Veli Saltık’ın BOLŞEVİKLEŞME ÜZERİNE broşürünü yeniden yayınlarken.
Aşağıdaki çalışma zamanın TKEP MK üyesi Veli Saltık yoldaş tarafından Mart 1981’de yazıldı; aynı yıl TKEP Merkez Yayın Organı Komünist dergisinin 3. ve 5. sayılarında yayınlandı. 1986 yılı sonlarında Komünist Yayınları tarafından broşür olarak basıldı.
Mayıs 2017’de gerçekleştirilen KKP 8. Kongresi ve KKP Merkez Örgütleri Eylül 2017 Plenumu partimizin önüne ”fabrika ayarlarına dönme” ve ”bolşevikleşme” görevini koydu. Bu görev çerçevesinde Veli Saltık yoldaşın broşürünü bir kez daha incelemek biz Kürdistan komünistlerinin şimdiki örgütsel yönelişleri için yararlı olacaktır.
Bilindiği gibi TKEP – KKP birleşik örgütlenmesi dönemi KKP tarihinin belirli bir evresine tekabül eder. Bu dönemin örgütsel ve pratik deneyleri kadar ideolojik – teorik üretimleri de müşterek ürünlerdir ve partimizin zengin hazinesini teşkil eder.
Broşürün o dönemin ihtiyaçları çerçevesinde yazıldığını ve dönemin havasını yansıttığını; esas olarak ”Türkiye komünist hareketinin bolşevikleşmesi sorunu”nu ele aldığını hatırlatalım. Yine de yavaş ve uzun bir çürümeyle oportünizm ve likidasyon illetinin pençesine düşen partimizin 8. Kongrede gösterdiği ”fabrika ayarlarına dönme” iradesine güç katan bir belgedir bu çalışma. Çalışma için başvurulan kaynaklar, yazıdaki alıntılar bile yönümüzü nereye dönmemiz gerektiği konusunda yeterli ip ucu veriyor: Marx, Engels, Lenin, Stalin ve öteki devrim klavuzları…
Uzun yıllar süren tek şef döneminin likidasyon eşiğine getirdiği partimiz 8. Kongresinde geçmiş devrimci mirasımıza boşuna atıfta bulunmadı. THKO, THKO – MB ve TKEP – KKP Birleşik Örgütlenmesi dönemi halen yararlanacağımız zengin değerler üretti. Bu değerlere sahip çıkmak, onları yaşatmak ve mücadelemizde eylem klavuzu olarak kullanmak partimizi başarıya götürecek temel yöntemlerden biridir.
Partimiz Nisan 1980 sonlarında kuruluş kogresini toplayan TKEP’in kongresinde belirlediği yöneliş ve onun Merkez Komitesi’nin Haziran ayında yaptığı plenumda alınan kararla önce TKEP Kürdistan Özerk Örgütü (KÖÖ) olarak kuruldu. Kürdistan’daki parti örgütleri TKEP MK tarafından atamayla oluşturulan KÖÖ Merkez Komitesi’ne bağlandı. Kürdistan’daki İl Komitelerinin Özerk Örgüte bağlanması faaliyetleri yürütülmekteyken 12 Eylül darbesi geldi. İl örgütlerinin KÖÖ’ne bağlanması 12 Eylül koşullarında gerçekleşti.
KÖÖ Merkez Komitesi 12 Eylül’ün birinci yılında 20 Eylül 1981’de parti merkez yayın organımız Denge Kurdistan’ın ilk sayısını, 1982 Ocak başında 2. sayısını yayınladı. Şubat 1982’de Özerk Örgüt 1. Kongresini topladı ve Partiya Komünista Kürdistan (KKP) kuruldu.
Veli Saltık’ın bu broşürü yazdığı dönemde KKP TKEP’in Kürdistan seksiyonu durumundaydı. Dolayısıyla ağırlıkla broşürün ikinci bölümünde ele alınan ”Türkiye’de örgütsel bolşevikleşme” konusu o zamanki Kürdistan Özerk Örgütü’nün durumu ve ihtiyaçlarını da tasvir etmektedir.
Partimiz 35 yıllık yaşamında iki kez ciddi tasfiye tehlikesiyle karşı karşıya kalmış; yok olma eşiğine gelmiştir. Bunlardan birincisi partinin Merkez Komitesi ve il örgütlerini çökerten 1986 polis darbesidir. Partimiz bu darbenin yaralarını sarmayı ve partiyi yeniden inşa etmeyi başardı. 1990 Eylülünde yaptığı III. Kongresi ile tamamen ayağa kalktı.
İkinci tasfiye tehlikesi dıştan vurulan düşman darbeleriyle değil; partinin uzun bir sürece yayılan içten kemirilmesinin baş sorumlusu ve nihayet 7. Kongre’de açıkça ”fesh edilmesi”ni talep eden likidasyoncudan kaynaklandı. 8. Kongre legalleşme uğruna partimizi fesh etme çabalarına son noktayı koydu ve KKP’yi bolşevikleşme temelinde yeniden inşaya koyulma startı verdi.
Partimiz bolşevikleşmeyi başaramayan bir komünist partisinin bolşevizmi de aşan bir iddiayı ileri sürmesinin kendi oportünizmini gizlemekten öte işe yaramayan bir safsata olduğunun bilincindedir. Bolşevizmin yaşayan canlı ruhunu temel almayan, bunu tüzük ve programına yansıtmayan, bu tüzük ve programı hayata uyarlama becerisi gösteremeyen partilerin komünistlik iddiasında bulunmaları proletaryayı aldatmak ve dolandırmaktan başka bir mana taşımaz.
Veli Saltık tarafından 35 yıldan fazla bir zaman önce yazılan yazının tashihe, izaha, daha iyi ifade veya formüle edilmeye muhtaç yanları elbette var. Ama yazı, esas olarak, bolşevikleşmenin ana noktalarını Kürdistan ve Türkiye’nin o zamanki koşullarını da gözönüne alarak sergileyen iyi bir özettir.
Marx, düşünürlerin dünyayı yalnızca yorumlamakla yetindiklerini, oysa asıl olanın onu değiştirmek olduğunu söyler. Bu, fildişi kulelerinde tüneyip kös kös düşünmekle yetinenler için yapılmış bir eleştiridir. Dünyayı değiştirmek için düşünmek ise devrimci bir eylemdir ve Marx, Engels, Lenin’in yaşamlarını baştanbaşa kat eden temel özelliklerden biri budur. Onlar daima canlı hayatın pratiğinden öğrendiler, bu pratiğe aktif biçimde katıldılar; ama aynı zamanda eyleme girişmeden önce her şeyi ince ince hesaplamaya çaba harcadılar. Marxizm – Leninizmin klasik ustaları “hareket berekettir” kaba mantığından uzak, yapacaklarını yapmadan önce düşünen ve planlayan, eylemden sonra ise eylemin geri-bildirimini yaparak öğrettiklerini bilince çıkaran aktif düşünce insanları idiler. Deneylerden ders çıkaran, kitle hareketinin analizini yapan klasik ustalar için sınama yanılma yoluyla öğrenme yöntemi tercih edilir bir yöntem değildi.
Bununla birlikte canlı hayatın asla önceden planlanamayacak olan kendiliğinden olayları ve gelişmeleri karşısında da hiç bir zaman ”önce iyice bir bakalım ve görelim, anlayalım; sonra gerekeni yapalım” tutumuna düşmediler. Ana eğilimleri önceden analiz eden ve saptayan klasik ustalar gündelik hayatın öne çıkardığı sayısız durum ve olay karşısında ustaca tutum takınmayı başarabildiler.
