Perşembe , Mart 28 2024
Home / Makaleler / KÜRDİSTAN DEVRİMİ ÜZERİNE NOTLAR – AYHAN CELİKAN

KÜRDİSTAN DEVRİMİ ÜZERİNE NOTLAR – AYHAN CELİKAN

Dengê Kurdistan
[Bijî Kurdistan a Azad û Demokratik] KKP Merkez Yayın Organı
[III. Kongre’ye Giderken KKP’de Açık Tartışma] Sal: 9
Ek: 1
İLON 1990
Kürdistan’da mücadele yeni bir dönem içinde. Bugün ”Kürtler var mı, yok mu” sorusu tartışılmıyor. Bugün ”Kürt Sorununun Çözümü” tartışılıyor. Düzen partileri bölünüyor, HEP gibi partiler ortaya çıkabiliyor. Kürt sözünü ağzına alanları partisinden atan sosyal demokratlar ”Kürt Raporu” hazırlayabiliyor.
Yenilik her bakımdan var:
a) Kürt halkı artık kitlesel olarak ulusal davaya sahip çıkıyor. Ulusal sorun [tek tek] parti ve grupların sorunu olmaktan çıkmıştır.
b) Halk hareketi üst düzeye varmış, tünelin ucu, kurtuluşun yolu görünmüştür.
c) Mücadele silahlı mücadele düzeyinde de ortaya konulmuş ve TC devleti zor duruma düşürülmüştür.
ç) Kürt sorunu uluslararası boyut kazanmış, dünya gündemine girmiştir.
d) Türkiye Kürdistan’ı genel Kürdistan mücadelesi içinde sivrilmeye başlamıştır. vs. vs.
Mücadelenin gelişimi açısından yeni dönemin ana özelliği devrim sürecinde Kürdistan’ın kendi dinamikleri üzerinde canlanması, Türkiye’dekine bağlı olmaksızın harekete geçmesi, ulusal öğenin yükselmesidir. Kürdistan’ın sosyal içerik [de] taşıyan ulusal devrimi kendi kökleri ve kaynakları üzerinde yükselmeye başlıyor…
Yeni dönem Kürdistan’da Kürt halkının ulusal derleniş, bütünleşme ve mücadelesinin yükselmesidir. Kürdistan devrimi yola çıkmıştır.
Kürdistan’da yeni dönem TC açısından ise başka anlama geliyor. TC devletinin Kürdistan’da kurduğu eski egemenlik sistemi bizzat kendi iç evrimi sonucu aşılıyor: tekelci kapitalizmin doğal gelişme seyri daha önce kurulan ekonomik, sosyal ve politik statükoyu yıkıyor; TC devletinin Kürdistan’da ekonomik – politik egemenliğini yeniden kurmaya; Kürdistan’la ilişkilerini yeniden düzenlemeye başladığı görülüyor.
Kürdistan TC devletinin tüm çelişki, bunalım ve sorunlarının en bariz biçimde ortaya çıktığı, son derece keskinleştiği bir kavşaktadır. Son on yıllık sürede kapitalizmin uğradığı ”transformasyon” Kürdistan’a tam bir yıkım getirmiştir. Kürdistan’daki ”Türkiye ekonomisi” ile Türkiye’deki ”Türkiye ekonomisi” net şekilde farklılaşmış; iktisadi ve sosyal yapıda ortaya çıkan bu derin uçurum ve Kürdistan’daki TC tekelci ekonomisinin gayrimeşru çocuğu durumundaki yeni ekonomi, eski egemenlik sisteminin yerine yeni bir egemenlik sistemini gerekli ve kaçınılmaz hale getirmiştir. Burjuvazi bu amaçla siyasal, hukuki ve idari yapıda değişikliklere yönelmektedir.
TC’nin Kürdistan’da egemenliğini eski egemenlik sisteminin özünü koruyarak bir üst düzeyde yeniden düzenleme ihtiyacı sadece iktisadi etkenlerden kaynaklanmıyor. Bu, aynı zamanda Kürdistan ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin yükselmesinden kaynaklanıyor.
Kürdistan ulusal mücadelesini tarihe gömmek amacıyla Kürdistan’da kontrollü biçimde geliştirilen kapitalizm iki ülkenin ”iktisadi entegrasyonu”nu sağladı ama zaman içinde bu ”bütünleşme” iki ülke arasında iktisadi, sosyal ve siyasal farklılıkları bir üst düzeyde yeniden üreterek ve ezilen ulusun kendi içinde iç bütünleşmesini sağlayarak Kürdistan ulusal direnişinin yolunu açtı. Kürdistan’da ulusal bütünleşmeyi köstekleyen eski feodal ilişkiler çözüldü; yoksulluk, eşitsizlik ve haksızlık üzerine kurulu çarpık ve dengesiz kapitalizm ulusal birlik ve bütünleşme bilincini kamçıladı.
Buna mücadelenin bir üst düzeyde üretilmesi evresi denk geldi. PKK’nin gerilla eylemi böyle bir konjonktürde ortaya çıkarak ulusal sorunun taşıdığı dev potansiyeli sergiledi. TC devletinin kendini ”yenilemek”, yeni siyasal düzenlemeleri gündeme getirmek; yeni idari, siyasi, hukuki egemenlik kurumları tesis etmek ihtiyacı içerisinde bulunmasının ikinci sebebi budur.
Kürdistan’da TC devletini yeni düzenlemelere zorlayan ve de mücadelenin yeni bir evreye sıçramasına yol açan etkenlere 12 Eylül faşizmini de eklemek gerekiyor.
Kürdistan’da yeni dönemi hazırlayan iktisadi gelişme (”liberalist transformasyon”, ”Özal ekonomisi”) işin bir yönüdür. Diğer yön siyasal ve tarihseldir. 12 Eylül öncesi politik mücadelenin sağladığı bilinç, 12 Eylül sonrasında faşizmin Kürdistan’da uyguladığı çıplak şoven ve militarist faşist politika bugünü hazırlayan kaynaklar arasında sayılmalıdır.
Faşizm ”bölücülüğe” karşı yürüttüğü azgınca ”mücadele” ile ulusal bilinçlenme sürecini istemeden şiddetlendirdi. 12 Eylül yıllarında izlenen zorba politika Kürt olduğunun bilincinde olmayan en geri insanların bile ”Kürt olduğu için bu zulme maruz tutulduğunu” sezmesine yaradı.
Ayrıca İran-Irak savaşı boyunca öne çıkan Güney Kürdistan kurtuluş mücadelesinin etkilerini de saymak lazım.
Bütün bunlara PKK’nin gerilla mücadelesi; komünistler ve diğer yurtsever güçlerin çalışmaları ve mücadelesi de eklenince ulusal mücadelenin yeni evresi ”ulusal diriliş ve direniş süreci” ortaya çıktı.
Kürdistan halkının Mart ayındaki Serhıldan’ı bu sürecin önemli bir kilometre taşı olarak belirdi.
Kürdistan komünistleri işte böyle bir sürecin içerisinde Kürdistan’da [farklı] politik bir alternatif odak yaratmakla yüzyüzedirler. Kürdistan’da ”siyasal önderlik” alanı henüz boştur. Şimdilik hiç bir siyasal örgüt bu boşluğu dolduramaz. Kürdistan komünistleri bu boşluğu doldurmak, herkesten çok farklı olan kendi siyasal programlarını hayata geçirmekle yükümlüdürler.
