tepe noktası oldu. Kuru istatistikler bile bu gerçeğin tanığıdır. Salt siyasal grevlere (yani hiçbir iktisadi isteğin öne sürülmediği grevlere) katılanların sayısı Ocak 1905’te, 123.000’di, ekimde 328.000, aralıkta 372.000. Hâlâ bu artışın “yapay” olduğuna inanmamızı isteyenler var! Bize, silahlı kuvvetlerdeki isyanlara ek olarak yığınların siyasal savaşımının böylesine büyümesinin, ille de silahlı bir kalkışmaya dönüşmesinin sözkonusu olmayabileceği masalı söyleniyor. Hayır, devrimin tarihi bu değildir, bu devrime liberal bir karaçalmadır.

III

Ekim greviyle ilgili olarak Martov şunları yazıyor: “Tam şu sırada, işçi yığınları arasında genel bir heyecanın egemen olduğu bir dönemde … siyasal özgürlük savaşımıyla iktisadi savaşımı tek bir bütün haline getirip birleştirme çabası gösteriliyor. Yoldaş Rosa Luxemburg’un düşüncesi ne olursa olsun, bu, hareketin güçlü değil, güçsüz yanını ortaya koymuştur.” Devrimci yollarla, sekiz saatlik çalışma gününü getirme çabası başarısızlıkla sonuçlanmış, işçileri “darmadağınık etmiştir”. “Posta ve telgraf görevlilerinin 1905 Kasımındaki genel grevleri de aynı etkiyi yapmıştır.” İşte Martov, tarihi böyle yazıyor.

Bu tarihin yanlışlığını görmek için yukarda verilen istatistiklere şöyle bir gözatmak yeter. Devrimin her üç yılı boyunca, siyasal bunalımın keskinleştiği her sefer, sadece siyasal grev savaşımı değil, aynı zamanda iktisadi amaçlı grev savaşımında bir sıçrama görüyoruz. İki savaşımın birliğinde (sayfa 132) kendini ortaya koyan şey, hareketin güçsüzlüğü değil, gücüdür. Karşıt görüş, liberal burjuvanın görüşüdür. Çünkü liberal burjuvanın istediği şey, işçilerin siyasete girmesidir, ancak bunun, geniş yığınlar devrime ve burjuvaziye karşı savaşım içine sürüklenmeksizin yapılmasıdır. Liberal zemstvo hareketinin[70] kesin bölünüşü, 17 Ekimi izler; toprak sahipleriyle sanayiciler, (bir yandan basında “sol” liberaller, kadetler, işçileri “çılgınlık”la suçlarken) grevcilere karşı misillemeye girişen bütün güçlerin ipini salıveren “oktobristler”in karşı-devrimci partisini o zaman kurmuşlardır. Oktobristlerle kadetlerin görüşünü yansıtan Martov, işçilerin “zayıflığı”nınn, o sıralarda iktisadi savaşımı daha saldırgan hale getirmeye çalışmış olmaları gerçeğinde yattığı düşüncesindedir. Bize göre işçilerin, (ve daha da çoğuyla köylülerin) zayıflığı, belli grup ya da partilerin öznel dileklerinin değil, olayların tam gelişme yolunun kaçınılmaz sonucu olan saldırgan iktisadi ve silahlı siyasal savaşıma yeterince genişlikte ve ivedilikle kararlı olarak geçmemiş olmaları gerçeğinde yatmaktadır. Bizim görüşümüzle Martov’un görüşü arasında geniş bir uçurum var. Trotski’nin savı ne olursa olsun, “aydınlar”ın görüşleri arasındaki bu uçurum, gerçekte 1905’in sonunda, sınıflar arasında, yani savaş veren devrimci proletaryayla, hain bir tutuma giren burjuvazi arasında varolan uçurumdan başka bir şeyi yansıtıyor değil.