Bunun sırrı daha baştan doğru siyasal çizgi ve yönelimlerin belirlenmesiydi. Marxizmi başarıya ulaşan bir proleter devrimin siyasal bilimi ve siyasal pratiğine; ve bu siyaset bilimi ve pratiğinin örgüt teorisi ve pratiğine başarıyla uygulayan bolşeviklerin değerden düşmez özellikleri burada yatar.
Kapitalizmi yıkmayı ve proletaryanın devlet ve iktidarını kurmayı amaçlayan komünist bir partinin kendisine klavuz alacağı siyaset, örgütlenme ve çalışma tarzı esas olarak halen bolşevik tarzıdır. Bolşevik tarzı bir şablon ya da kalıp değil; yön gösteren pusula, harita ve deney – bilgi – pratik bileşkesidir. Bu tarz, asla başka deneyimleri dıştalamaz; tam tersine onları da daha bilinçle kavratacak olan ışığı tutar.
Bugün artık başka bir siyasal partinin saflarında siyasal mücedelesini yürüten Veli Saltık yoldaşın henüz genç bir TKEP – KKP parti neferiyken kaleme aldığı broşürü Ekim Devrimi’nin 100. Yıldönümünde yayınlamamız ayrıca manidardır. Broşürü, uzunluğu nedeniyle, iki bölüm halinde yayınlayacağız.
KKP Merkez Yayın Kurulu
* * *
TKEP Merkez Yayın Organı Komünist Dergisinin yazdığı
Önsöz
12 Eylül faşist darbesiyle yeni bir döneme giren sınıflar mücadelesi, yeni bir devrimci dalgaya gebedir. Türkiye ve T. Kürdistanı’ndaki ekonomik ve sosyal çürümenin, çıkışsızlığın ve faşist siyasal terörün etkilediği, derinleştirdiği sınıf çatışması, faşizmle tüm demokrasi ve emekçi halk güçleri arasındaki mücadele barışçıl bir rahatlamaya değil, devrimci bir kabarışa doğru gelişiyor.
Faşizm ve tüm karşı – devrim güçleriyle emekçi halklar arasındaki demokrasi ve sosyalizm mücadelesi ya başına devrimci proletarya ve onun Komünist Partisi geçerek ve tüm halk güçlerini Birleşik Cephe’de toparlamayı başararak zafere doğru ilerleyecek… Ya da Türkiye ve T. Kürdistanı proletaryası bu tarihsel görevini başarıyla omuzlayamazsa, bu devrimci kabarış, tıpkı öncekilerde olduğu gibi, emperyalistlerin ve işbirlikçisi tekelci kapitalistlerin karşı – devrim saldırıları altında büyük kayıplar vererek gerileyecektir.
Türkiye, artık tekelci kapitalizmin bütün yönlerden damgasını vurduğu, modern proleter sınıfın her gün güçlenmekte olduğu bir ülkedir. Dolayısıyla hem Türkiye’de hem de T. Kürdistanı’nda sınıfsal ve ulusal kurtuluşun bir tek yolu vardır: Bütün halk güçlerinin birleşik mücadelesinin işçi sınıfının öncülüğünde ve onun devrimci hedefleri doğrultusunda yürütülmesi.
Bu tek çıkış yolu, işçi sınıfının bilinçli ve devrimci önderlerine ağır sorumluluklar ve görevler yüklemiştir. İşçi sınıfı kendi bağımsız sınıf çıkarlarına dayanan, burjuvazi ile uzlaşmazlığı temel alan, Marksizm – Leninizme eylem klavuzu olarak sıkı sıkıya bağlı devrimci partisinde örgütlenmeden, kitleler halinde kendi partisine kan verip etrafında kenetlenmeden bu tarihi görevlerini başarıyla yerine getiremeyecektir.
Türkiye’de gerek uluslararası gerginliğin gerekse iç bunalımın hızla artışı yeni bir devrimci kapışmanın yakın bir olasılık olduğunu ortaya koyuyorsa devrimci proletarya da mücadele görevlerini süratle, bilinçle ve yüksek bir örgütlenme düzeyi ile omuzlamak zorunda demektir. Böyle bir gelişmeyi ancak ve ancak Bolşevik nitelikli, militan bir parti sağlayabilir.
Türkiye’de dağınık bir gelişim süreciyle de olsa komünist müfrezeler ve güçler gelişmekte ve kitleler içinde etkinlikleri pekişmektedir. Ama bu gelişim yetmez. Birleşmek, Merkezileşmek, Bolşevikleşmek zorunludur.
Türkiye Komünist Emek Partisi, Lenin’in ve yüce Sovyet proletaryasının tüm dünya işçilerine ve mücadelelerine kazandırdığı Bolşevik niteliğin ülkemizde de hem ideolojik – politik hem de örgütsel olarak sürekli yükseltilmesi görevine büyük önem vermektedir. Kendi ideolojik ve örgütsel yapısında olduğu gibi tüm devrimci proletarya hareketinde Bolşevik ilkelerin ve niteliklerin egemen olması, pekişmesi ve Türkiye işçi sınıfının her koşul altında başarılı bir mücadeleyi sürdürebilecek bir konuma yükseltilmesi için duyarlı bir çalışma yürütmektedir.
Veli Saltık yoldaşın bu broşürü, partimizin bu çalışmalarının önemli ürünlerinden biridir. Bu broşür Mart 1981’de yani yaklaşık 6 yıl önce hazırlanmış ve Komünist dergisinin 3. ve 5. sayılarında dizi halinde yayınlanmıştır.
Kuşkusuz 6 yıl aradan sonra bu broşürün ortaya koyduğu sorun ve zaaflarımızın bir kısmı ileriye doğru aşılmıştır. Ama bu broşürün genel ve bütünlüklü görüşleri bugün de önümüzdeki görevleri ve yönelmemiz gereken hedefleri canlı olarak gözler önüne sermektedir.
Her sınıf bilinçli işçi ve her komünist, ancak modern sanayi proletaryasının zeminlerini esas alarak gelişecek Bolşevik tipte Parti sorununu kendi sorunu olarak özümlemeli, bugünkü mücadelenin gündemi içinde ilk sıraya koymalıdır. Bolşevikleşme sorununun Türkiye ve T. Kürdistanı özgülünde incelenmesi, tartışılması ve kavranmasına katkıda bulunacağı inancıyla V. Saltık yoldaşın yazısını broşür olarak yayınlıyoruz.
KOMÜNİST
* * *
BOLŞEVİKLEŞME ÜZERİNE
GİRİŞ
Ele aldığımız konu oldukça kapsamlıdır. Bundan da öte, Leninist tipte parti ve bolşevikleşme sorunu, yaşayan bir canlılığa sahiptir. Bu niteliği yüzünden sorunu, tamı tamına, bütün yönleriyle ortaya koymanın olanağı yoktur. Yazımız böyle bir iddiayı taşımamaktadır. Amacımız, temel nirengi noktalarını ele alarak sorun üzerinde düşünmeye sevketmek ve tartışma açmaktır.