Bu ise görev ve taktiklerin doğru belirlenmesine ve sıkı, disiplinli örgüt çalışmasına bağlıdır. Bir çok konudaki görüş ve anlayışlarımızın bir sorgulamasını yapmamız, doğruluklarını sınamadan geçirmemiz, politik taktik ve tespitlerimizi doğru yaklaşımlar üzerinde [yeniden] üretmemiz gerekiyor. Bu yazıda kimi konularda partinin eksik gördüğüm görüşleri hakkında düşüncelerimi yazıyorum.
a) KÜRDİSTAN DEVRİMİNİN NİTELİĞİ
Kürdistan devrimi SİYASAL yönden ULUSAL DEMOKRATİK; İKTİSADİ yönden ANTİ-KAPİTALİST; SOSYAL yönden HALK DEVRİMİ özellikleri gösterir.
Kuzey Kürdistan devrim süreci toplumsal-iktisadi dinamikleri yönünden Türkiye devrimi, ulusal-siyasal talepleri ve dinamiği yönünden genel Kürdistan devrimiyle birleşir.
Kuzey Kürdistan devrim sürecini Türkiye devrim süreci ile birleştirecek toplumsal-iktisadi dinamikler [her iki ülke devrimlerinde] ”birlik” imkanı yarattığı kadar ”farklılık” ve ”ayrılık” öğeleri de yaratıyor.
Örneğin Kürdistan’da kapitalizmin gelişmesi Türkiye ile Kürdistan’ın ”iktisadi bütünleşme”sini gerçekleştirmiştir. Ancak ”ulusal eşitsizlik” ve ”ülkeler arası ekonomik dengesizli” üzerine kurulu ”bütünleşmiş kapitalist ekonomi” artık iki ulusu sadece birleştiren bir katalizör değildir; ”bütünleşmiş kapitalist ekonomi” , ”tek pazar”, ”ortak iktisadi temel” vs. bütün bunlar iki ulusu birleştirdiği kadar ayıran, farklılaştıran, bölen ögelerdir.
”Ortak iktisadi temel” ulusal ayrılıkları ve eşitsizliği gidermemiş; tam tersine azdırmıştır. Çünkü burada ”özgür ve eşit” bir ilişki, ”gerçek” bir ”bütünlük” yoktur; ”bağımlılık” vardır. İki ülke arasındaki bu eşitsiz ilişki, iki halk arasındaki ilişkiye de yansımıştır: Kürt halkı, ezilen bir ulusun halkıdır; Türk halkı egemen bir ulusun halkı. Her iki halkın da düşmanı ortaktır(kapitalizm), ama Kürt halkı aynı düşmanın ikili boyunduruğu altındadır. vs.
Kapitalizmin sarsıntı ve bunalımları en önce Kürdistan’ı hırpalar.
Kapitalizmin Kürdistan’da TC devletinin siyasal egemenliği altında gelişmesi ”ulusal eşitsizlik” ve ”haksızlığın” derinleşmesini sağladı. Böylece diyalektiğin ”tezin anti-teze dönüşmesi” kuralı işledi: TC egemenliği altında kapitalist gelişme iki ülke ekonomisini ”bütünleştirdi” ama ”bütünleşmiş, ortak iktisadi sistem” kendi içinde ”ulusal eşitsizlik ve farklılığı” şiddetlendirdi.
Siyasetle iktisat arasında diyalektik ilişki vardır: ”[Ezen ve Ezilen] Uluslar arasında siyasal eşitsizlik”, ”bir ulusun diğerini baskı altında tutması” durumunda gerçekleşen ”tek pazar, tek ekonomi” aslında biri, diğerinin insan ve maddi kaynaklarını sömüren ”iki ekonomi”dir.
Bu durumda ekonomi ne kadar ”birleşmiş, bütünleşmiş” olursa olsun; iki ayrı ülke ve iki ayrı ulus biri egemen, diğeri ezilen olarak ”bir arada” bulundukları için; sonuçta ortaya biri ”burjuva”, diğeri ise ”proleter” olan ”iki ulus”un ”birliği”, ”bütünlüğü” çıkar.
Kürdistan’da ulusal mücadeleyi yükselten, ulusal güçleri derleyip toparlamaya zorlayan süreç işte bu süreçtir. Kapitalizmin gelişmesinin nesnel bir sonucu ”entegrasyon”, ”birlik”, ”bütünlük”, ”ortaklık” şeklinde ortaya çıktı. Bir diğer sonucu ise ”ayrılık”, ”eşitsizlik”, ”adaletsizlik” vs.nin kısacası ”ezilen ulus” olma ”durumu”nun derinleşmesi oldu. Her iki yönden de ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesi açısından hem olumlu, hem de olumsuz sonuçları var. Her iki yönden de ”Türkiye ile Kürdistan halklarının mücadele birliği”ni pekiştiren veya güçleştiren öğeler var.
Kapitalizmin Kürdistan’da gelişmesinin yarattığı en önemli sonuç Kürdistan’da ”uluslaşma” sürecinin ortaya çıkması ve gelişmesidir.
Uluslaşma, ulus olarak kendini ayırma, derleme ve toparlanmadır. Uluslaşma kendini bütünleştirmedir. Ve bu yüzden ”iktisadi bütünleşme” içine girdiği [öteki] ulustan siyasal olarak kendini ayırmadır.
Kapitalizmin ulusları yaratma, ulusal duygu ve bilinci geliştirme, ulusların kendi siyasal birliklerini gerçekleştirmelerini sağlama vs. biçimindeki [ulusların oluşması ve] ”ulusçuluk” eğilimi ile ”ulusların kaynaşıp birbirleri içinde erimeleri, uluslar arasındaki çitlerin yıkılması” [eğilimi bir ve ] aynı tarihsel hareketin iki ayrı yönüdür. Kürdistan bu tarihsel hareketin içinde hem kendini ulus olarak kurma ve hem de ulusların karşılıklı kaynaşmasını gerçekleştirme evresini birlikte yaşamaktadır.
Kapitalizm, cumhuriyet dönemi boyunca çeşitli gelişme aşamalarından geçerek tamamen egemen duruma gelince iki ülkenin iktisadi entegrasyonunu gerçekleştirdi. TC devletinin hükümranlığı ve siyasal belirleyiciliği altında Türkiye ve Kürdistan’da tek bir ekonomi, tek bir pazar oluştu; egemen ulus bayrağı altında her iki ulus egemen sınıflarının uluslar-üstü iktisadi, sosyal ve politik egemenliği gerçekleşti. ”Siyasal zor” yoluyla boyunduruk altında tutulan Kürdistan, Türkiye Cumhuriyeti çerçevesi içinde yoğrularak, eritilmeye, Türkiye Cumhuriyeti ile ”bütünleştirilmeye” çalışıldı.
Türkiye ile Kürdistan’ın iktisadi entegrasyonunu (bütünleşme) sağlayan kapitalizm, TC devletinin siyasal belirleyiciliği altında gelişti. Bu yüzden Kürdistan’ın ”bağımsız” ekonomik gelişmesi gerçekleşmedi: Kapitalizmin gelişmesi Kürdistan’ın ulusal birlik ve bütünlüğünü kurmasını, ulusun kendisini kurmasını (ki bu: a- siyasal birlik, bağımsız siyasal oluşum, yani ulusal devlet; b- iktisadi birlik yani ulusal ekonomi anlamına gelir) engelleme, Kürdistan’da ”yabancı” bir ekonominin içselleştiği çarpık ve bağımlı bir (ulusal olmayan) ekonomi yaratma pahasına sağlandı. Kürdistan ekonomik ve ve sosyal coğrafya yönünden bölündü; Kürdistan’ın Batı kesimleri ile Doğu kesimlerinin, Güneyi ile Kuzeyinin arasında iktisadi ve sosyal ilişkiler koparılabildiği kadar koparıldı; aralarında gelişme farklılıkları yaratıldı; Kürdistan’ın bölgeleri ve halkı birbirine yabancılaştırıldı.