Bir noktanın daha eklenmesi gerekiyor: grev savaşımında işçilerin tattığı yenilgiler, sadece, Martov’un yakaladığı gibi, 1905 yılı sonunun karakteristiği değil, ondan daha fazlasıyla 1906 ve 1907’nin karakteristiğidir. İstatistiklere göre 1895-1904 arasındaki on yıllık dönemde grevlerin %51,6’sının, (greve katılan grevcilerin sayısına göre) çalıştıranlar kazanmıştır. Bu oran 1905’te %29,4, 1906’da %33,5, 1907’de %57,6 1908’de %68,8’dir. Buna bakarak, 1906-1907’nin iktisadi amaçlı grevleri “çılgınlık”tı, “zamansız”dı, “hareketin güçsüz yanını” ortaya koydu mu diyeceğiz? Hayır. Bu rakamların ifade ettiği şey şudur: 1905’te yığınların devrimci savaşımının saldırı gücü yeterince şiddetli olmadığı için (hem siyasal, hem “iktisadi” açıdan) yenilgi kaçınılmaz bir şeydi. Ama proletarya düşmana karşı en azından iki kez yeni saldırıya girişmek üzere ayağa kalkmasaydı (1906’ının ve 1907’nin sadece ikinci çeyreğinde siyasal grevlere (sayfa 133) katılanların sayısı çeyrek milyondu) yenilgi daha da büyük olurdu; darbe 1907 Haziranında değil, bir yıl önce, hatta bir yıldan daha önce patlak verirdi; işçilerin 1905’teki iktisadi kazançları, daha da önce ellerinden giderdi.

İşte Martov’un anlayamadığı şey, yığınların devrimci savaşımının bu yanıdır. 1906 başlarındaki boykota değinirken Martov, liberallerin ağzını kullanıyor, “sosyal-demokratlar, bir süre savaşımın siyasal cephesinin dışında kaldılar” diyor. Salt teorik açıdan, 1906 boykotu sorununun ortaya böyle konması, hayli karmaşık örgün olan bir sorunun akılalmaz ölçüde bayağılaştırılması, yalınkat bir düzeye indirgenmesidir. 1906’nın ikinci çeyreğinde asıl “savaş cephesi” neydi – parlamentonun içi miydi, yoksa dışı mı? İstatistiklere bakın: “iktisadi” grevlere katılanların sayısı 73.000’den 222.000’e, siyasal grevlere katılanların sayısı 196.000’den 257.000’e yükseliyor. Köylü hareketinin etkisi altında kalan uyezdlerin oranı %36,9’dan %49,2’ye çıkıyor. Bunun yanısıra bilindiği gibi silahlı kuvvetlerdeki isyanlar da 1906’nın ikinci çeyreğinde, ilk çeyrektekine bakışla büyük ölçüde artıyor ve daha sıklaşıyor. Yine bilindiği gibi birinci Duma (20. yüzyılın başında) dünyadaki en devrimci parlamento, ama aynı zamanda en güçsüz parlamento, kararlarının bir teki bile uygulamaya konmuş değil.

Nesnel gerçekler bunlar. Liberallerle Martov’un hesabınca, bu gerçekler, asıl “savaş cephesi”nin Duma olduğunu gösteriyor, buna karşılık ayaklanmalar, siyasal grevler, köylülerle askerler arasındaki kaynaşma “devrimci romantikler”in ufak-tefek yaramazlıkları. Ve derin düşünceli Trotski, bu ortamda, beliren hizip ayrılıklarını, “olgunlaşmamış bir proletaryayı etkilemek üzere aydınlar arasında patlak vermiş savaşım” olarak görüyor. Bizim görüşümüze göre, nesnel bilgilerin kanıtladığı nokta şu: 1906 ilkyazında gerçek devrimci yığın savaşımı çok ciddi bir parlama noktasına ulaştığı için, sosyal-demokrat parti, bu savaşımı esas savaşım gözüyle görmek, onu desteklemek ve geliştirmek için elden gelen her çabayı harcamak zorunluluğunu duydu. Bizim görüşümüze göre, o günlerin özgül siyasal durumu -çarlık hükümetinin adeta Dumanın toplanmasını güvence göstererek Avrupa’dan iki milyarlık ödünç sağladığı ve Dumanın boykot edilmesine karşı ivedi yasalar çıkardığı günler- (sayfa 134) proletaryanın, Rusya’da ilk parlamentonun toplanması olayını çarın elinden koparıp alma çabasının çok doğru olduğunu göstermiştir. Bizim görüşümüze göre, o sıralarda “siyasal savaş cephesinin dışında kalanlar” sosyal-demokratlar değil, liberallerdi. Liberallerin devrimdeki tüm kariyeri, anayasa düşlerinin yığınlar arasında yayılmasına dayandırılmıştı. İlk Dumanın tarihi, bu anayasa düşlerini açıkça çürüttü.