Konuyu Türkiye özelinden soyutlayarak genelde ele almak da pek bir yarar sağlamayacaktır. Bu nedenle mümkün olduğu kadar (özellikle son bölümlerde) Türkiye işçi sınıfı hareketinin ve komünistlerin karşı karşıya bulunduğu sorunlarla ilinti içerisinde ve bunların çözümüne doğrudan hizmet edecek biçimde konuya yaklaşacağız.
Özelde partimizin, genelde Türkiye komünist hareketinin mevcut ideolojik, politik, örgütsel ve kadrosal durumunu bolşevizmin temel kriterlerine vurduğumuzda, bu bakımdan yaşanan eksiklikler ortaya çıkacaktır. Neleri aşmak, hangi hastalıklardan ya da zaaflardan kurtulmak, şu anda rüşeym halinde bulunan hangi nitelikleri geliştirip derinleştirmek zorunda olduğumuz belli olacaktır.
Konuya komünistler ve sınıf bilincine sahip işçiler olarak büyük bir ilgi göstermeliyiz. Türkiye’de örgüt bolluğu ortamında bolşevizm adına ortaya koyduğumuzun ve bu konuda ne kadar yol aldığımızın muhasebesini yapmalıyız. Saygınlığı artan, otorite haline gelen kavramlara sığınmak, o sıfatları kendimize yakıştırmak başka bir şey; sıfatlara gerçekten layık olmak ise bambaşka bir şeydir.
Bolşevikleşme sorununun Türkiye devrimci hareketi tarafından bütünüyle çözümlenmediği görüşündeyiz. Partimizin önünde de I. Kongre tarafından belirlenen ”Bolşevikleşme” hedefi vardır. Tutturmak zorunda olduğumuz örgütlenme düzeyini belirlemeli ve buna ulaşmak için canla başla çalışmalıyız. Bir 12 Mart deneyinin yaşanmasından yaklaşık on sene sonra, karşı – devrimin sahip olduğu örgütlülük ve saldırı gücü karşısında yeteri kadar tutunamıyorsak, kayıplarımız, düşmana verdiğimiz zayiatla kıyaslanmayacak kadar büyükse, örgüt sorunu ve bunun çözümlenmesi yine karşımıza dikilmiş demektir.
Bolşevizm, hem temel bir siyasal çizgi, hem de bu çizginin örgütlenme ve çalışma tarzıdır. Dolayısıyla, bolşevikleşme sözkonusu edildiğinde, birbiriyle kopmaz biçimde bağlı her iki alanda da bolşevizmin belli başlı özelliklerine değinmek gerekir.
Biz de öyle yapacağız. Ne var ki, partimiz açısından sorunun odağını, ideolojik – politik alan oluşturmamaktadır. Sorunun bu cephesini önemli ölçüde katetmiş durumdayız. Ama bu bir sihirli değnek gibi, her şeyi çözmeye yetmiyor. Yetmiyecektir. Çünkü,
”Komünist programın kabülü, ancak komünist olma arzusunun bir anlatımı olabilir.” (Komünist Enternasyonal’in Parti Örgütlenmesinin Temel İlkeleri, s. 10)
Çünkü programı, sahip olunan doğru ideolojik – politik hattı hayata geçirmek, kitlelere mal etmek ve maddi bir güce dönüştürmek görevi, orta yerde durmaktadır. Bu bir örgütlenme ve çalışma tarzı meselesidir.
Stalin’in dediği gibi, ”… Doğru siyasal çizgi, bir kere belirlendimi, her şeyi, hatta siyasal çizginin kendi kaderini de, onun gerçekleştirilmesini ya da başarısızlığını da belirleyen, örgüt çalışmasıdır.” (Leninizmin Sorunları, s. 585)
Partimizin asıl eksiklikleri de bu alanda bulunmaktadır. Bu nedenle, bolşevizmin örgütlenme ve çalışma tarzını belirleyen nitelikleri konunun geneli içinde daha fazla ağırlığa sahip olacaktır.
PROLETER PARTİ ÖRGÜTLENMESİNİN EVRİMİ
İşçi sınıfı, sınıf olarak ortaya çıktığından bu yana, kapitalist sınıfa karşı mücadeleye şiddetle ihtiyaç duymuştur. İçinde bulunduğu sömürü ve ezgi koşulları, onu buna itmiştir. Ancak, işçiler kapitalistler karşısında başlangıçta dağınık, ilişkisiz ve tecrit edilmiş durumdadırlar. Hiç bir düzeyde – sendikal düzeyde dahi – genel bir örgütlenmeye ulaşamamış, kendi güçlerinin bilincine varamamış ve kapitalist sınıfın geneline karşı işçilerin sınıf olarak sürdürdükleri mücadelelerle henüz karşılık veremeyen bir yığın, örgütsel bakımdan şekilsiz bir kütledir. Özellikle büyük çaplı üretime geçilmediği, işçilerin ülke çapında bağıntılı ve kapsamlı eyleme geçmeleri için gerekli düzeyin, ulaşım ve haberleşme araçlarının bulunmadığı sanayi devrimi öncesinde durum budur.
Bu dönemde, işçilerin eylem türleri tek tek gerçekleştirilen ”mülkiyete saldırı”, burjuvaların mallarını çalma ve makinaların tahribidir. Tüm bir sınıf olarak burjuvazi, ideolojik – politik ve örgütsel bakımlardan henüz karşıya alınmamıştır. Dolayısıyla da proletarya da tüm bir sınıf olarak burjuvazinin karşısına dikilmemiştir.
Bir yandan sanayi devriminin etkisi, bir yandan kendi deneyleriyle işçiler bu durumdan kurtulmaya başladılar. Kapitalistlere karşı işçilerin genel çıkarlarını savunmak için ilk örgütlenmeler doğmaya başladı. İşçilerin bu ilk sınıf örgütleri, ilkel biçimiyle sendikalardı. İlk başlarda yerel düzeyde örgütlülüğü temsil eden sendikalar, giderek güçlenip merkezileşerek ülke çapında olgular halini aldılar. Sendikalarla, işçiler insan yığını ve ”kendiliğinden sınıf” olmaktan kurtulup, örgütlülüğün ve ”kendisi için sınıf” konumuna yükselmenin ilk adımlarını attılar. Ama yalnızca ilk adımlarını…
Çünkü attıkları adımlarla mücadeleyi genelleştirdiler; kapitalistlere ve hükümetlerine karşı genel ekonomik ve sendikal taleplerle belirlenen çok sınırlı bir siyasal mücadeleye giriştiler; ama o kadar… Ekonomik istemlerin çerçevesini çok aşan kapsamlı bir siyasal mücadele ve bunun en üst biçimi olarak, siyasi iktidarın zaptı uğruna mücadele henüz sözkonusu değildi. Dolayısıyla sendikal örgütlenmelere göre çok ileri bir örgütlenme olan siyasal parti örgütlenmesi, henüz gündeme gelmemişti.
Bir süre sonra işçi sınıfı geldiği bu noktayı da aştı. Sendikal mücadelenin ve kendiliğinden hareketin daha üst düzeyde bir örgütlenmeye geçişi kendi mantığı içinde bunu zorluyordu. Bu zorlamanın bir sonucu olarak bazı ülkelerde bir takım siyasal örgütler doğdu. Bugünkü İngiliz İşçi Partisinin anası olan Chartist Parti bunların başında gelir. Ama bunların iktidarı zor yoluyla zaptetmeyi amaçlayan birer ”devrim partisi”, birer ihtilalci parti olması sözkonusu değildi. Bunlar genel anlamda siyasal işçi örgütleri niteliğindeydiler.
