Home / Parti Yaşamı / DEVRİMİ HEDEFLEYEN PARTİMİZİN MÜCADELE İÇERİSİNDE DARBELER YEMESİ KAÇINILMAZDIR

DEVRİMİ HEDEFLEYEN PARTİMİZİN MÜCADELE İÇERİSİNDE DARBELER YEMESİ KAÇINILMAZDIR

BELGE:

PARTÎYA KOMUNÎSTA KURDÎSTAN / KKP merkez yayın organı DENGÊ KURDÎSTAN’ın 1 Ocak 1982 tarihini taşıyan 2. sayısında yer alan aşağıdaki yazıyı hem bellek güncellemek hem de genç kuşaklara aktarabilmek için yayınlıyoruz.

DEVRİMİ HEDEFLEYEN PARTİMİZİN MÜCADELE İÇERİSİNDE DARBELER YEMESİ KAÇINILMAZDIR

Bolşevik tipte bir partinin en başta gelen özelliği, onun bir devrim partisi olmasıdır. İkinci Enternasyonal partileri ile arasındaki başlıca fark, devrimi uzak geleceğin sorunu olarak değil güncel bir sorun olarak görmesi; ideolojik bakımdan buna uygun olarak silahlanması, örgütlenme sorununa ve mücadele yöntemlerine bu anlayışla yaklaşmasıdır.

Doğaldır ki böyle bir parti için bir numaralı sorun siyasal eylemin ve örgütsel hayatiyetin her koşul altında sürekliliğinin korunmasıdır. Sınıf kavgasının bütün biçimlerine kurmaylık yapılmasıdır.

Açıktır ki bunu gerçekleştirmenin yolu, ilk olarak, illegalite ve burjuvaziden bağımsızlık temel olmak kaydıyla, örgütlenmede esneklikten ve bütün mücadele biçimlerini karşılamaya hazır olmaktan, bunları başarıyla uygulamaktan geçer.

Biz, soruna dün olduğu gibi bugün de bu bakış açısından baktık. Devrimi hedefleyen komünist partisi olarak, önümüzde legal ”barışçı” dönemler olabileceği gibi; egemen sınıfların baskı ve terörü görülmemiş ölçüde koyulaştıracakları dönemler de olacaktır. Kitllelerin saldırgan bir tutum ve atılım içinde oldukları dönemler kadar nispeten durgunlaştıkları, gericiliğin bütün gücüyle yüklendiği dönemler de yürüyeceğimiz yolun kaçınılmaz konakları olarak önümüze çıkacaktır… Bizim parti olarak varlığımız her durumda da mücadelenin sürekliliğini sağlamak ve sınıf kavgasını yönetmekle bir anlam kazanır. Şartlar ne kadar ağır olursa ve gericilik ne kadar azgın olursa olsun söz konusu olan, her durumda mücadeleyi sürdürmek ya da sürdürmemek gibi iki seçenek değildir. Komünist partisinin siyasal aktivitesi ve eylemi dönemsel olamaz; süreklidir. Bu mantık içinde ancak hangi mücadele yöntemlerinin ve örgütlenme biçimlerinin ortama uygun düştüğü ve hangilerinin uygulanacağı üzerine bir seçenek yapılabilir.

Biz 12 Eylül faşist darbesinden sonra bu anlayışla hareket ettik. Şunu çeşitli kereler belirttik: Geçmiş dönemde olduğu gibi bugün de mücadele etmeyen, mücadele etme becerisi gösteremeyen ve bütün gücüyle sınıf kavgasının başında olmayan bir parti, sınıfına layık, öncü bir bolşevik parti niteliğini kazanamaz.

Ancak bu koşullar altında da mücadeleyi sürdüren, faşizmin terörü, fiziki ve psikolojik baskıları karşısında çelik bir iradeyle duran, yeraltı koşullarında siyasal eylemi sürdürme konusunda engin bir deney birikimine ve bütün bunların sonucunda kaya gibi sağlam kadrolara sahip olan bir parti devrim yapmaya adaydır.

Komünistler sınıf kavgasının ”bayram günleri”nin, daha doğrusu yalnızca o günlerin ”devrimcileri” olamazlar. Çünkü azgın gericilik dönemlerinde görevlerinin başında olmayanlar, adım adım gelişip ilerleyecek olan halk hareketine ayak uyduramaz, onu yönlendiremez ve o günlerin hakkını veremez.