Hem birinci, hem ikinci Dumada liberaller (kadetler) çoğunluktaydılar, gürültü ve patırtılarıyla, en öndeki siyasal sıraları tutmuşlardı. Ancak liberallerin başından sonuna kadar “siyasal savaş cephesinin dışında” kaldıklarını, yığınların demokratik bilincini derinden yozlaştıran siyasal güldürü oyuncuları olduklarını gösteren şey de, işte, onların bu “zaferleri”dir. Eğer Martov’la arkadaşları, liberallerin ağzını kullanırlar ve devrimin ağır bir yenilgiye uğrayışını “ne yapılmaması gerektiğinin” uygulamalı bir dersi olarak gösterirlerse, onlara yanıtımız şudur: birincisi, devrimle kazanılan tek gerçek zafer, Buligin Dumasına girilmesine ilişkin liberal öğütlerine kulak asmayan ve köylü yığınlarını ayaklanmaya götüren proletaryanın elde ettiği zaferdir; ikincisi, üç yıl (1905-1907) boyunca sürdürdüğü kahramanca savaşımla Rus proletaryası, hem kendisi, hem Rus halkı için, başka ulusların elde edebilmek için onlarca yıl harcamasını gerektiren kazançlar sağlamıştır. Rus proletaryası, işçi yığınlarını, hain ve utanılası ölçüde güçsüz liberalizmin etkisinden kurtarmıştır. Rus proletaryası, sosyalizm savaşımının önkoşulu olan özgürlük ve demokrasi savaşımında kendisinin egemen olmasını sağlamıştır. Rus proletaryası, Rusya’nın bütün ezilen ve sömürülen sınıflarına devrimci yığın savaşımı (dünyanın hiçbir yerinde böyle bir savaşım olmaksızın insanlığın ilerleyişinde önemli bir gelişme sağlanmış değil) yapabilme yeteneğini kazandırmıştır.

Liberallerin hiçbir gerici eylemi, nefreti, küçümsemesi, garazı ya da sosyalist oportünistlerin hiçbir kararsızlığı, kısa görüşlülüğü yada inançsızlığı, Rus proletaryasının bu kazançlarını geri alamaz.

IV

Devrimden bu yana Rus sosyal-demokrasisinde görülen (sayfa 135) hiziplerin gelişimi olayı da “aydınlar tabakasının proletaryaya uyarlanması” ile değil, sınıflar arasındaki ilişkilerin değişmesiyle açıklanmalıdır. 1905-1907 devrimi, Rusya’daki burjuva rejiminin biçiminin ne olacağı sorunu üzerinde köylülerle liberal burjuvazi arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı vurgulamış, gün ışığına çıkarmış, gündeme sokmuştur. Siyasal yönden olgunlaşan proletarya, bu savaşımda en enerjik biçimde rol oynamaktan daha başka bir davranış içinde olamazdı. Proletaryanın, yeni toplumun değişik sınıfları karşısındaki tutumunun ne olduğu bolşevizmle menşevizm arasındaki savaşımda görülebilir.

1908-1910 arasındaki üç yıllık süre, karşı-devrimin utkun olduğu, otokrasinin ve kara-yüzlerle oktobristlerin malı olan üçüncü Dumanın yeniden canlandırıldığı bir dönemdir. Yeni rejimin biçimi konusunda burjuva sınıfları arasındaki savaşım, önde gelen bir savaşım olmaktan çıkmıştır. Şimdi proletaryanın karşı karşıya geldiği birincil (elementary) amaç, hem gericiliğe, hem karşı-devrimci liberalizme düşman olan proleter partisini korumaktır. Bu kolay bir amaç değildir. Çünkü iktisadi ve siyasal baskının en ağır yükünü olduğu gibi, devrimde yığınlara önderlik etmeyi sosyal-demokratlara kaptırmış olmalarından ötürü liberallerin duyduğu nefretin bütün ağırlığını da proletarya taşımaktadır.