Buraya kadar anlattığımız durumun, rahatlıkla anlaşılacağı gibi, bir takım tarihsel nedenleri vardır. Birincisi, işçi sınıfı dünya ölçüsünde henüz genç, deneyimsiz ve siyasal olgunluktan yoksundu. Sanayi devriminin genişlemesiyle hem sayıca büyüyüp, toplumdaki ağırlığının artması, hem de ancak tarihi süreç içinde edinilebilecek olan belirli bir siyasal olgunluğu kazanması gerekiyordu.
İkincisi, işçi sınıfının, kurtuluşunun kapitalizm çerçevesinde mümkün olmadığını ve çıkış yolunu gösteren bir devrimci ideolojiye ihtiyacı vardı. Bu ideolojinin burjuva ve küçük burjuva ideolojiye karşı kesin bir mücadele vererek alanı temizlemesi, kendisini kabul ettirmesi gerekiyordu. Komünizm ülküsü ve Marksizm henüz doğuyordu. Ve dolayısıyla diğer bütün akımları – anarşizm, Proudhonculuk, Blankizm, Lasalcılık ve bir takım radikal burjuva akımları – dışlayıp salt komünist olan siyasal örgütler kurmak mümkün değildi. İlk önce bir etkinlik sağlama mücadelesi gerekiyordu.
Üçüncüsü, dönem burjuva devrimleri, kapitalizmin şafağı ve ardından gelişip serpilme dönemiydi. Kapitalizmin çöküş çağı değil. Kapitalizmin çöküşü, bunalımları ve diğer bütün pratik sonuçlarıyla henüz gündeme gelmemişti. Kapitalizmin yıkılması zorunluluğu ve buna uygun bir örgütlenme tarzının gerekliliği işçi sınıfının bilincinde pratik olarak berraklaşmamıştı. Kapitalizmin ilerleme temposu buna olanak tanımıyordu. İşçi sınıfının burjuva devrimlerine tamamiyle sürüklenmeden, mümkün olduğu kadar bağımsız ve etkili katılımı başlı başına bir başarı sayılıyordu. Proleter devrimler çağı başlamamıştı. 1848 Fransız devrimi, bu bakımdan bir geçişi temsil ediyor; 1871 Paris Komünü ise, proleter devrimin ilk müjdesini ancak verebiliyordu.
KOMÜNİSTLER BİRLİĞİ VE I. ENTERNASYONAL
Proletaryanın bu ilk iki uluslararası örgütlenmesine değinirken, yukarda belirttiğimiz noktaları göz önüne almak zorundayız. Çünkü bu örgütlenmeler, sözkonusu koşulların var olduğu döneme denk düşerler.
Komünistler Birliği (1847 – 1852) ilk uluslararası örgüttür. Marx ve Engels’in de katılımıyla kurulan ”Birlik”, komünizm ülküsü henüz yaygınlaşmadığı ve proletaryaya yeterince mal olmadığı için oldukça dardı. Her ülkede devrimci ve komünizan işçilerin oluşturduğu gruplara dayanıyor ve Marksizmi yaygınlaştırmaya çalışıyordu. Komünist Manifesto bu dönemin ürünüdür ve Birliğin programı niteliğindedir. Ulusal planda komünist partiler henüz sözkonusu değildir. Ve komünist düşünce yeteri bir tabana oturmadığı için sözkonusu olamamıştır. Komünistler Birliği’nin iki belirgin niteliği ve hizmeti vardır. Bunlardan birincisi, o dönemde burjuva radikallerinin kapitalist sistemin doğasından kaynaklanan sınıf çelişkilerini hümanizmle örtbas etme çabalarına Komünist Manifesto ile karşı koyması ve sınıf mücadelesini ”Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşiniz!” şiarıyla öne çıkarmasıdır.
İkincisi, Komünistler Birliği, proletaryanın uluslararası çapta devrimci sınıf eylemini yönetme örgütünden çok, bir tür komünist propaganda örgütü olmasıdır. Başka türlü de olamazdı.
I. Enternasyonal, yani Uluslararası İşçi Birliği ise, Komünistler Birliği’nin dağılmasından sonra kurulmuştur (1864 – 1876). Salt komünistleri birleştiren bir örgüt değildir. Anarşistleri, Proudhoncuları ve diğer akımları da bünyesinde barındırmaktadır. Bu nedenle Komünist Manifesto’yu kendi programı olarak benimsememiştir. Marksizm ile diğer akımlar arasında bir iç mücadele sözkonusudur. Komünistler Birliği’ne göre çok daha geniş bir tabana oturmakla birlikte ulusal düzeyde partiler yine yoktur. Kendisi şubelere dayanan bir uluslararası parti niteliğindeydi. Üye olmak isteyenin başvurduğu, her ülkede şubelere, bir nevi kulüplere sahipti. Paris Komünü’nün yenilgiye uğramasını izleyen dönemde heterojen iç yapısının yol açtığı sallantılar dağılmasına neden oldu.
Bununla birlikte I. Enternasyonal’de Marksizm, diğer akımlar üzerinde zafer sağladı. Onu genişleyen bir taban üzerine oturttu. Bundan böyle salt Marksizmi temel alan bir uluslararası birliğin kurulabilmesi için gerekli maddi zemini yarattı. Hepsinden önemlisi de, siyasi iktidar mücadelesinin bir aracı olarak parti örgütlenmesinin zorunluluğu düşüncesini olgunlaştırdı.
”Enternasyonal’in Londra Konferansı’nda (1871) ve Lahey Kongresi’nde (1872), Marks ve Engels ”toplumsal bir devrimin zaferini sağlamak durumunda olan bağımsız bir proletarya partisinin her ülkede kurulması ve nihai amacın gerçekleştirilmesi, sınıfların ortadan kaldırılması üzerine” kararın kabul edilmesini elde ettiler. Böylece, bir süre sonra işlemesini durduracak olan Birinci Enternasyonal işçi sınıfının ulusal kitle partilerinin oluşturulmasına alan hazırlıyordu.” (Georges Cogniot, Komünist Enternasyonal, s. 15)
II. ENTERNASYONAL(1889 – 1914) VE BOLŞEVİZMİN DOĞUŞU
I. Enternasyonal’in yarattığı tabana dayanarak bir çok yerde ulusal proleter kitle partileri doğdu. Bu partiler artık Marksizmi kendilerine ideolojik bakımdan klavuz edinmeye başlıyorlardı. Proletarya ilk kez Marksist parti düzeyinde bir örgütlenme seviyesine ulaşıyordu. II. Enternasyonal artık ulusal partilerin biraraya gelmeleriyle kuruluyordu. Hareket genişliyor, bazı partiler milyonluk bir üye gücüne (İngiliz İşçi Partisi 1.5, Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi 1 milyon) erişiyor, birçokları seçimlerde önemli başarılar elde ediyordu.
Bununla birlikte bu partiler, yine birer devrim partisi durumuna tümüyle gelememişlerdi. Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin Bolşevik Kanadı’nı saymamak kaydı ile, II. Enternasyonal’in oportünizme saparak çöküşünün temelinde de bu durum yatar. II. Enternasyonal’in bu bilinen sonunun onun hem objektif, hem de ideolojik ve örgütsel zayıflığından, duyarsızlığından kaynaklanan nedenleri vardır.