Bolşevik bakış açısını temel almayanların, bolşevikleşmeyi amaçlamayanların 12 Eyllül’den sonra içine düştükleri durum ortadadır. Legaliteyi temel alıp varlıklarını buna bağlayanların yanında bir kısım sözümona illegal yapıları olanlar pratikte mücadeleyi kesintiye uğratmak gibi bir sonuçta birleştiler. Devrimci eylemden soyutlanmış ve bu nedenle de kendi içinde tutarlılığı açığa çıkan ”örgütü ve kadroları korumak” anlayışını, eylemin karşısına koydular. Hatta bu konudaki şaşkınlıklar devrimci çalışmanın abc’si olan ”propaganda ve ajitasyon”u sınırlandırmaya, bildiri dağıtmak, gazete çıkarmak gibi faaliyetleri ”provokasyon” olarak nitelendirmeye kadar vardı.

Her koşul altında mücadele etmenin yerine, bu konuda dönemsel tercih yapanlar örgütün devrimci eylemin bir aracı olarak görüldüğü bolşevik anlayışa göre aslında örgütsel yapılarını ”likide” etmektedirler.

Değişen Koşullar Örgütlenmede Yenilik Gerektirir

Bununla birlikte her koşul altında mücadeleyi ve devrimci eylemi sürdürme kararlılığı ve azmi tek başına asla yeterli değildir. Çünkü doğan her yeni koşul kendisine has mücadele ve örgütlenme biçimlerini zorunlu kılar. Ortamın hangilerini talep ettiğini iyi seçmek, bunları başarıyla karşılamak ve uygulamak gerekir. Komünist partisi kendi bünyesinde süratle yeni koşulların gerekli kıldığı değişikliklere, yeni mücadele ve örgütlenme biçimlerine cevap verecek yenilikleri gerçekleştirdiği oranda hareketi kesintiye uğratmayabilir. Tıpkı düşman bir ordunun çıplak hedefi haline gelmemek için araziye uygun olarak mevzilenmek gerektiği gibi…

Aksi halde Lenin’in dediği olur: ”yani tehlikeler ve kurbanlar getiren her yeni mücadele biçimi, buna kötü hazırlanan bir örgütü kaçınılmaz olarak örgütsüzleştirir” (Aktaran Georg Lukacs, Lenin’in Düşüncesi Devrimin Güncelliği, s. 101).

Çünkü belirli bir örgütlenme ve çalışma tarzıyla ancak belli koşullar altında ve verili bir durumda eylem sürdürülebilir. Ayırdedici belirgin yanları olan yeni bir ortama girildiğinde buna uygun düşen yeni bir örgütlenme ve çalışma tarzına geçmeyi bilmek gerekir. Belli ölçüde geçersizleşmiş olan eskilerinde ısrar etmek ”örgütsüzleşmek” demektir.

Ne var ki bütün bu değişiklikler teoride söylendiği kadar rahatlıkla gerçekleştirilemez. Dahası pratik mücadelenin ortaya çıkardığı tecrübeler, çoğu zaman oldukça pahalıya mal olan terslikler ve yanılgılar olmadan bu konuda ustalık kazanılamaz. Çünkü komünist hareket çeşitli aşamalardan geçerek ve her aşamada kendisini çeşitli yönlerden yenileyerek bir üst düzeye yükselir.

Şurası açıktır ki komünist partisi her yeni döneme geçişte, yeni koşullara kendisini uyarlayıp ustalaşana kadar (ideolojik, politik ve taktik bakımlardan ne kadar güçlü olursa olsun) belli kayıplar verecektir. Belli bir acemilik evresi yaşayacaktır. Bir takım kayıplara da mal olsa deneylere ihtiyaç duyacaktır. Kuşkusuz uluslararası komünist hareketin engin deneyleri bizim için paha biçilmez bir hazinedir. Bu nedenle daha az hata yapma şansına sahibiz. Ama bu, özellikle de genç partilerin mutlaka düşe kalka, fırtınalı dönemlerden geçe geçe, bazen ağır darbeler alarak ve bunları telafi etme yollarını öğrenerek yetkinleşeceği gerçeğini değiştirmez. Devrimi hedefleyen bir parti kendi mücadele hayatına böyle bakmak zorundadır.