Sosyal-demokrat partideki bunalım çok ciddidir. Örgütler paramparça olmuştur. Kıdemli önderlerin çoğu (özellikle aydınlar arasında) tutuklanmıştır. Gerçi parti işlerini kendi ellerine almakta olan yeni tür bir sosyal-demokrat partili belirmeye başlamıştır, ancak, bu partili, olağanüstü güçlüklerin üstesinden gelmek zorundadır. Bu koşullar altında sosyal-demokrat parti “Abbas yolcuları”ndan bir çoğunu yitiriyor. Burjuva devrimi sırasında, küçük-burjuva “Abbas yolcular”ın sosyalistlere katılmış olması çok doğaldır. Şimdi marksizmden ve sosyal-demokrasiden kopuyorlar. Bu gelişme her iki hizipte de görülüyor: Bolşevikler arasında “otzovist” eğilim biçiminde 1908 ilkyazında ortaya çıkmış, Moskova toplantısında derhal yenilgiye uğratılmış, uzun bir savaşımdan sonra hizbin resmi merkezi tarafından reddedilmiş ve yurtdışında ayrı bir hizip olarak, Vperyod hizbi olarak kurulmuştur. Kendi platformlarına (“proletarya felsefesi” (sayfa 136) maskesi altında) marksizmle savaşımı getiren mahçılarla, utangaç otzovistler olan “ültimatomcular”ı ve ezberledikleri “gözkamaştırıcı” sloganlara kapılan ama marksizmin temellerini anlamayı başaramayan “özgür günler sosyal-demokratları”nı bu Vperyod hizbinin biraraya getirmiş olması, dağılma döneminin özgül niteliğini gösterir.

Küçük-burjuva “Abbas yolcular”ın çözülüşü menşevikler arasında, tasfiyeci eğilim olarak dışavurmuştur. Bu eğilim bay Potresov’un dergisi olan Naşa Zarya’da, Vozrojdeniye’de ve Jizn’de, “Onaltılar”ın ve “Üçler”in (Mihayil, Roman, Yuri) takındığı tutumda tam kıvamını bulmuştur. Yurtdışında yayınlanan Golos Sotsiyal-Demokrata da Rus tasfiyecilerin hizmetkarı ve parti üyeleri karşısında diplomatik peçeleri olarak görev yapmıştır.

Trotski, karşı-devrim döneminde, sosyal-demokrat olmayan öğelerin Sosyal-Demokrat İşçi Partisinden çözülüşünün, bu dağılmanın tarihsel ve iktisadi anlamını kavrayamıyor ve Alman olan okurlarına, her iki hizbin “parça parça bölündüğünü”, partinin “parça parça bölündüğünü”, partinin “maneviyat bozukluğuna uğradığını” söylüyor.

Doğru değil. Doğrudan bu uzaklaşış, her şeyden önce Trotski’nin teorik anlayışının büyük ölçüde eksik olduğunu gösterir. Genel kurulun,[71] tasfiyeciliği ve otzovizmi, her ikisini, neden “proletarya üzerinde burjuva etkisinin dışavurumu” olarak tanımladığını hiçbir biçimde anlayamamıştır. Düşünün: Parti tarafından kınanan ve proletarya üzerindeki burjuva etkisini gösteren eğilimlerin kopması, partinin dağıldığının mı belirtisidir, daha güçlendiğinin, daha arındığının mı?

İkinci olarak, doğrudan bu uzaklaşış, Trotski hizbinin izlediği reklam “siyaseti”ni gösterir. Trotski, merkez yönetim kurulu temsilcisini Pravda’dan uzaklaştırdığına göre, onun girişiminin bir hizip yaratmak olduğunu herkes biliyor. Kendi hizbinin reklamını yaparken Trotski, Almanlara, partinin parça parça olduğunu, her iki hizbin parça parça bölündüğünü ve sadece kendisinin, Trotski’nin, durumu kurtarmakta olduğunu söylemekten çekinmiyor. Gerçekten şimdi hepimiz görüyoruz ki, Trotski, özellikle tasfiyecilerin ve vperyodcuların güvenini kazanmıştır – Trotski yandaşlarının (Viyana Kulübü adına 26 Kasım 1910 tarihinde) onayladıkları en son (sayfa 137) öneri bunu kesin olarak kanıtlamaktadır.

Trotski’nin Almanların önünde partiyi küçültmekte ve kendini yüceltmekte ne ölçüde utanmazlığa kaçtığı, örneğin şu sözlerde çok iyi görülüyor. Trotski, Rusya’daki “işçi yığınların”nın, “sosyal-demokrat partinin kendi çevreleri dışında [italik Trotskitnin] kaldığı” düşüncesinde olduklarını yazıyor ve “sosyal-demokrasisiz sosyal-demokratlar”dan sözediyor.