Kürdistan TC devletinin iktisadi ihtiyaçlarına göre, iktisadi coğrafya yönünden bölündü. Bu bölünme siyasal nedenlerle, özellikle asimilsyon amacıyla daha da derinleştirildi.
Ancak çarpık ve özürlü de olsa kapitalizmin gelişmesi bir önceki düzeye göre elbette ki bir ilerlemeydi. Bu ilerleme emekçi sınıfların mücadelesi açısından elverişli imkanlar getirdi. Kürdistan’da modern sınıflar doğdu.
Kapitalizmin gelişmesi sonucu eski ilişkilerin, eski sosyal yapının çökmesi Kürdistan’ı durgunluk ve uyuşukluktan çıkardı; hareketlilik ve arayış içerisine soktu. Sosyal mücadele yükseldi; köylülerin, gençliğin, aydınların, esnafın düzene karşı muhalefetleri ve mücadeleleri çeşitli biçimlerde ortaya çıktı, gelişme gösterdi; işçi sınıfı hareketi doğdu. Nihayet siyasal arenada sosyalist ve yurtsever politik örgütler ortaya çıktı.
Kürdistan’da nüfusun göç hareketi, kimi zamanlar kitlesel dalgalanmalar halini alarak, durmaksızın devam etti; aşiret ilişkileri çözüldü. Kırın ve aşiret yaşamının dar, kısıtlı ortamından kopan ve Türkiye’ye, Avrupa’ya, Arap ülkelerine göç ederek ekmek kavgasına yönelen milyonlarca insanın bu durmadan süren göç hareketi önemli sonuçlar doğurdu. En başta, ulusal kimliğini fark etme, ulusal ezilmişliğini derinden hissetme ve aynı zamanda diğer uluslardan insanlarla kaynaşma; yani ulusal ve enternasyonalist bilinci, sınıfsal bilinci birlikte alma sonucu ortaya çıktı.
Kürdistan’ın kendi topraklarında ise, kırlardan kentlere akın yüzünden, kent nüfusu kalabalıklaştı; işsizlik, konutsuzluk gibi sosyal problemler şiddetlendi.
Kürdistan’da ulusal bilinçlenme ve ulusal kurtuluş mücadelesinde 1960 – 1980’li yılları başlıbaşına bir dönem olarak değerlendirmek gerekir. Bu dönemin özelliği, ulusal mücadelenin yeniden doğuşu, ulusal sorunu ortaya koyma, Kürt halkını kendine tanıtma (ulusal bilinçlenme) ve Kürt halkının varlığını dosta-düşmana duyrma, kanıtlamadır. Ancak bu mücadele, Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayıp 1940’lara kadar devam eden mücadeleden temelden farklıdır. Aradaki kesiti yılları önemli farklılıklar yaratmıştır. En temel farklılık bu mücadelenin güçlü bir sınıfsal – toplumsal mücadele temelinde / veya ekseninde yükselmesi, ona eşlik etmesi ya da onun izinden gitmesidir. Bu önceki dönemin (1920-1940) mücadelesinin ulusal içeriği devralınmış, ama olduğu gibi değil, aşılıp yeniden biçimlendirilerek devralınmıştır. Bu dönem, Kürdistan’da sosyal ve politik örgütlerin doğup güç kazanması, şekillenmesi ve yerlerini alması dönemidir. Eski tip aşiret, din, mezhep vb. temelindeki geri feodal örgütlenmeler yerlerini modern örgütlenmeye bırakmıştır.
Bu yıllarda Kürdistandaki toplumsal mücadele güçlü bir proleter temele sahip olmadığı için yine de henüz tam gelişmiş ve olgunlaşmış sayılmaz. Yani nasıl ki ulusal mücadelenin bir ilk evresi, yeniden doğuş ve filizlenme evresi dönemin belirgin özelliği ise bu mücadelenin temelleri üzerinde yükseldiği toplumsal özellik de henüz tam gelişmiş ve olgunlaşmış değildir. Bu yönden de hareketin henüz çocukluk ve gençlik dönemidir.
İşçi sınıfı belli merkezlerde varsa da Kürdistan’da, kapitalizmin [Türkiye’de] ulaştığı boyutta bir işçi sınıfı oluşmamış; mülksüzleşip proleterleşen yığınlar esas olarak Türkiye’ye akmış Türkiye metropollerinin işçi hareketinin güçlü bir bileşeni ve hatta çoğu kez esas gücü Kürdistan’dan kopup gelen işçiler olmuştur. Çünkü kapitalist üretim ilişkileri Kürdistan’a hızla dalmış ama üretici güçleri sağlıklı bir şekilde geliştirmemiştir. Çözülen ve mülksüzleşen köylü yığınları kitle halinde Türkiye’ye veya daha öteye göç etmiştir.
Kürdistan işçi sınıfı hizmet, ulaştırma, tarım, madencilik, petrol gibi alanlarda ve bir de tarıma dayalı sanayilerde (dokuma, tütün, şeker vb. fabrikaları) istihdam edilmiştir; güçlü bir sanayi proleteryası çekirdeği yoktur ve işçiler hala köylülükten tam kurtulamamışlardır. İşçi sınıfının, mücadelenin bu yeniden doğuş evresinde, çok güçlü bir rol oynayamamasının ve sürece damga vuramamasının nedeni budur.
Kürdistan’da ulusal mücadele ve toplumsal mücadele olarak biribirine sıkı sıkıya bağlı iki ana devrimci dinamiğin 1960-80 yılları arasında gösterdiği düzey bir bakıma kapitalizmin o yıllardaki gelişme özellikleriyle bağıntılıdır.
Kürdistan ekonomisi Türkiye’nin ham ya da yarı işlenmiş maddeler ve işgücü ihtiyacını karşılayacak biçimde düzenlenmiştir. Kürdistan’a sermaye yatırımları yapılmamış; özel sermaye Kürdistan’a girmekten kaçınmıştır. Özel sermaye kàrlı ve güvenilir bulmadığı için Kürdistan’a gelmeyince, gerçekleştirilen yatırımlar sadece devlet yatırımları olmuş, bunlar da tekelci sermayeye kaynak sağlayacak biçimde düzenlenmiştir.
Bu, Kürdistan’da çarpık, geri ve yabancı bir kapitalizmdir. Bu kapitalizm derin çelişkiler barındırır. Çelişkiler yumağının kördüğümü ulusal çelişkidir. 1960’lı yıllarda sosyal içerikli ulusal mücadelenin yükselme zemini budur.
Mücadele, 1960-70 arasında sorunu öne koymadır. Bu dönemde sorun henüz ”Doğu Sorunu”dur. M. Emin Bozarslan ”Doğu’nun Meseleleri”ni, İsmail Beşikçi ”Doğu Anadolu’nun Düzeni”ni yazar. Kürt solu DDKO ile kendini [Türk solundan] ayrıştırır.
1970-80 arasında ”Doğu Sorunu” artık ”Ulusal Sorun”dur. Leninist teorik tezler temelinde ”Ulusal Sorun”un niteliği tartışılır ve farklı tezler berraklaşır.
1980-90’larda artık sorun, adıyla sanıyla, ”Kürt Sorunu”dur. Sorunun niteliği değil, ”çözümü” tartışılmaktadır.