Açıkçası tehlikeleri, riskleri ve kayıpları göze almadan adına layık bir öncü parti olunamaz. Faşizme karşı mücadele yürüten, çarpışan bir parti olarak darbe yememek düşünülemez. Bütün kötülükleri ve olumsuz yönleri bir kenara, 12 Eylül faşist darbesiyle açılan dönem gibi dönemlerden geçmeden çelik gibi sağlam bir parti olunamaz.

Kadroları Koruma Sorununa Leninist Bakış

Faşizmle süren bir yılı aşkın hesaplaşma kadroları ve örgütü koruma sorununa bir çok bakımdan açıklık getirmiş, oportünist hesapların Bağdat’tan dönmek zorunda olduğunu ortaya koymuştur. Çeşitli kereler işaret ettiğimiz ve deneylerle doğrulanan belli başlı gerçekleri şöyle sıralamak mümkündür:

1- Kadro kaybı bakımından mücadeleyi sürdüren hareketlerle, ”bekle gör” tavrı izleyen hareketler arasında pek bir farklılık yoktur. Hatta sayısal kayıp bakımından yer yer ikinciler aleyhine bir durum vardır. Üstelik devrimci aktivite yokluğunun getirdiği şekilsizlik ve konformizm, ikincilerin kalan örgütsel yapısını da hantallaştırıp ”örgütsüzleştirecek”, en iyi durumda gizli bir tarikat örgütlenmesine dönüştürecektir. Hayat şu Leninist gerçeği bir kez daha doğrulamıştır: Örgütün korunması sorununa siyasal aktiviteden soyutlanmış biçimde bakılamaz ve bu sorun hiç bir şekilde devrimci eylemin karşısına konulamaz. Evet gerçekten de günümüzde kadroları korumak diye can alıcı bir sorun vardır. Ne var ki bu konudaki ustalık da ancak ve yalnız siyasal mücadele içinde ve siyasi polisle, istihbarat örgütleriyle, sivil ajanlarla boğuşularak kazanılır.

Dahası en geniş ölçüde korunmayı olanaklı kılan yaygın kitle ilişkileri ve kitle çalışmasıdır. Bunlar da sınıf kavgasının başında olarak kazanılır. Korunma sorununa böyle bakmayan bir hareket kendi içine gömülür, tecrit olur ve kitle bağlarını zayıflatır.

2- Kendi içine kapanarak, kitlelerle araya duvar çekerek örgütsel yapıyı korumanın olanağı yoktur. Korunmayı mümkün kılan şey bir hareketin kendisini yenileme ve alınan darbeleri telafi etme yeteneğidir. Kitleleri, sınıf bilinçli işçileri rezerv olarak değerlendirmeyen, sahip olduğu canlı bağlarla taze güçleri örgütlemeyen bir hareket kendisini yenileyemez, kayıplar hanesi sürekli olarak kabarır. Canlı kitle bağları, sınıfın kararlı ve fedakar unsurlarının sürekli olarak örgütlenmesi; işte korunmanın en emin yolu…

3- Koyu faşist terör altında mücadele yürüten bir partinin çeşitli darbeler almasının kaçınılmaz olduğunu söyledik. Bu koşullarda partinin örgütlenme yeteneği, örgütsel değerler yaratma becerisi on kat daha önem kazanmaktadır. Bu açıdan çok geri bir düzey sözkonusuysa ya parti aygıtı sürekli polis darbeleriyle adım adım eritilir, ya da salt ”var olanı yitirme” kaygısıyla parti hareketsizliğe mahkum edilir.

Ama eğer yeterli bir örgütlenme yeteneği ve becerisi varsa, polis saldırıları ve darbeleri karşısında gittikçe sağlamlaşarak partiyi ayakta tutacak bir bakıma ”sihirli değneğe” sahibiz demektir. Halkımız yerinde bir değerlendirmeyle ”sanat altın bileziktir” diyor. Örgütlenme sanatını iyi biliyorsak faşizmin karşısında iyi bir silaha sahibiz demektir. Çünkü en kötü durumda dahi örgütlenme taleb eden ve görev bekleyen emekçi halkın mücadeleci, kararlı unsurları, sempatizan çevremiz ve ilişkilerimiz vardır. Bunları değerlendirmek, elde edilen tecrübeleri dikkate alarak mücadele hattına taze güçleri sürmek mümkündür.