Avrupa’da kapitalizmin dengeli gelişmesi ve büyümesi, bunun kaçınılmaz sonucu olarak, sınıf mücadelesine reformlar uğruna mücadelenin, barışçıl gelişimin hakim olması ve sömürge talanından elde edilen gelirlerin işçi aristokrasisinin tabanını görülmemiş ölçüde güçlendirmesi çöküşün objektif nedenini oluşturur. 1914’lere, savaşın sınıf çelişkilerinde şiddetli bir keskinleşmeye yol açtığı ana kadar, keskin sınıf çatışmaları Avrupa’ya değil, Rusya’ya damgasını vurmaktadır. Devrimci merkez, Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinden Rusya’ya kaymaktadır.
Fakat, II. Enternasyonal’in çöküşe uğramasına yol açan can alıcı neden bu değildir. ”Bolşevikleşme” sorununu açığa kavuştururken, II. Enternasyonal partilerinin zaafları arasında göze batırılması gereken esas noktayı ideolojik ve örgütsel zayıflıklar oluşturmaktadır.
II. Enternasyonal partilerinin ideolojik zayıflıklarının başında Marksizme sözümona dogmatik biçimde yaklaşarak hem onun devrimci özünü boşaltmaları hem de Marks ve Engels’in ancak değinebildikleri, ipucu bıraktıkları ve Marksizmin yaşayan ruhuna uygun olarak geliştirilmesi gereken yerleri geliştirmemeleri gelir. Onlar emperyalizm çağına, kapitalizmin çöküş ve proleter devrimler çağına girdiklerini görmemiş ve ideolojik bakımdan da bu sonuca zaten ulaşamamışlardır. Kapitalizmin Avrupa’nın o dönemindeki dengeli gelişimi, onların bütün bakış açılarını etkilemiştir. Halbuki emperyalizm çağına giriş ve bunun yol açacağı sonuçlar ipucu olarak Engels’in eserlerinde vardır. Aynı şekilde zora dayanan devrim, burjuva devlet aygıtının ilgası ve proletarya diktatörlüğü sorunları Marks ve Engels tarafından ele alınmakla birlikte II. Enternasyonal partileri bu düşüncelere sarılmamışlardır. Bu kavramları geliştirmemişlerdir. Proletarya diktatörlüğü hedefi RSDİP hariç, hiç birinin programında yerli yerine oturmamıştır.
Bulgaristan’da sınıf çelişkilerinin keskinliği ve partinin dayandığı sınıf temellerinin sağlamlığı nedeniyle III. Enternasyonal’e bölünmeden katılan ve bolşevizme en yakın durumda bulunan Bulgar Dar Sosyalist İşçi Partisi’nin dahi durumu budur. Dimitrov, BKP’nin 5. Kongresine sunduğu raporda bunu şöyle dile getirir:
”Sınırlı sosyalizm – Bulgar Komünist Partisi’nin henüz bolşevikleşmediği dönem için kullanılan tanımlama (Y. N.) – ile bolşeviklik arasındaki temel ayrılıklar nelerdir? Sınırlı sosyalizm, proleter diktatörlüğünü proleter devriminin temel niteliği olarak kabul etmiyordu. Bu sorun parti programında yer almamıştı. Kapitalizmin yeni evresinin, yani son evresinin başladığını, proleter devrimin eşiğine gelindiğini kavrayamayan sınırlı sosyalizm, burjuva sınıfın devrilmesi için silahlı ayaklanma ve iktidarı ele geçirme sorununu somut olarak getiremiyordu.” (Faşizme Karşı Birleşik Cephe, İkinci Kitap s. 157 – 158)
Aynı şekilde köylülükle ittifaka, ezilen ulusların kurtuluşuna gereken önem verilmeyerek, aslında proleter devrimin sahip olduğu olanaklar, potansiyeller ve yedek güçler gözardı ediliyordu. Devrim pratik bir sorun olarak değil, uzak bir geleceğin sorunu olarak görüldüğü için her devrimin temel kuralı olan, proletarya önderliğinde bütün muhalif güçleri ana düşmana karşı seferber etme anlayışı bir kenara bırakılıyordu. Köylülüğe hala kapitalizmin serbest rekabetçi döneminin bir tabakası gözüyle bakılıyordu.
”Oysa sınırlı sosyalizm, köylü üreticiyi, sadece tutucu bir toplum unsuru olarak dogmatik bir tanımla niteliyordu… Köylülerdeki devrimci potansiyeli, devrimde işçi sınıfının müttefiki olacağı görüşünü kavrayamamak, sınırlı sosyalizmle Leninizm arasındaki en belirgin ayrılıklardan biridir.” (age., s. 160)
Bulgar Komünist Partisi’nin Çiftçi Birliği’nin 1923 Haziran’ında faşizme karşı giriştiği ayaklanmayı ”burjuvazinin iki kanadı arasındaki savaş” olarak niteleyip desteklememesinin ve böylece tarihi bir fırsatı kaçırmasının temelinde bu anlayış yatar.
Özetle: devrimi, kapitalizmin normal evrimi içinde proletaryanın nüfusun çoğunluğunu oluşturacağı gelecekteki bir anın sorunu olarak görme ve bu nedenle devrimin diğer potansiyel güçlerini değerlendirmeme… Açıkası proletarya hegemonyası ve devrimin gittikçe pratik bir olanak durumuna geldiği halde, fiilen reddi… SBKP Tarihi’nden aşağıya aktaracağımız pasaj bolşevizmin II. Enternasyonal partileriyle bu konudaki ayrılığını en açık biçimde göstermektedir:
”Batı Avrupa sosyal demokratları, sosyalist devrimde tüm burjuvaziye karşı proletaryanın tek başına hareket edeceği, proleter olmayan bütün sınıflara ve tabakalara karşı bağlaşıksız yürüyeceği düşüncesinde idiler… Bu yüzden Batı Avrupa sosyal demokratları, Avrupa’da sosyalist devrim için koşulların henüz olgunlaşmadığı, toplumun ilerdeki ekonomik gelişmesi sonucunda proletaryanın ulusun çoğunluğu, toplumun çoğunluğu durumuna geldiği zamandır ki, bu koşulların olgunlaşmış sayılacağı düşüncesindeydiler.”
”Leninist sosyalist devrim teorisi, Batı Avrupa sosyal demokratlarının bu çürük ve anti – proleter tezini yerle bir etti.” (s. 98)
Aynı türden bir gözardı ediş ezilen uluslar sorununda da kendisini gösteriyordu. Lenin II. Enternasyonal’in devrimci kanadından olan Rosa Luxemburg’un hayali görüşlerine karşı bile, ezilen uluslar sorununun emperyalizme karşı mücadele ve proletaryanının uluslararası birliğinin önündeki her türlü engelin yıkılmasında taşıdığı önemle ilgili olarak, mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Halbuki hem köylülüğün gelecekte oynayabileceği rol, hem de ulusal soruna proletaryanın uluslararası çıkarları ışığında tarihsel bakışla ilgili olarak Marks geliştirilmesi gereken görüşler bırakmıştı:
”Paris Komünü’nün yenilgisinde köylülükle ittifakın bulunmayışının oynadığı rolü ele almış ve gelecekteki devrimin kaçınılmaz ‘halk devrimi’ niteliğine işaret etmişti. İrlanda sorununa gösterdiği ilgi onun ulusal soruna verdiği önemin belirtisiydi.”