KÜRDİSTAN’DA SİYASAL MÜCADELENİN GELİŞİMİ
Kürdistan ulusal kurtuluş hareketinin birinci döneminin ana özelliği, hareketin burjuva ulusal nitelik taşımasıdır. 1920-1940 yılları arasında verilen mücadelede önderlik burjuva ve feodal güçlerin elindeydi. O yılarda Kürdistan’da ulusal bilinç ve ulusal birlik yeterince olgunlaşmamıştı. Kapitalizm cılızdı, ulusal pazar yeni yeni oluşuyordu. Kürdistan’ın sosyal yapısı feodalizme ve aşiretçiliğe dayanıyordu; kitlelerin ulusal, laik, demokratik bilinçleri gelişmemişti; bunun yerine daha çok feodal ve dinci ideoloji ağır basıyordu. 1940’lara kadar patlak veren isyanlar köylü yığınlarına dayanan ama yerel feodaliteye yönelmeyen; aksine yerel feodalitenin öncülüğünde egemen devlete karşı yönelen hareketlerdi. Bu sebeplerden dolayı hareket istikrar, süreklilik ve bütünlük kazanamadı. Parça parça patlak veren hareketler bastırıldı; isyanlara baş çeken feodaller ezildi veya TC’ye bağlandı. Kürdistan’da TC’nin siyasal egemenliği zorla hakim kılındı.
1940-60 yılları ulusal hareketin durgunluk yıllarıdır. Yoğun baskı, zulüm, asimilasyon politikasıyla TC devleti Kürdistan’da egemenliğini tesis etme ve pekiştirme çabasındadır. Yerel egemen sınıflarla ittifak kurulmuş, bunlar rejime ortak edilmiştir. Kapitalizm egemen üretim biçimi olma yolundadır.
1960’lı yılların başlarında yurtsever aydın ve gençlerin öncülüğünde ulusal fikir ve düşünceler ileri sürülmeye başlanır. Bunlar henüz çok ham, geri ve ilkel düzeydedir; ama hızla yayılır. Türkiye sol hareketi ile birlikte Kürdistan yurtsever hareketi doğar ve işbirliği halinde mücadele yürütülür. Ancak başlangıçta birlikte davranan sol zamanla ayrışır, parçalanır. Türk solu – Kürt solu ayrışır; Türk solu kendi içinde ayrıca parçalanır. Kürt solu ise şekillenmeye başlar. Parçalanmasını bir sonraki devreye bırakır.
1960’lı yıllarda sorun henüz ”Doğu Sorunu”dur. ”Doğu Sorunu”, ”Doğu’nun geri bıraktırılmışlığı, feodal ilişkilerin sürmesi, toprak sorunu, dil sorunu” ve nihayet ”etnik sorun” düzeyine dek yükselir.
1960’lı yılların sonunda ”Doğu Mitingleri” ve DDKO örgütlenmesinin ortaya çıkması varılan en ileri düzeydir.
Kürt sorunu, ”bölgesel farklılıklar”, ”eşitsizlik” ve ”baskılar” düzeyinde dile getirilmiş; Türk solu, bundan ilerisine, Kemalist şoven zihniyet nedeniyle, ulaşamadığı için her iki ülke solu bölünmüş ve kendi evrimleşmelerine başlamıştır. Ancak, bu yılların sonuna doğru iki ülke solu farklılaşırken, Türk solu içerisinde bir kesim, Kürt sorununu o yıllara göre en ileri bakış açısıyla ele alarak şovenist yapıyı aşmaya yönelmiştir. Bu hususta ulusal sorunu ilk kez gündemine alan THKO ve TİKKO olmuştur. Her ne kadar bu örgütlerin söylemlerinde de ‘II. Milli Kurtuluş Mücadelesi” vs. gibi Türk milliyetçisi motifler varsa da Kürt gerçeği benimsenmiş ve bu iki örgüt kendi devrimci çıkışlarını da esasında Kürdistan topraklarına dayandırmışlardır.
Ancak, Kürt sorununun bir ”etnik sorun” düzeyinden ”ulusal sorun” düzeyine çıkması 1975 sonrasıdır. 1960’lı yıllarla içine girilen dönemin, ikinci evresi başlamıştır.
1960’larla başlayan yeni dönem, Kürt ulusunun kendi kimliğini tanıması, ulusal varlığının bilincine varması, varlığını dosta-düşmana duyurması ve kanıtlaması dönemidir. 1980’lere dek süren bu dönemin birinci evresi, henüz ulusal kimliğini ileri sürme ve bunu bir temele dayandırma, arayış ve mayalanma evresidir. 1960-70 yılları arasında ulusal sorunun çözüm anahtarı keşfedilmiştir: Bu anahtar Marksizmdir. Marksizm-Leninizm didik didik edilir. Kürt solu kendisini Türk solundan ayırt eder.
İkinci evre 1975-80 arasıdır. (Arada 12 Mart kesintisini ikinci evrenin mayalanma, geçiş dönemi olarak nitelendirebiliriz.) İkinci evrede artık ”ulusal sorun”, ”ulusun varlığı” ve ”ulusal sorunun [çözüm] anahtarı” ortaya konulur. Kürt solu iyice şekillenmiş, kendi içinde ayrışmaya başlamıştır. Hareket artık kitlesel temel kazanır. Kitlelerin günlük siyasal mücadeleleriyle birlikte her yerde ”ulusal sorun” tartışılır, ulusal hak ve talepler ileri sürülür. Ancak, Kürt solu kendisini Türk solundan ayırmasına, Türk soluyla karşılıklı suçlamalara ve konumlarının meşruiyetini tartışmasına, ayrıca ayrışmaya neden olan ”ulusal sorunu” tartışmasına rağmen her iki sol arasında düşmanlık ve kopuş olmaz. Kürt sorununun çözümü için temel ilke konur: ”ulusların kaderlerini tayin hakkı; ayrılma özgürlüğü”… Türk solunun bir kesimi ”ulusların kaderlerini tayin hakkı”ndan sadece ”birleşme özgürlüğü”nü anlar. Diğer kesim ”ayrılma özgürlüğü”nü vurgulamakla birlikte henüz bunun örgütsel aracını, programsal çözümünü vs. koyamaz. Bu evrenin sonuna doğru bu konuda somut çözüm en önce TKEP’ten gelir: ”Birleşik devrim, birleşik örgütlenme, ulusal devletini kurma hakkı”.
Kürt solu ile Türk solunun diğer bir tartışma konusu ”Kürdistan’ın statüsü”dür. Kürt solu fikir birliği içerisinde buna ”sömürgecilik” der. Türk solu bu konuda faklıdır. Kimisi net değildir, kimisi ”sömürgecilik” der, kimisi ise ”ilhak” tanımını benimser.
Her iki sol arasındaki tartışma konularından birisi de birbirlerinin ”varlığının meşruiyeti”, birbirlerinin ”siyasal niteliği”dir. Kürt soluna göre ”Türk solu sosyal-şövendir”, Türk soluna göre ise ”Kürt solu küçük-burjuva milliyetçiliğidir”.
Ama esas kargaşa bizzat Kürt solunun kendi içindedir. Dönemin sonuna doğru ortaya çıkan PKK, Kürt solunun diğer kesimlerini ”tehdit” etmektedir; programı ve politikaları belirsizdir. Kürt solu kendi içinde şiddete dayanan bir güç ve hegemonya yarışına girer. Kürt solunun bir kesimi Türk soluyla birlikte örgütlenmektedir; birlikte örgütlenenler kendi aralarında Türk solundaki ayrılıklara göre bölünmüşlerdir. Türk solundan ayrı örgütlenenler birlikte örgütlenenleri işbirlikçilikle suçlamaktadır. vs.
Yine de bu dönemde ulusal hareketin ana özelliği ”ulusal sorunun ortaya konulması”dır. ”Ayrılma özgürlüğü hakkı”nın ilkesel savunuculuğunu yapan Kürt solu TC devletinin tüm suçlamalarına rağmen aslında ”bölücülük” peşinde değildir; ”demokratik temellerde” olduktan sonra hiç kimse ”birlikte” kalmaya karşı değildir; ancak: 1) Her an için ”ayrılma hakkı” saklı tutulmalı; 2) ”Birliğe” Kürt halkı kendi ”rızasıyla” katılmalı; 3) Her halükarda Kürt halkının ”kendi siyasal devleti” olmalı, ”egemenlik ve özgürlüğü” kabul edilmeli.