Portekiz Komünist Partisi Genel Sekreteri Alcaro Cunhal, örgütlenme yeteneğinin önemi üstüne şunları söylüyor:

”Devrimci eylemin başka hiç bir aracı, iyi bir örgütlenmenin yerini tutamaz.

Örgütlenmeyi bilmeseydik, en fazla yapacağımız şey ‘kutsal meşale’yi tutmak, halkımıza kavgasında cesaret vermek olurdu, fakat asla başarılı bir devrimi yönetecek durumda olamazdık. Örgütlenmeyi bilirsek yenmeyi de biliriz.” (Portekiz’de Özgürlüğün Şafağı, s. 73)

Yaşanan sürecin bir kez daha doğruladığı gerçekler bunlardır.

Bunların dışında korunma ve faşizm koşulları altında parti örgütünü yetkinleştirme sorunuyla ilgili olarak bir iki noktaya daha işaret edebiliriz.

İlk olarak, şu ya da bu nedenden dolayı alınan her darbeden sonra hayıflanmak; kayıpların ardından ağıt yakarak vakit kaybetmek yalnızca yeni tahribatlara yol açar. Tersine, süregiden mücadelenin öne çıkardığı yeni güçlerle örgütsel yapıyı tekrardan örme çalışmalarına girmeliyiz. Ancak ortaya çıkan durumu tahlil edip darbenin nedenlerini, örgüt olarak eksikliklerimizi, hatalarımızı bulup çıkarmak ve yeni örgütlenmeyi bu dersler üstünde yükseltmek mutlak bir zorunluluktur. Böylece elde edilen deney ve tecrübelerle kendimizi aşma, örgütlü çalışmaya yeniden adım atarken bir üst niteliğe sıçrama yapma olanağı elde etmiş oluruz. Yani yeni çalışma asla eski çalışma tarzının ve örgütlenme düzeyinin hata ve eksiklikleri üzerine oturtulmamalıdır. Aksi halde aynı sonuçlarla bir daha, bir daha karşılaşılır ve parti çalışması kısır bir döngüye hapsedilmiş olur. Zaten, partinin mücadele içerisinde kendisini nitelik bakımdan sürekli olarak yenilemesinin yolu da buradan geçer.

Diğer taraftan içinde bulunduğumuz dönemde örgütlenme düzenimiz açısından fazla mükemmeliyetçi olamayız. İrademiz dışındaki koşullar bunu olanaksız kılmaktadır. Organsal yapı, alınan darbeler ya da başvurulan tedbirler nedeniyle çeşitli biçimde bozulmaya uğrayabilir, bağlantılar kopabilir. Kuşkusuz daha yüksek bir örgütlenme düzeyi amacımızdır. Anarşiye yol açacak bir tutum içinde olamayız. Ne var ki mükemmeliyetçilik anlayışı bizi hareketsiz bırakmamalıdır.

Tedbir, ihtiyat ve eylem; bunları birbirinin karşısına koymamalıyız. Zaman zaman bu ikisinden birinin tek yanlı olarak partinin çıkarlarına zarar verecek aşırılığa götürüldüğü olmuştur. Önemli olan her ikisini uyumlu kılmaktır. Komünist beceri ve maharet de zaten kendisini burada belli eder.

Dönem Ağır, Emin Ama Sürekli Yürümeyi Emrediyor

Düşmanımız olan faşizm, dünden çok daha ciddi bir şekilde süren hesaplaşmada şimdilik kendi lehine ortaya çıkan bazı sonuçları sürekli kılmanın peşindedir. Yarın devrimci hareketin güçlü çıkışını, halk hareketine öncülük etmesini engellemek için, ”kökünü iyice kazıyayım” düşüncesiyle azgınca bütün vahşetiyle saldırıyor.

Ama faşizm ne bugün elde ettiği sonuçları sürekli kılabilecek ne de devrimci hareketin kökünü kazıyabilecektir. Çünkü herşeyden önce faşist cuntanın bekçiliğini yaptığı tekelci kapitalist düzen köklü bir bunalım geçirmektedir.