Bay Potresov’la dostlarının, bu tür sözlerden ötürü Trotski’yi öpücük yağmuruna tutmaktan geri durmalarını kişi nasıl bekleyebilir?

Ne var ki, bu tür sözler, sadece tüm devrim tarihiyle değil, aynı zamanda işçi grubunun üçüncü Duma için yaptığı seçimin sonuçlarıyla da yalanlanmıştır.

Trotski, “eski ideolojik ve örgütsel yapıları nedeniyle, menşevik ve bolşevik hiziplerin” yasal kuruluşlar içinde çalışmakta “yeterli olmadıklarını gösterdiklerini” yazıyor; bu tür “çalışmaların tek tek gruplar ya da sosyal-demokratlar tarafından yerine getirildiğini, ancak bütün bunların hizipler dışında, hiziplerin örgütsel etkileri dışında” olup bittiğini söylüyor. “Menşeviklerin ağır bastığı en önemli yasal kuruluş dahi, tümüyle menşevik hizbin denetimi dışındadır.” İşte böyle yazıyor Trotski. Oysa gerçekler şöyle: üçüncü Dumada sosyal-demokrat grubun ta ilk gününden itibaren, bolşevik hizip, parti merkez yönetim kurulunun yetki verdiği temsilcileri eliyle, grubun çalışmalarına yardım etmiş, katkıda bulunmuş, danışmanlık etmiş ve o çalışmaları denetlemiştir. Hiziplerin temsilcilerinden oluşan (Ocak 1910’da hizip kimliklerine son verdiler) merkez yayın organı da aynı şeyi yapmıştır.

Trotski, Alman yoldaşlara, “otzovizm”in budalalığının ayrıntılı bir dökümünü verdiği ve bu eğilimi, bolşevizmin bir bütün olarak karakteristik boykotçuluğunun “kristalleşmesi” diye nitelediği zaman; bunun ardından bolşevizmin “otzovizm” tarafından “ezilmesine izin vermediği”ni, ama o eğilime “kararlı, hatta gemlenmemiş biçimde saldırdığı”nı kısaca belirttiği zaman, Alman okur, hiç kuşku yok ki, bu açıklamanın içindeki ustalıklı ihanetin ne ölçüde olduğunu anlayamayacaktır. Trotski’nin bu “üstü kapalı” düzenbazca sözleri, ufak, çok ufak bir “ayrıntı”yı dışarda bırakmış. O da şu: Bolşevik hizbin temsilcilerinin 1909 ilkyazında yaptıkları resmi (sayfa 138) bir toplantıda, otzovistleri reddettiklerini ve aralarından attıklarını söylemeyi Trotski “unutmuş”. Ama sosyal-demokrat olmayan öğelerin çözüldüğünü değil, bolşevik hizbin (ve ardından da partinin) “parça parça olduğunu” söylemek isteyen Trotski’nin işine gelmeyen “ayrıntı” da budur!

Şimdi biz Martov’u tasfiyeciliğin önderlerinden biri olarak görüyoruz. Martov, marksist görüntülü sözlerle tasfiyecileri daha “akıllıca” savundukça, daha tehlikeli oluyor. Ama Martov, 1903-1910 arasında yığınsal işçi hareketindeki bütün eğilimlere damgasını vuran görüşleri herkesin önünde açıklayıp yorumluyor. Öte yandaysa Trotski, sadece kendi kişisel yalpalayışlarını temsil ediyor, başka bir şeyi değil. 1903’te menşevikti, menşevikliği 1904’te bıraktı, 1905’te yeniden menşeviklerin arasına döndü ve sadece ultra-devrimci sözler parlatmakla yetindi, 1906’da menşeviklerden bir kez daha ayrıldı, 1906’nın sonlarında kadetlerle seçim anlaşması yapılmasını savundu (yani bir kez daha menşeviklerle birlik oldu), 1907 ilkyazında, Londra kongresinde “siyasal eğilimlerden çok bireysel görüş tonlarında” Rosa Luxemburg’dan ayrıldığını söyledi. Trotski bir gün hiziplerden birinin ideolojik stokundan, ertesi gün ötekinin stokundan çalar ve bu nedenle de kendisinin hizipler üstü olduğunu ilan eder. Teorik olarak, Trotski, tasfiyeciler ve otzovistlerle hiçbir noktada görüş birliğinde değildir, ama uygulamanın kendisinde goloscular ve vperyodcularla tam bir görüş birliğindedir.