Dönemin sonuna gelindiğinde artık Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi önemli ölçüde netleşmiştir. İki ayrı ana çizgi vardır: Birleşik örgütlenenler, ayrı örgütlenenler. Ayrı örgütlenenler ise kendi içlerinde mücadele yöntemleri bakımından ikiye ayrılmıştır: Sağ ve sol…
Hareket ülke zeminine oturmuş, esas olarak kırsal kesim, gençlik, aydınlar ve esnaflar arasında taban bulmuştur.
Siyasal (ulusal) hareket, sosyal hareketle içiçedir, birlikte yükselmektedir.
Kürdistan’ın Türkiye ile daha fazla bütünleşmiş Batı kesimlerinde daha çok Türkiyeli örgütler egemenken, ulusal hareketin güçlü olduğu yerlerde Kürt solu hakimdir.
Kürdistan’ın hemen her kesiminde örgütlü olan Kürt örgütü PKK’dir.
Kürdistan’da henüz güçlü bir işçi sınıfı hareketi ve [Kürdistan] komünist partisi yoktur.
12 Eylül ile hareketin bu dönemi kapanır.
Ulusal kurtuluş hareketinin 1960-80 arasını kapsayan iki evreli (kendi içlerinde alt evreleri elbette vardır) ”yeniden doğu dönemi” kapanmış; sorun artık ”ulusal sorun” olarak ortaya konmuş, siyasal odaklaşmalar, program vestratejiler netleştirilmiş, artık yeni bir döneme geçişin temelleri döşenmiştir.
KKP bu dönemin sonunda, yeni döneme geçişi kesintiye uğratarak, yeni dönemin mayalanmasını hazırlayan 12 Eylül koşullarında ortaya çıktı.
Yeni dönem 1980’lerle birlikte açılmaya, mayalanmaya başladı. Yeni dönem artık sorunun ortaya konulmasından çözümün ortaya konulmasına sıçrama, çözümü ileri sürme dönemidir. Stratejilerin uygulamaya sokulması dönemidir.
1960’larla başlayan dönemi, daha sonradan TKSP, PPKK, KUK’a vs. dönüşecek olan güçler açtı, olgunlaştırdılar. ”Ulusal sorun”u ortaya koymak ve tanıtmak ağırlıklı olarak bu güçlere nasip oldu. Dönemin sonunda ortaya çıkan PKK ise yeni dönemin başlatıcısı oldu. Şimdilik yeni döneme damgasını vuran PKK.
b) BÜTÜNLEŞMİŞ DEVRİM SÜRECİ – NESNELLİĞİN ANLAMI
Kürdistan ve Türkiye devrimleri birbirinden kopuk, ayrı ayrı kanallarda gelişmeyecektir. Her iki ülke devrimini aynı cephede, aynı düşmana karşı birarada bulunmaya zorlayan nesnel etkenler son derece güçlüdür.
Ancak güçlü nesnel koşullar mevcut diye kollarımızı kavuşturup oturmamalıyız. Böylesi bir tutum kaderciliktir. Nesnel koşulların uygunluğu ve nesnel olanaklar eğer öznel etkenler gerekli tutumu alma becerisi gösterirlerse bir değer taşırlar. Çünkü nesnellik çok yönlüdür. Burjuvazinin kendi politikasını yürütebileceği nesnel dayanakların varlığı kadar proleteryanın ve küçük burjuvazinin de kendi politikalarını üzerine dayandıracakları zeminler vardır. Sonucu güçler dengesi, politik beceriklilik vs. gibi öznel etkenler tayin edecektir.
Her iki ülke devriminin birleşik niteliği, devrim dinamiklerini bütünleştiren nesnel etkenler üzerinde yeterince durduğumuz için biraz da ”ayrılık” etkenleri üzerinde duralım (iki yönün diyalektik ilişkisini unutmamak gerektiğini hatırlatmak kaydıyla).
Devrim patlaması birlik ve ayrılığın diyalektik ilişkisine somut örnektir. Devrim, devrimin farklı taleplerini şiar edinmiş değişik güçleri birleştirir, yoğunlaştırır ve gerer. Patlayan bu güçleri ortak tek hedef üzerine birleşik bir halde sevk eder. Hedef yıkıldığı zaman devrimin güçleri arasında ayrılıklar, her kesimin kendi yoluna gitme arzusu öne çıkar.
Devrim, kurulu dengeleri sarsmak, her şeyi altüst etmektir. Bunu ister kısa bir anda yapsın, isterse zamana yayılmış bir tarzda bir süreç halinde gerçekleştirsin sonuç aynıdır.
Buna göre ulusal meselede de durum böyle olur. Devrimle birlikte [ezen ve ezilen] ulusların karşılıklı ilişkileri de sarsılır, o zamana kadar bastırılmış kuvvetler birdenbire bütün iddetleriyle ortaya çıkarlar.
Bendini yıkan selin aynı kanalda gitmesi mutlak bir zorunluluk değildir. Devrimin, önlerindeki engelleri yıkarak, yollarını açtığı sınıflar, uluslar ve diğer topluluklar ancak belirli koşullar mevcutsa aynı doğrultuda yol alırlar.
Örneğin Ekim devrimi sırasında Kafkas cumhuriyetleri, bağımsız sovyet cumhuriyetleri haline geldiler. Menşevik hükümetler kuruldu. Dış [emperyalist] kışkırtma ve müdahale, menşeviklerin kitleler üzerindeki etkinlikleri, kimi yerlerde küçük burjuva veya burjuva milliyetçilerinin etkin olması vb. gibi etkenler yüzünden bir çok ülkede (Ermenistan, Gürcistan, Polonya vb.) burjuva ulusal devletler kuruldu. Bunları Sovyet ittifakına ancak Kızıl Ordu müdahalesi bağladı.
Tek başına bu örnek bile ”bütünleşmiş tek devrim” formülüne mümin gibi sıkı sıkı sarılmanın fazla birşey ifade etmeyeceğini gösterir.
Devrim, doğası gereği ”bütünleşmiş”, ”birleşmiş” seyretmeyecektir. Biz, bize bu olanağı veren koşullardan yararlanarak devrimi ”birleşik” götürebilir, yönlendirebilirsek o birleşik olacaktır. ”Bütünleşmiş tek devrim ya da birleşik devrim” proleteryanın, tüm emekçilerin kendi sınıfsal tercihi; komünistlerin projesi, pprogramı, niyetidir. Birleşik dinamik, Kürt ve Türk devrimcilerinin tutumu ve çabalarına bağlıdır.
Demek ki, öznel etkenler, irade ve kuvvet önemli rol oynuyor. Komünistler nesnelliği tek yanlı değerlendirmiyorlar; nesnelliğin getirdiği değişik seçenek ve çözüm yolları arasında onlar kendi çözümlerini öneriyorlar. Mesele her iki halktan emekçi yığınları bu ortak sınıfsal çıkara ikna etmededir. Burjuvalar anlaştığına göre biz de anlaşabiliriz; bunu halkımıza kavratmalıyız.
Kürdistan ve Türkiye devrimlerini birbirleriyle birleştirecek olan [şey] esasında devrimci irade ve müdahaledir. Yoksa nesnel dinamikler tek başına her derde deva değildir; ayrıca, nesnel dinamikler öyle tek yönlü, şaşmaz, hep ”birleşik” ve ”bütünleşme” doğrultusunda işlemez. ”Ayrılık”çı yönler de vardır. Sözgelimi TC devletinin Kürdistan ve Türkiye devrimlerini biribirinden ayırarak ezmeye çalışması; ya da emperyalizmin Kürdistan devrimine kendi arzuları doğrultusunda yön vermeye çalışması sadece öznel çaba olarak yorumlanamaz; bu çabaların başarısını mümkün kılan nesnel temeller de mevcut. Hiç olmazsa bir yere kadar.