Diğer taraftan bugün olup bitenlere seyirci kalıyor görünen geniş emekçi halk yığınları baskı, terör ve yoksullaşmanın yol açtığı ve gizliden gizliye biriken öfkeyle yarın daha güçlü kalkışlarda bulunacak ve bu gidişe dur diyeceklerdir. Devrimci hareket ise, bugün en temel sorunu olan dağınıklığı aşarak daha örgütlü ve birleşik bir yapıya kavuşarak, gelişecek olan halk hareketinin baş çekiciliği görevini yerine getirecektir.

İşte, faşizm, güçlü halk hareketlerini engellemenin ve başsız bırakmanın yolunun devrimci hareketi ezmekten geçtiğini biliyor ve bu sonuca ulaşmak için elden gelen her çebeyı harcıyor.

Komünistler olarak, yarına, onu bugünden örgütleyerek varabileceğimizi bilmeliyiz, bilmek zorundayız. Gelecekte gittikçe gelişecek olan halk hareketine, kitle eylemlerine öncülük edebilmek için bugün istikrarlı, sabırlı ve belli ölçüde de ağır yürüyen bir mücadele ve örgütlenme yürütmek zorundayız. Bütün bir faaliyetin belli ölçülerde ağır yürümesi bizim dışımızdaki koşullar nedeniyledir. Tempomuz koşullara intibak ettiğimiz, örgütsel yapıyı sağlamlaştırıp çelikleştirdiğimiz ve kitlelerin aktivitesindeki yükseliş oranında giderek hızlanacaktır.

Ne umutsuzluk, inançsızlık, pasifizm ne de sorumsuzluk ve macera bizim işimiz olamaz. Geleceğe olan güven duygusuyla ve işçi sınıfına, emekçi halk kitlelerine karşı olan sorumluluğumuzla hareket edeceğiz.

Geleceği kazanmak için bugünü örgütlemek zorunda olduğumuzun bilinciyle hareket edeceğiz. Bu elbette kayıplara mal olacaktır. Değeri olan hiç bir şey onun uğruna kayıplar vermeden, fedakarlıklarda bulunmadan elde edilmemiştir. Bu nedenle uğradığımız kayıplar bizde paniğe yol açmayacak, perspektifimizi bozmayacaktır.

Ne var ki hareketin sürekliliğinin sorumluluğunu ve endişesini de her zaman duyacak ve bunun gerektirdiği temkinlilikle hareket edeceğiz.

Daha önce de söylediğimiz gibi dışımızdaki koşulların zorlaması ve faşist terör karşısında parti örgütünün korunması görevi 12 Eylül öncesi döneme göre ağır bir çalışma temposuna yol açmaktadır. Bu kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Bir benzetme yapacak olursak; koşacağımız mesafe kilometrelercedir. Üstelik de engellidir. Nefesimizi bir atımlık barut gibi bir çırpıda bitiremeyiz. Bu, yarışı peşinen kaybetmek anlamına gelir.

Halbuki bu mesafeyi koşabilmek ve yarışı kazanabilmek için yüz metre koşan atletin değil, 45 kilometre koşan bir atletin taktiğini uygulamalıyız. Yani deparla kalkıp deparla bitirmeye kalkışırsak yarı yolda kalırız. Ama önce ağır ve istikrarlı bir tempoyla başlar, sonra depara kalkarsak yarışı baştan sona sürdürmememiz için herhangi bir neden yoktur. Tıpkı 45 kilometreyi koşan akıllı bir atlet gibi.

Görevlerimizin başında olursak, insiyatifi elde tutar, örgütsel yapımızın sağlamlaşmasına, yer altı mücadelesine ait tecrübemizin artmasına ve kitlelerin mücadelesinin kabarmasına paralel olarak hızımızı rahatlıkla artırabiliriz.

Kısacası devrimi hedefleyen ve faşizme karşı savaşan bir partinin kayıp vermemesi düşünülemez. Ama partinin işçi sınıfının, emekçilerin içine kök salmasının da mücadeleden ve sınıf kavgasını her koşulda yürütmekten başka yolu yoktur.

Bölüme ait diğer yazılardan!

KÜRDİSTAN HALKLARINA!

KÜRDİSTAN HALKLARINA! TC’yi ve Mahkemelerini Tanımıyoruz! Sömürgeci TC devleti Kürtler ve Kürdistan’nın inkarı üzerine kurulmuştur. …