Marksizmi, onun devrimci özüne ve yaşayan canlı ruhuna sarılarak geliştirmek Lenin ve bolşevikler tarafından yapıldı. Bolşevizm 1900’lerin başında doğdu. II. Enternasyonal’in içinde olmakla birlikte taşıdığı devrimci ruh ve sahip olduğu ideolojik – politik çizgiyle, ondan daha ilk bakışta ayırt ediliyordu. Gelecekteki enternasyonalin temeli olarak, bir bakıma ta başından ondan ayrı niteliklere sahipti. ”Bolşeviklik, siyasal fikir akımı olarak ve siyasal parti olarak, 1903’ten beri vardır.” (Lenin, Sol Komünizm, s.12)
Buraya kadar ele aldığımız yönler, konunun başında değindiğimiz gibi, partimizin ideolojik ve politik alanda bolşevikleşme yolunda katettiği mesafe hakkında da fikir verir. Objektif bakışla durumumuzu değerlendirirsek şunu söyleyebiliriz: İdeolojik – politik planda oportünizmden tam bir kopuş ve bolşevikleşmeye yönelme… Ancak, bolşevizmin örgütlenme ve çalışma tarzını ele alacağımız zaman görülecektir ki, katetmemiz gereken çok uzun bir mesafe önümüzde durmaktadır.
II. ENTERNASYONAL’İN UZLAŞICI VE EKLEKTİK NİTELİĞİ
II. Enternasyonal’in ideolojik zayıflıklarından ikincisi, ideolojik netlikten ve ilkesel tutumdan yoksunluktur. Buna karşılık uzlaşıcılık ve eklektizm bütün partilere hakim olmuştur. Saygıdeğer (!) bir ”birlik” havariliği arkasında her türlü oportünizmin, Marksizmin devrimci ilkelerine saldırısı hoşgörülmüş ve bu tür akımlara müsamaha gösterilmiştir. Lenin ve bolşeviklerin yerden yere çaldıkları, Marksizmin revize edilmesinden açıkça bahseden ekonomizmin teorisyeni Bernstein, Alman Sosyal – Demokrat Partisi içinde barınabiliyordu.
Ağırbaşlı bir ”iç barışı koruma” kisvesi, ilkeler üzerinde verilecek kesin bir kavgayı sürekli erteliyordu. Ünlü devrimci Bebel bile, Bernstein’la ”birliği ve barışı” savunabiliyordu. ”Bebel kendi partisinin kongresinde, Bernstein yoldaş ( bir zamanlar Plehanov yoldaşın söylemekten çok hoşlandığı şekliyle ”Bay Bernstein” değil, yoldaş Bernstein) kadar çevrenin etkisinde kolayca kalabilen bir başka kişi bulunmadığını açıkça ilan etmişti: onu çevremize kabul edelim, onu Reichtag’ın – Alman Millet Meclisi (Y. N.) – üyesi yapalım, revizyonizmle, revizyoniste karşı uygun olmayan bir haşinlikle değil, fakat ‘onu nezaketen öldürerek’ savaşalım.” (Bir Adım İleri İki Adım Geri, s. 202)
Evet, Bebel bile Lenin’in alaya aldığı böylesine sakat bir anlayışla hareket ediyordu. Bu nedenle partiler arındırılıp güçlendirilemiyor, işçi aristokrasisinden, aydınlardan ve yarı – proleter unsurlardan sürekli olarak beslenen bir oportünizm partileri sararak onları içten kemiriyordu.
Bolşevikler ise II. Enternasyonal partileri içinde genellikle ”haşin”, uzlaşma tanımaz, ayrılıkçı bir akım olarak nitelendiriliyordu. Yani bolşevizm bu bakımdan da II. Enternasyonal’in diğer partilerinden kökten farklı bir anlayışa sahipti. Devrimi gerçekleştirmek amacıyla, bütün devrimci muhalefet güçlerini harekete geçirmek için, mümkün olduğu kadar esneklik ve devrimci bir ittifak politikası… Salt bir ayrılık niyetinden, hizipçilikten kaynaklanmayan ideolojik, pratik ve taktik zorunlulukların sonucu olan bir ayrılık…
Lenin devrimci teoriyle donanmamış bir partinin kesinkes devrim yapamayacağı anlayışıyla hareket ediyordu. Bu nedenle oportünizme kayışa ve onu bir çizgi haline getirmeye başlangıç teşkil eden noktaları ayrılık konuları olarak genişliğine sergilemeye ve hatada diretildiği takdirde tavizsiz bir kavgayla sorunu pratikte ulaşabileceği son noktaya kadar götürmeye büyük önem veriyordu. Devrimci proletarya ancak bu yöntem sayesinde sağlam bir teoriyle ve berrak bir sınıf bilinciyle donanabilirdi.
Lenin ve bolşevikler şekilci ve özsüz olmayan üstün bir proleter disiplin anlayışına sahiptiler. Demokratik – merkeziyetçiliğe dayanan tüzüksel bir disiplin zorunlu olmakla birlikte, bu, ancak ideolojik birlik esası üzerinde gerekli sonuçlarını verebilir. Özle biçim arasında uyum o zaman kavranabilir. Özle biçim çelişkiye düştüğünde, oportünizmle olan ideolojik farklılaşma ve kopuş, örgütsel kopuşu da gerekli kıldığında bolşevizm, tereddütsüz davranmıştır. Sorunun özünü biçimsel disipline feda etmemiştir.
”Mücadele, yukarıda değinilen sapmalar tam şekillenmeye başladığı zamanlarda oldu ve daha önce yanyana döğüşen insanlar arasında sürdürüldü. Bir çoğu, bu güçlüklerin Lenin’in kavgacı, haşin ve sert yaradılışlı bir insan olmasından ileri geldiğini sanıyordu. Gerçekte bu, varlığını tam olarak sürdürebilmesi için partinin tutarlı yolu ve doğru taktikleri uğrunda yapılan bir mücadele idi. Anlaşmazlığın kesin bir biçime dönüşmesinin bir nedeni de sorunların karmaşık nitelikte olmasıydı. Çoğu zaman İlyiç, bunları kesinkes ortaya koyuyordu; aksi halde sorunlardaki öz gizli kalabilirdi.” (Lenin’den Anılar 2. Kitap, N. Krupskaya)
II. Enternasyonal’in diğer partilerinde bu geleneklerin bulunmayışı, her şeye rağmen ”birlik” anlayışının kökleşmesi, savaş II. Enternasyonal’deki çürümeyi iyice açığa çıkardığında, sol kanatların kopuşunu geciktirdi. Bu gecikme hem III. Enternasyonal’in doğuşunu, hem de Avrupa devrimlerini doğrudan etkilemiştir. İhanetle karşılaşan uluslararası proletaryaya yeni alternatiflerin ortaya çıkışı radikal bir çözümle ve gerekli çabuklukla olmadı. Ancak bir dış etmen olarak Ekim Devrimi bu kopuşu hızlandırdı. Bolşevik geleneklerin diğer partilerde bulunmaması Alman proletaryasının övgüye değer bir disiplin anlayışına sahip olan devrimci önderi Karl Liebknecht’in parlamentoda sosyal demokrat grubun çoğunluğuna uyarak savaş kredileri lehine geçici olarak oy kullanmasına sebep olabiliyordu.