Ulusların özgürce kaynaşmalarının önündeki engel sömürücü sınıflardır; [Türk ve Kürt halklarının gerçek birliği ve kardeşliğinin düşmanları, Kürt halkının üzerinde baskı kuranlardır.] c) KÜRDİSTAN DEVRİMİNİN ULUSLARARASI NİTELİĞİ
Kürdistan sorunu, Misak-ı Milli çerçevesini aşar. Kuzey Kürdistan’ın kurtuluşu, Türkiye’nin [emekçilerinin] toplumsal kurtuluş sorunuyla sıkı ilişki içerisinde olmasına rağmen, tek başına, Türkiye’nin kurtuluşuna havale edilemez.
Böylesi bir yaklaşım kaderciliktir. Bir ulusun ulusal kurtuluşu sözkonusuyken bu görevi çözmeye talip olan güçler her şeyden önce kendi güçlerine güvenmek zorundadırlar. Kürdistan ulusal ve toplumsal kurtuluş devrimi Türkiye toplumsal devrimi ile bağlantılıdır; ama kendi bağımsız dinamiği de vardır.
Sadece Kuzey Kürdistan sorunu çözümlenmeye başlansın, ulusal sorun uluslararası boyut kazanır; Misak-ı Milli sınırlarını aşar; Irak, İran, Suriye’yi; dolayısıyla Avrupa, ABD ve Sovyetler’i etkileyen [ilgilendiren] uluslararası boyutlara erişir.
Kuzey Kürdistan sorunu en başta Kuzey Kürdistan halkının ulusal özgürlük ve egemenlik sorunudur; sonra Türkiye halkının toplumsal özgürlük ve devriminin sorunudur. Türkiye devrimi, Kürdistan sorununa çözüm sunmak zorundadır; ayrıca, başarıya erişmek için Kürdistan devrimine dayanmak zorundadır. Kürdistan halkının desteğini almayan bir genel Türkiye devrimi düşünülemez; böyle bir gelişme başarıya ulaşamaz. Demek ki, Kürdistan devriminin, Türkiye devrimiyle birleşme, ona güç verme olanağı vardır.
Ama iş burda bitmiyor. Kuzey Kürdistan sorunu, Kürdistan’ın genel kurtuluş[-unun da] sorunudur. Kürdistan parçaları arasındaki fiili ayrılık (farklı pazarlar, farklı devrim dinamikleri oluşmuş olması) ulusal bütünleşme için kesin ve mutlak engeller değildir. Bu ayrılık, Kürdistan parçaları arasında birleşik bir kitle hareketi yaratılarak giderilebilir.
Teorik olarak böylesi bir siyasal bütünleşme, genel Kürdistan devrimi imkansız değildir; bizzat ulusal sorunun kendisi her türlü yapay ve zora dayanan statükoları kırabilir, zorla ayrılan Kürdistan devrim dinamiklerini birleştirebilir, bu yönde güçlü bir dürtü sağlayabilir.
İçine girdiğimiz dönemde Türkiye Kürdistanı çok önemli bir tarihsel rol ve görevle, fırsat ve imkanla karşı karşıyadır: Bu, Ortadoğu dengelerinin sarsılması rolüdür.
Kuzey Kürdistan ulusal devrimi Türkiye devriminin güçlü bir iticisi ve devindiricisi olacak; Türkiye toplumsal devrimi ile bütünleşecektir. Kuzey Kürdistan devrimi Kürdistan’ın öbür parçalarının doğal ve fiili önderi olacak, bütün Kürdistan devrimini sürükleyecektir. Kuzey Kürdistan devrimci mücadelesinin baş edilmez bir aşamaya ulaşması onu bu noktaya getirir. Çünkü K. Kürdistan: a) Kürdistan’ın coğrafi ve nüfus bakımından en büyük parçasıdır. b) Kapitalizmin gelişmesi, kentleşme, sanayileşme, ekonomik düzey bakımından en ilerisidir. c) Aşiret ilişkilerinin çözülüp modern sınıfların oluşması, proleteryanın devrime baş çekebilecek nicel ve nitel güce ulaşması gibi sosyal gelişme bakımdan en ilerisidir. d) Mücadele biçimleri, yol ve yöntemleri bakımından, değişik yolları uygulayabilme imkanlarına sahip olma bakımından en ilerisidir. e) Nihayet çağın evrensel teknik ve kültürel gelişme düzeyini yakalama bakımından da en avantajlısıdır.
Bütün bunlar Kuzey Kürdistan ulusal devrimini İran, Irak, Türkiye, Suriye’yi sarsacak; bu ülkelerin sosyal devrimlerini kışkırtacak ve bunların kendi aralarında enternasyonal birlik ve dayanışmayı kurmalarına imkan verebilecek noktaya getirir.
İki ayrı sosyal – siyasal ve iktisadi düzene sahip iki Almanya’nin birleşmesi ulusal dinamiğin gücünü gösteriyor.
Demek ki bir devrimci kriz anında ulusal sorun hala önemli roller oynayabilecek bir etkendir.
İktisadi ve siyasi parçalanmışlık ulusal hareketin ulusal birliği kurmasının önünde kesin ve mutlak, baş edilmez bir engel değildir. Güçlü bir önderlik farklı parçaları tek bir eksen etrafında birleştirebilir. Geçen yüzyılda Prusya’nın Alman birliğini, Pyemonte krallığının İtalyan birliğini kurmada oynadığı rol buna örnektir.
ç) KÜRDİSTAN’IN STATÜSÜ
Kürdistan’ın statüsü, Kürdistan’ın Türkiye ile ilişkilerine göre belirleniyor. Kürdistan, Türkiye’nin siyasal boyunduruğu altındadır. Ülkesi zor yoluyla ilhak edilmiştir.
Kürdistan, sömürgelerden çok farklı, benzeri olmayan bir siyasal statüdedir. Bu statünün bir benzeri olmadığı için ”Kürdistan sömürge midir” sorusu çoğu kez kısır tartışmalara yol açmıştır. ”Kürdistan’ın sömürge olmadığını” saptayan güçlerin bu doru saptamaları çoğu kez farklı amaçlarla kullanılmıştır.
Şöyle ki: ”sömürgeler ile sömürgeciler arasında statüko farklılıkları kesindir, o yüzden devrim dinamikleri ayrıdır, o yüzden ayrı örgütlenme ve ayrı mücadele geçerlidir.”
Kürdistan’ın sömürge olduğunu söyleyenler de, itiraz edenler de sorunu böyle koymuş, ayrı mücadeleyi savunanlar Kürdistan’ın sömürge olduğunu, birlikte mücadeleyi savunanlar olmadığını ispatlamaya yönelmişlerdir. Bu ise tartışmaları daha baştan kısırlaştırmıştır. Kürdistan’ın çok özgül bir konumu vardır ve işin gerçeği bu konumun literatürde herhangi bir adı yoktur.
Kürdistan sömürgelerden siyasal yönden faklıdır. Kürtlerin ayrı bir ulus, Kürdistan’ın ayrı bir ülke olduğu gerçeği reddedilmiştir. Bu durum sömürgelerden daha ağır, sinsi ve kötü bir baskı yaratmıştır. Ulusun kimliği reddedilmiş, ulus yok sayılmıştır. Sömürgecilikte çıplak ve açık baskı varken Kürt halkı sonuçlar itibariyle sömürgelerdekinden daha korkunç bir tahribat yaratan, ulusal varlığı felç eden bir baskıya maruz tutulmuştur.