Bu nedenle, Trotski, Alman yoldaşlara, “genel parti eğilimi”ni temsil ettiğini söylediği zaman, ben onun sadece kendi hizbini temsil ettiğini ve sadece otzovistlerle tasfiyecilerin bir ölçüde güvenini elde ettiğini belirtmek zorundayım. Şu gerçekler, benim sözlerimin doğruluğunun kanıtıdır: 1910 Ocak ayında partimizin merkez yönetim kurulu, Trotski’nin gazetesi Pravda ile yakın bağlar kurmuş ve yazıkuruluna bir temsilci atamıştır. 1910 Eylülünde partinin merkez yayın organı, Trotski’nin partiye karşıt siyaseti nedeniyle, merkez yönetim kurulunun temsilcisiyle Trotski arasında ilişkilerin kesildiğini ilan etmiştir. Kopenhag’da, parti yanlısı menşeviklerin temsilcisi ve merkez yayın organı yazıkurulu delegesi olarak Plehanov, bolşeviklerin temsilcisi olarak bu satırların yazarı, ve bir Polonyalı yoldaş, Trotski’nin (sayfa 139) partimize ait olayları Alman basınına yansıtış biçimini şiddetle yermişizdir.

Trotski’nin Rus sosyal-demokrasisinde “genel parti” eğilimini mi, yoksa “genel parti karşıtı” eğilimi mi temsil ettiğine okurlar karar versin. (sayfa 140)

1910 sonlarında yazıldı
Diskussionni Listok, n° 3,
29 Nisan (12 Mayıs) 191l’de
yayınlandı
İmza: N. Lenin

Dipnotlar

[60] Neue Zeit. – Stuttgart’da 1883-1923 yılları arasında yayınlanan, Alman sosyal-demokratlanmn dergisi. Engels’in ölümünden, yani 1890’ların ortasından itibaren dergide revizyonistlerin yazıları çıkmaya başladı. -122.

[61] Neue Rheinische Zeitung. – 1 Haziran 1848 ile 19 Mayıs 1849 tarihleri arasında Köln’de yayınlanan devrimci bir gazete. Gazeteyi Marx’la Engels yönlendirmekteydi. -124.

[62] Lenin, RSDİP’nin dördüncü (birlik) kongresince (1906) kabul edilen “Tarım Sorununa İlişkin Taktik Karar”ı kastediyor .- 125.

[63] Kastedilen yazı, Marx’ın, 13 Eylül 1848’de Neue Rheinische Zeitung’da yayınlanan “Berlin Karşı-Devrimi” başlıklı yazısıdır. Yazı Aus Dem Literarischen Nachlass von Karl Marx, Friedrich Engels und Ferdinand Lassalle’ın 1902’de Franz Mehring tarafından yayınlanan III. cildinde (s. 192-196) yer almıştır. Lenin, Mehring’in alaya alışını anımsatırken, onun kitaba yazdığı giriş bölümünü (s. 53-54) kastediyor. -126.

[64] Lenin, Proletari’nin 21 Ağustos 1906 tarihinde çıkan sayısına yazdığı “Boykot” başlıklı başyazıyı kastediyor .(Bkz: V .İ. Lenin, Collected Works, Vol. II, s. 141-149.) -128.

[65] Buligin Duması. – Çarlık hükümetinin 1905’te toplamaya niyetlendiği danışman niteliğinde bir “temsilciler meclisi”. Bu meclisin toplanmasına ve seçimine ilişkin kuralları kapsayan tasarıyı, İçişleri bakanı Buligin’in başkanlığındaki bir kurul hazırlamış ve çarın 6 (19) Ağustos 1905 tarihli buyrultusuyla birlikte yayınlamıştı. Bolşevikler, Buligin Dumasına karşı aktif bir boykot ilan ettiler. Hükümetin toplanmasına fırsat kalmadan bastıran devrim Dumanın gerçekleşmesine engel oldu. -129.

[66] Lenin, topladığı istatistiklere dayanarak Rus devriminin tarihi üzerine bir deneme yazmak istiyordu. Tahminince bu çalışma, 300 sayfalık bir kitap olacaktı. Ama, Lenin niyetini gerçekleştiremedi. Sadece “Rusya’da Grev İstatistikleri” başlıklı bir yazı yazdı. Lenin’in, belirttiği gibi bu yazı “konuya ilk yaklaşım”dı. (Bkz: V. İ. Lenin, Collected Works, Vol. 16, s. 393-421.) -129n.