Öte yandan bolşevizm, oportünizmi asla gelgeç, rastgele bir olay olarak görmez. Kapitalizm koşullarında hem sağ, hem sol oportünizmin sürekli olarak beslendiği, yeşerme ortamı bulduğu, uygun kaynaklar vardır. İşçi aristokrasisi, aydın zümre, durumları hızlı ve köklü biçimde kötüleşen ve bu nedenle dengesizce aşırılaşan küçük burjuva tabakalar ve proletaryaya yeni katılıp gerekli bilinç dönüşümüne henüz yeterince uğramamış kesimler…
Bunlar hem sürekli olarak partiye sızarlar, hem de bolşevizmin esas dayanağı ve proletaryanın ana çekirdeği sanayi proletaryasını etkilerler. Bu nedenle oportünist eğilimlere karşı uyanıklık, tetikte olma ve mücadele bolşevizm için süreklidir. Bolşevizm, devrimci proletaryaya ideolojik bakımdan kanat gerer ve her türlü sallantıya karşı açık davranır. Stalin’in Leninizmin İlkeleri’nde, bolşevik tipte partinin özelliklerinden biri olan, ”parti, kendini oportünist öğelerden arıtarak güçlenir”, demesi bundandır.
II. ENTERNASYONAL’İN ÖRGÜTSEL ZAYIFLIKLARI VE BOLŞEVİZM
II. Enternasyonal partileri, çöküşlerine neden olan pek çok örgütsel zayıflıklar da taşıyorlardı. Bu eksiklikler nedeniyledir ki devrim Avrupa’da pratik bir zorunluluk olarak gündeme geldiğinde, bu partilerin örgütlenme tarzı yetersiz kaldı. Hatta devrimin önünde engel haline geldi.
Bu örgütsel zayıflıkların başında, II. Enternasyonal’in güçlü bir merkezi önderlikten yoksun oluşu gelir. O, bir dünya partisi gibi proletaryanın uluslararası devrimci eylemini yönetmekten çok uzaktır. Partiler arasındaki ilişkilerde diplomatik tavır her şeye üstün geliyordu. Ama geneldeki bu durum tek tek partilerin örgütlenme ve çalışma tarzından kaynaklanıyordu. Tek tek partilerin örgütlenme ve çalışma tarzı, bir devrim partisinde olması gerekene çok az benziyordu. Bolşevizm ise, Lenin’in Ne Yapmalı ve Bir Yoldaşa Mektup eserlerinde ortaya koyduğu örgütlenme planı ve II. Kongre’de Martov’a, menşeviklere karşı tüzük üzerinde verilen mücadelede iyice şekillenen görüşleri temel alarak tamamıyla ayrı bir örgütlenme, çalışma tarzını geliştirdi.
II. Enternasyonal partilerinin bu bakımdan taşıdıkları eksikliklere karşılık, bolşeviklerin sahip olduğu üstünlüklerin ve ayırt edici özelliklerin başlıcaları şunlardır:
1) II. Enternasyonal partileri, yasal partilerdi. Yasa -dışı mücadele ve buna uygun örgütlenme biçimleri onları hemen hemen hiç meşgul etmemiştir. Yasallık onları, milyonluk üye sayısına ve oturmuş bir düzene sahip dev aygıtlar haline getirdi. Ama bu oturmuş ve kalıcı düzen hemen tümüyle burjuva yasallığının sağladığı olanaklara dayanılarak gerçekleştiği için, gittikçe kendisini burjuva siyasal düzene uyarladı. Onun bir parçası haline geldi.
Burjuva yasallığının şemsiyesi altında büyüyen bu ”düzenli” partiler, sığındıkları şemsiye ortadan kalkınca işe yaramaz hale geldiler. Lenin, ”Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky” adlı eserinde, bu duruma işaret eder: ”Oportünizmi yasallık beslemiştir. 1889 – 1914 döneminin işçi partileri burjuva meşruiyetinin avantajından yararlanmışlardır. Buhran çıkınca, yasadışı çalışma yöntemlerini kabul etmeleri gerekli oldu. (Bunu çok sayıda hileyle birlikte), büyük bir enerji ve kararlılıkla yapmaktan başka yol yoktu).” (s. 51)
Ama, ”eski parti – Legien’den Kautsky’e kadar – proletaryanın devrimci hedeflerini mevcut yasal örgütlerin korunması uğruna feda etti. Bu, ne kadar inkar edilirse edilsin, bir gerçektir. Proletaryanın devrim yapma hakkı, şimdiki polis yasasının izin verdiği örgütlerden meydana gelmiş bir tabak çorbaya satıldı.” (s. 54 – 55)
Bolşevizm ise, yasa – dışı örgütlenme ve mücadeleyi esas almıştı. Yasal olanakları sonuna kadar kullanma ve yasal örgütler oluşturma işi hep yasa – dışı partiye dayanılarak sürdürülmüştür. Yasa – dışı partiyi tasfiye etmeye yönelik her türlü girişime karşı amansız mücadele edilmiştir. Lenin ve bolşevikler, başından beri proletaryanın örgütlenme ve devrimci eylem hakkının asla burjuva icazetine bağlanamayacağı görüşüyle hareket etmişlerdir. Bu nedenle, II. Enternasyonal partilerinin, ön plana çıkan mücadele görevlerine uygun örgütlenme biçimlerini geliştirme ve esneme yeteneğinden yoksun, hantal düzenlerine karşılık, Bolşevik Parti, esnek ve dinamik bir düzene sahiptir.
Askeri savaşta örgütlü gerilla mücadelesinin hareketli, manevra yeteneği yüksek düzeni neyse, siyasal mücadelede Bolşevik Partisi’nin sahip olduğu dinamik düzen de odur. Objektif koşullar örgütlenme ve çalışma tarzında izlenecek taktiklerde değişiklik talep ettiği zaman, hiç bir zaman eli kolu bağlı kalmamış, mümkün olan serilikle bunu gerçekleştirmiştir. Bolşevik tipte parti, barışçıl grevlerden, siyasal grevlere, sokak gösterilerine; parlamenter çalışmadan gerilla mücadelesine ve silahlı halk ayaklanmasına; saldırıdan geri çekilmeye ve savunmaya kadar bütün mücadele taktiklerini karşılama ve başarıyla uygulama yeteneğine sahiptir. İşte dinamik düzen budur.
Bulgar Komünist Partisi, 1923 Eylül’ünde faşizme karşı bir silahlı ayaklanma düzenledi. Ayaklanma yenilgiye uğradı ve ağır kayıplar verdi.
Ama bundan iki ay sonra gündeme gelen seçimlere katıldı ve önemli başarılar elde etti. İki ayda ağır kayıplara mal olan silahlı ayaklanma taktikleri ve buna uygun örgütlenme düzeninden parlamenter taktiklere geçiş! Bolşevizmin dinamik düzeni işte budur…
2) II. Enternasyonal partilerinde, birinci planda öneme sahip olan, partinin kendisi değil, parlamento grubuydu. Seçim sistemine göre, yerel düzeyde oluşturulan şubelerden oluşan bir örgütlenme tarzına dayanıyorlardı. Üyelik bireyseldi. İşletmelere dayanan hücreler ağı, hücrelerin üye kabülü ve üyenin parti örgütlerinin herhangi birinde fiilen görevli olma zorunluluğu yoktu. Partiler proletaryanın savaş örgütü olmaktan çok, birer parlamenter mekanizma durumundaydılar.