Tarihte hiçbir ulusun ”ben ayrı bir ulusum” diye kendini kanıtlama mücadelesini verdiğini görmüyoruz. Ama Kürt halkı böyle bir mücadeleyi de vermek zorunda kalmıştır.
Benzetme tam uygun değil ama durumu biraz kölecilikle kapitalizm arasındaki farklılığa benzetebiliriz. Her iki toplum da sınıflı toplumdur, ama birbirinden çok farklıdır. Kölecilikte köle ile efendi arasındaki ilişki çıplak ve nettir. Köle, köle olarak; yani ayrı, eşitsiz, aşağı bir varlık olarak kabul edilir ama efendinin malıdır; efendinin köle üzerindeki egemenlik hakkı dolambaçsız kabul edilmiştir. Kapitalizmde ise işçi sözde özgürdür, patronla eşittir, patronun işçi üzerindeki egemenliği ve sömürüsü gizlenmiştir, dolaylıdır.
Sömürgelerde durum bir ölçüde köleciliğe benzer: sömürge ile sömürgeci arasında fark açıktır, mücadele de nettir. Ama Kürdistan böyle değildir; o önce kendisinin ”efendisi”nden ayrı olduğunu ispatlamak zorundadır.
Kürdistan’ın bu statüsüne biz, literatürde uygun bir terim bulunmadığı için, ”ilhak” dedik. Buna ”sömürge” denilmesinin, bu statü, bilinen ”sömürge statüsü” ile nitelikçe farklı olmasına rağmen fazla bir mahzuru yoktur. Çünkü bilimde bir ve aynı kavram birbirinden çok değişik bir kaç anlamda kullanılabilir. Bu bakımdan içeriği doldurulmak kaydıyla dile iyice yerleşmiş ”sömürge” kavramını biz de kullanabiliriz.
Bu konuda gerekli değişiklik resmen netleşmedikçe ”ilhak” terimini kullanmaya devam edeceğiz. Bu yazıda da bu kavram kullanılacaktır.
Kürdistan’ın bugünkü siyasal statükosu (yani bizim tabirimizle ”ilhak edilmiş ezilen ulus” konumu) Kürdistan’ı tarihten ve dünyadan silmek için seçilmiştir. Kürt yoktur: Kürt Türkiye’de Türk, İran’da Pers, Irak’ta – Suriye’de Arap’tır! Toprakları da Kürdistan değil; Türkiye, Irak, İran, Suriye’dir! Yani ülkesi de yoktur! Egemenlik ve özgürlük haklarından yoksun Kürt halkı sömürgelerin sahip olduğu ”var” olma hakkından da yoksundur. Kürt ve Kürdistan ”yok” olunca; Kürdistan’da, ”yabancı dış” bir güç de yoktur! Sömürgeciler her yerde ”yabancı”dır, ”efendi”dirler. Kürtlerin üzerinde, tepelerinde bir ”yabancı”, ”dış güç”, ”zorba” yoktur(!) Peki nerededir? Bu, her yerdedir. Dışarda değil, içerde, Kürt halkının damarlarında, beyninde, yüreğindedir.
Kürt halkı Kürt olduğunu ne zaman ki mırıldanmaya başlar; bu esrarengiz güç, bu ”Big Brother” derhal meydana çıkar. Kürt halkı Kürtlüğünü telaffuz etmediği zamanlarda da işini sürdürür. Ama derinden derine.
Durum bu olduğu için Kürdistan’da ulusal bilinçlenme son derece güç ve geç gelişmiştir. Ulusal varlığını ileri sürmek için önce her yurtseverin kafasındaki ”Türk zihniyeti”ni kırması, sonra Kürtlerin ayrı konumlarını, ”kendilik”lerini anlaması, ayrımcılığı ve baskıları görmesi ve göstermesi vs. vs. gerekmiştir.
Böyle bir çıkış ancak gelişmenin belli bir evresinde mümkün olmuştur. 1960’lardan sonraki ”yeniden uyanış”ın altında kapitalist gelişme yatar. Ancak bu gelişme Kürdistan burjuvazisinin öncülüğünde olmaz. Çünkü Kürdistan’da TC egemenliğinin esas dayanaklarından birisi bu sınıftır. Kürdistan’ın burjuvaziye evrimleşen egemen sınıfları artık ”yerel egemen” sınıf değil, ”ulusal sınıf” değil, ”işbirlikçi” sınıf da değil; kimlik değiştirmiş [ulus üstü – ulus dışı] egemen sınıftır; yani Kürtlükten çıkmıştır. Kendini TC nezdinde Kürt saymaz, Türk sayar; hatta artık kendi nazarında da Türk’tür. Ama yerel düzeyde, TC himayesi ve onayı altında, alttan alta Kürtlüğünü de gerektikçe kullanır.
Böyle bir sınıf eliyle ulusal bilinç yeşertilemeyeceğine göre ulusal talepler, dile getirmek, ulusal bilinci ileri sürmek ancak küçük-burjuva devrimci – demokratlara düşer.
”Sömürgecilik” tezi devrimci – demokratların tezidir. Yanlış bir tez olmasına rağmen Kürdistan’ın Türkiye’den ayrı olduğunu, ayrı sorunlarla karşı karşya olduğunu ve o yüzden de Kürdistan devriminin Türkiye devriminden ayrı ele alınması gerektiğini öne sürmesi açısından, eksikliklerine rağmen, olumludur. Çünkü Kürdistan devrimcileri Kürdistan devriminin Türkiye devrimiyle ilişkilerine kendi pencerelerinden bakmalıdırlar. ”Türkiye devrimiyle bütünleşme” Kürdistan devriminden yola çıkılarak elde edilmelidir. ”Birleşme” için önce ”ayrılığı” ortaya koyma, ”kendini tanımlama, ayırt etme ve güçlenme” gerekir. Güç olduktan sonra başka bir güçle birleşebilirsin.
Ancak sömürgecilik tezi ayrı mücadele ve ayrı örgütlenmeyi kanıtlamak için ileri sürüldüğü, başka ülkelerin bize hiç benzemeyen özellikleri suni olarak bizde de varmış gibi gösterildiği ve sömürgecilik tezinden hareketle devrim teorileri geliştirilip şablonculuk yapıldığı için bu tez geliştirici ve verimli olamadı, kısır kaldı. Bugün de çeşitli tartışmalarda eski içeriğiyle savunulan sömürgecilik tezi hala ileri sürülüyor, kanıtlanmaya çalışılıyor. Hatta son gelişmelerin sömürgeciliği gizlilikten açıklığa çıkardığı savunuluyor.
Oysa durum farklıdır. Kürdistan’da bizim adına ”ilhak” dediğimiz statüko, TC devletinin egemenlik sistemi, bugün bir üst düzeyde yeni biçimler altında devam ettiriliyor. Kürdistan’da değişen, egemenlik tarzının özü değil, biçimidir.
d) KÜRDİSTAN’DA SINIF EGEMENLİĞİ, EGEMEN SINIFIN NİTELİĞİ
Kürdistan’da TC devletinin siyasal egemenliği, Kürdistan’daki kapitalizme ”TC damgası”nı vuruyor. Bir ”Türkiye kapitalizmi” vardır; bu, Yunanistan kapitalizminden, Amerikan kapitalizminden vs. farklıdır [ayrıdır]. Yani Amerikan kapitalizmini incelemek Türkiye kapitalizmini açıklamaz. Türkiye kapitalizmi, emperyalizme bağımlı olsa da, yine de ayrıdır. Ama kendi kendisini yaratmış ve şekillendirmiş bir Kürdistan kapitalizmi yoktur. Kendi dinamikleri üzerinden değil, Türkiye’ye bağlı bir biçimde gelişen bir ”Kürdistan kapitalizmi” vardır. Kürdistan’da kapitalizmi doğrudan doğruya Türkiye geliştirmiştir; o yüzden bu kapitalizmin zerrece ”ulusal” yönü yoktur; yani bu aslında ”Kürdistan kapitalizmi” değil, ”Türkiye kapitalizmi”dir.