[67] 17 Ekim 1905’te, genel siyasal grevlerin ve geniş devrimci gelişmenin tepe noktasına vardığı bir sırada, çar bir buyrultu yayınladı. Kişi özgürlükleri ve yasama gücüne sahip bir Duma vaadeden bu buyrultu, yığınları aldatmayı amaçlamış bir oyundu, kolayca aldanabilecek olanları yatıştırmaya, devrime saldırıya girişmek üzere zaman kazanmaya dönüktü. Ancak 17 Ekimden sonra da işçi sınıfı ve köylüler, otokrasiye karşı devrimci savaşımı sürdürdüler . -131.

[68] Aralık 1905’te Moskova işçilerinin otokrasiye karşı silahlı başkaldırısı kastediliyor. Moskovalı bolşeviklerin önderliğindeki işçiler, çarın askerlerine karşı, barikatlarda dokuz gün süren kahramanca bir savaş verdiler. Hükümetin isyanı bastırabilmesini, ancak St. Petersburg’dan getirilen askerler sağlayabildi. Çarlık hükümeti isyancılara karşı eşi görülmedik ölçüde zulmetti. İşçi mahalleleri, işçilerin kanıyla sulandı. Moskova’da ve çevresinde binlerce işçi öldürüldü. -131.

[69] Bkz: Marx ve Engels, Selected Correspondence, Moskova 1965, s. 264. -132.

[70] Zemstvo. Zemstvo Kurumları. – Yerel belediye yönetim organları. 1860’ların devrimci demokratik hareketleri karşısında bu yönetim organlarını çarlık hükümeti kurmuştu. Zemstvoların hakları çok sınırlıydı; salt iktisadi ve kültürel bazı yetkileri vardı (köylüye tarım yardımı, yol yapımı, hastane, ve okul yapımı, iktisadi istatistikleri düzenlemek, vb.). Seçilme hakkına konan birçok sınırlamalar nedeniyle, zemstvo kuruluşlarında toprak sahipleriyle devlet memurları önemli bir rol oynuyorlardı. Toplumsal bir olgu olarak zemstvo hareketi, liberal aydınlar tabakasının otokrasiye karşıtlığını ifade etmesinin aracı oldu. Zemstvo kampanyası, 1904 sonyazından Ocak 1905’e kadar, zemstvolardaki burjuva liberal üyeler tarafindan yürütüldü. Burjuva liberaller, gerek zemstvo toplantılannda, gerek şölenlerde ılırnlı anayasal haklar isteyen muhalif konuşmalar yaptılar ve bu doğrultuda kararlar aldılar. İskra’nın, yeni menşevik yazıkurulu, partiye seslenen, (Akselrod’un yazdığı) gizli bir mektupta, işçilerin, isteklerini zemstvo toplantılarına sunarak, zemstvo kampanyasını desteklemeleri isteniyordu. Yeni İskra’nın, işçilere, burjuva liberalleri “canlandırma” görevini yükleyen bu oportünist planını Lenin “Zemstvo Kampanyası ve İskra’nın Planı” başlıklı yazısında sert bir biçimde eleştirdi. (Bkz: V. İ. Lenin, Collected Works, Vol. 7, s. 497-518.) -133.

[71] Lenin, RSDİP merkez yönetim kurulunun, Ocak 1910’da yapılan birlik genel kurulunu kastediyor. -137.

1910 sonlarında yazıldı
Diskussionni Listok, n° 3, 29 Nisan (12 Mayıs) 1911’de yayınlandı
Lenin, Tasfiyecilik Üzerine
[Türkçesi: Lenin: “Tasfiyecilik Üzerine”, Sol Yayınları, Ekim 1993, İkinci Baskı, s: 122-140]

Bölüme ait diğer yazılardan!

SEVGİLİ PARTİZANLI YOLDAŞLAR, DEĞERLİ DOSTLAR, GECENİZİ DEVRİMCİ DAYANIŞMAYLA KOMÜNİST RUHLA SELAMLIYORUZ! KKP İsviçre Örgütü

SEVGİLİ PARTİZANLI YOLDAŞLAR, DEĞERLİ DOSTLAR, GECENİZİ DEVRİMCİ DAYANIŞMAYLA KOMÜNİST RUHLA SELAMLIYORUZ! Gece Tertip Komitesine,İnsanlığın geleceği …