Bundan ne çıkar? Bundan Kürdistan’da egemen sınıfların ”ulusal” olmadıkları sonucu çıkar. Yani bir Kürt egemen [ulusal] sınıfı artık mevcut değildir. Kürt egemen sınıfı, Kürt kimliğiyle, Kürt halkının üzerinde egemen değildir. Kürt kökenli burjuvalar, bürokratlar, polis şefleri, generaller vb. vardır; ama bunlar ”Kürt olarak” değil, ”Türk olarak” bu sosyal konumlara ulaşmışlardır, yani ”kimlik değiştirmiş”lerdir.
Dolayısıyla Kürdistan ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin karşısına alacağı ”Kürt kökenli” burjuva, ağa, şeyh vb. gibi unsurlar ”TC devletinin güçleri, Türkiye egemen sınıfları” olarak karşıya alınmalıdır. Bugünkü aşamada Kürdistan devriminin kendisiyle hesaplaşacağı bir Kürdistan [ulusal burjuva] sınıfı yoktur. Kuşkusuz Kürdistan devrimi daha sonra hesaplaşmak üzere böyle bir sınıf yaratmayı hedefleyemez. Kürdistan’da Türkiye kapitalizmi egemen ekonomik biçimdir, ama bu kapitalizm ikinci sınıf bir kapitalizmdir. Yani Türkiye kapitalizmi Kürdistan’da bir uzantı, ulusal ekonomiyi yok etmiş [engellemiş] bir dış ekonomidir. Dolayısıyla Kürdistan devriminin önünde bir de ”ulusal ekonomi”yi kurma, inşa etme görevi vardır. [Bu ekonomi sosyalist bir ekonomi olmalıdır.] e) KÜRDİSTAN DEVRİMCİ SINIFLARININ ÖRGÜTLENDİRİLMESİ, KOMÜNİST PARTİSİ
Kürdistan’da ”ulusal” [nitelikli] egemen sınıfın olmaması ”ulusal” proleter sınıfın oluşmasını da engellemiştir. Kürdistan’da proleterya önce ”ulusal” bir sınıf olarak değil, sadece bir sınıf olarak ortaya çıkmıştır. Kürdistan’da modern anlamda ”uluslaşma” yani ulusal sınıfların ortaya çıkması ve ulusal mücadeleyi yükseltmesinin yolu tıkanmıştır. Bu oluşum yeni başlıyor. Yani önce sınıflar oluştu, bunlar Kürdistan patentli değil, Türkiye patentli sınıflardı. Şimdi bu sınıflar artık ulusallaşıyorlar. Egemen sınıf artık ulusal bir kimlik edinemez ve zaten niyeti de yok. O ”Türk”tür.
Proleterya ”Kürt” olarak öne çıkmak zorundadır. Proleterya henüz sınıf olarak genç, nicel ve nitel olarak güçsüzdür ve yeterince ulusal değildir.
Proleterya ulusal davaya sahip çıkmalı, başına geçmelidir, bu nedenle ulusallaşmalıdır. Proleteryanın ulusallaşması, enternasyonalizme engel değildir.Proleteryanın ulusal hareketin başına geçmesi tek başına zaferi garantilemez. Zaferi proleteryanın izleyeceği mücadele çizgisi sağlayacaktır.
Geçmiş mücadelelerin yenilgilerinden ders alınmalıdır. Bu yenilgileri onların burjuva, küçük burjuva önderliklerine bağlamak kolaycılığına kapılmamak gerek. Falanın ya da filanın önderliği zaferin garantisi ya da yenilginin nedeni değildir. Böyle yaklaşım o mücadelelerden gerekli derslerin alınmasını önler. Proleteryanın izleyeceği mücadele çizgisi daha önceki mücadelelerin derslerinden yararlanmanın yanında onları sahiplenmelidir.
Kürdistan proleteryası ”ulusal derleniş” sürecinde ayrı bir siyasal güç olarak ortaya çıkmalıdır. Kürdistan komünistleri ayrı örgütlenmelidir; Türkiye, Avrupa, Ortadoğu’da da kendi örgütlenmelerini yapmalıdır. Kürdistan komünistlerinin, bulundukları ülkelerdeki komünist ve devrimci demokratik partilere girip onların içinde de çalışmaları veya başka ülkeler komünistlerinin kendi partileri dışında ayrıca Kürdistan komünistlerinin partisine de üye olup çalışmaları mümkün ve gereklidir.
Komünistler, Kürdistan’da kendilerini diğer siyasal güçlerden ayırt ederlerken sorunu ”birleşik örgütlenme mi – ayrı örgütlenme mi” ikilemine hapsetmemelidirler. Bunlar kıstas olamaz. Ayrı örgütlenmeyi savunan ve yürütenlere yönelik ”küçük – burjuva milliyetçiliği” suçlamasını terk etmeliyiz. Küçük burjuva milliyetçiliğinin kıstasları farklıdır. Proleteryanın mücadelesini ulusallık adına bölme ve [farklı uluslardan] proleterleri karşı karşıya getirme küçük burjuva milliyetçiliğidir. Ayrı örgütlenme proleteryanın mücadelesini her koşulda bölmez.
Türkiye ve Kürdistan proleteryalarının birliğini savunma, karşılıklı [sınıfsal] çıkarlar var oldukça doğrudur. Ama iki ülke proleteryalarının birliklerini sağlamanın mutlaka [aynı komünist partisinde] ”birleşik örgütlenme”yi gerektirdiği söylenemez. ”Birleşik örgütlenme” olmaksızın da bu birlik sağlanabilir. Kürdistan proleteryası önce kendisini tanımlamalı, ulusal kimlik ve kişilik kazanmalıdır. Ulusal kimlik kazanmamış, rüştünü ispatlamamış bir güç başka bir güçle birlik olamaz, olursa vesayet ve himaye altına girer. Birleşik örgütlenme geleceğin hedefi olarak konmalı, buna kestirmeden gidilmemelidir. Önce kendisi bir güç ve otorite olmuş, hitap ettiği sınıf ve ulusa kendisini kabul ettirmiş bir olgu olmalı, Kürdistan’da [bağımsız] komünist bir alternatif oluşturmalıyız.
f) KÜRDİSTAN’DA GERİLLA SAVAŞI VE MÜCADELE BİÇİMLERİ
Kürdistan’da PKK’nin yürüttüğü gerilla savaşı, eleştirilerimiz dile getirilmek kaydıyla, tarafımızdan desteklenmeli, KKP gerilla savaşı için işe soyunalı, fiilen bu mücadeleye başlamalıdır. Ancak esas ağırlık ”ulusal direniş komiteleri” temelinde ”kitle mücadelesi”ne vrilmeli, ”ayaklanma çizgisi” temelinde bir strateji izlenmelidir. Örgüt yapısı, örgütlenme perspektifleri Kürdistan’daki savaş koşullarına göre yeniden düzenlenmelidir. Gerilla mücadelesi, kitle mücadelesi, halk ayaklanması esasları temelinde bir mücadele çizgisi geliştirmek, bunun ilkelerini koymak, altyapısını hazırlamak ve örgütsel mekanizmalarını kurmak gerekiyor.

Bölüme ait diğer yazılardan!

YÜZÜNCÜ YILINDA LOZAN ESARETİ! KKP

Yüzyılı aşkındır, halkımız ulusal ve demokratik talepleri için ayağa kalkarak, büyük mücadeleler vererek, zaman zaman …