”Devrim öncesi dönemde, II. Enternasyonal partilerinin işçi hareketinde egemen güç olduğu ve parlamenter mücadele biçimlerinin başlıca mücadele biçimi sayıldığı az çok sakin gelişme döneminde, bu koşullar altında parti sorunları, büyük devrimci savaşlar döneminde kazandığı ciddi ve kesin öneme sahip değildi ve olamazdı… Bu koşullarda ve böyle bir partinin yönetiminde, proletaryayı devrime hazırlamanın sözkonusu bile edilemeyeceği, kanıt göstermeyi gerektirmeyecek kadar açıktır.” (Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 85 – 86)
Aslında, RSDİP’nin II. Kongresinde tüzüğün birinci maddesi üzerindeki tartışmalar sırasında Martov, Lenin’e karşı, parti örgütlerinden birinde çalışma ve yine bu örgütlerden biri tarafından üyeliğe kabul zorunluluğunun kaldırılmasını, her grevcinin ve isteyen her aydının kendi kendine partiye üye olmasını savunurken, II. Enternasyonal partilerinin sahip olduğu örgütlenme biçimini savunuyordu.
II. Enternasyonal tipi örgütlenmede:
a- Bireysel üyelik sözkonusu olduğundan organlardan, organ kollektivitesinden, üyelerde cidddi bir sorumluluk duygusunun gelişmesinden, bütün üyeler üzerinde partinin denetiminden söz edilemez.
b- Üyenin özel yaşantısının, çıkarlarının ve isteklerinin, partinin genel çıkarlarına tabi kılınması mümkün olmaz ve ciddi bir parti yaşamı doğmaz. Böyle bir parti de, sosyalist toplumun kapitalizmin bağrındaki hazırlayıcısı olamaz.
c- Örgütlenme gittikçe şekilsiz bir hal alır, kitlelerle parti arasındaki örgütsel fark belirsizleşir ve parti, proletaryanın en ileri unsurlarından oluşan ”öncü müfreze” halinden çıkar.
d- Burjuvaziyi üretimden, işletmelerden can damarlarından vurmak ve yasal mücadelede bu silahı sürekli biçimde kullanmak sözkonusu olmaz.
e- Parlamenter mücadele, başlıca mücadele biçimi olarak görüldüğü için, partide sınıf mücadelesinin çok yönlülüğüne uygun bir deney birikimi, kadrosal gelişim ve uzmanlaşma ortaya çıkmaz. Seçim pratiği, yasal propaganda ve biraz da teorik gelişmeyle belirlenen bir tekdüzelik partiye egemen olur. Böyle bir parti de, proletarya diktatörlüğünün hazırlayıcısı olamaz.
f- Tepeden tırnağa bütün partiyi bağlayan proletaryanın çelik disiplini tesis edilemez. Dolayısıyla karşı – devrim, partiyi rahatlıkla dize getirir.
II. Enternasyonal partilerinde bulunmayan bu özellikler, bolşevik tipte partide mevcuttur. Bolşevizmin başlıca parolası, seçmenleri değil, fabrikaları fethetmek, ”fabrikaları birer kale” haline getirmektir. İşletme hücreleri ağı temeldir. Partiyle sınıf arasındaki fark kesin ve belirgindir. Parti sınıfın düzeyine indirgenmez, sınıf partinin düzeyine çıkarılmaya çalışılır.
Kitlelerle en güçlü bağları, hatta bir ölçüde onların içine gömülmeyi şart koşmakla birlikte, üyeleri sınıfın en ileri, en deneyimli, en fedakar unsurlarını kapsar. II. Enternasyonal partileri güçlerini üye sayılarıyla ölçerler. Partiyi güçlendirmede kullandıkları başlıca yöntem, üye kaydetmektir. Bolşevik Parti ise, gücünü esas olarak üyelerinin niteliğiyle ve sahip oldukları ilişki sayısıyla ölçer. Her üyesini bir örgüt gibi düşünür. Üye sayısındaki çoğalma, nitelikçe düzey düşüklüğüne yol açmaz. Üye sayısındaki çoğalma, Bolşevik Parti için sınıfın yetiştirdiği üstün yeteneklerin Partiye emilmesi; Parti hayatı içinde tam manasıyla yoğrularak ve parti kollektivitesinin bir dişlisi haline getirilerek en yararlı hale getirilmesi; partinin çok daha geniş kesimlere kurmaylık yapacak düzeye yükseltilmesidir. Sınıfın en ileri kesiminin bütün yetenek ve enerjisini kendi bünyesine enjekte eder. Bu nedenle yüksek bir örgütlenme seviyesini ve çelik bir disiplinle belirlenen sarsılmaz bir irade birliğini temsil eder.
Kurmaylık yapmaktan söz ettik. Stalin, ” Parti proletaryanın savaş kurmay heyetidir” der. Siyasi bir örgüt için askeri tanımlamaların kullanılması şaşırtıcı gelebilir. Tanımlama tam manasıyla doğrudur ve Bolşevik tipte partinin özelliklerinden birisini ifade eder. Bolşevik tipte parti, şu düşünce sistemiyle hareket etmek zorundadır: Orta yerde, henüz, politikanın başka araçlarla devamı demek olan askeri savaş biçimini almamış bir sınıflar muharebesi vardır. Şimdilik nispeten rahat, düzensiz ve ulaşılması gereken hedefleri yeterince kesinleşmemiş biçimde… Üstelik bu sınıflar muharebesi, salt askeri bir savaşa göre, daha karışık, kompleks, çok taraflı ve değişik ilişki düzenlerine sahip… Ama yine de bir muharebe… Eninde sonunda askeri mücadele biçimlerinin belirleyici hale geleceği bir noktaya yükselecek olan bir muharebe… Sınıfın bütünü henüz bunun farkına varmamıştır. Ama sınıf öncüsü parti stratejik hedefi asla gözden kaçırmaz. Düşman düzenli… Proletarya henüz düzene sokulmamış bir ordu… Onun mücadelesinin başına parti geçiyor.
”Devrimci bir partisi bulunmayan sınıf, kurmaysız bir ordudur.” (Stalin, a.g.e., s. 87)
Örgütlü, düzenli, bilinçli ve istediğini – yani iktidarı- bilen bir ordu haline getirmek bu tip bir partinin görevidir. Onun mücadelesinin bütün biçimlerini yönetecek bir dizi ön ve birbirini yoklama niteliğindeki muharebelerden geçirerek, uygun olmayan durumlarda çarpışmadan kaçınarak proleter orduyu kesin muharebeye böyle bir parti hazırlayabilir.
Bu arada yedekleri kazanarak, ortak kurmaylık düzeninde proletaryanın öncülüğünü kurabilir. Kararsızları tarafsızlaştırıp, düşmanı mümkün olduğu kadar yalnız bırakabilir. İşte bütün bunlar kurmaylık konularıdır. II. Enternasyonal partileri ”savaş kurmay heyetleri” gibi değil, sınıfları uzlaştırmaya çalışan ”elçi heyetleri” gibi davranırlar. Zaten bunun için çöküşe uğramışlardır.
3- II. Enternasyonal partilerinin,örgütlü devrim mücadelesinin devamlılığını ve istikrarını her şart altında sağlayan bir ”profesyonel devrimciler örgütü” yoktur. Bu kavram, komünist literatüre Lenin ve bolşevikler tarafından yerleştirilmiştir. Lenin, burjuvazinin nasıl yönetimin bütün inceliklerinde ustalaşmış, uzmanlaşmış ve bunu başlı başına bir sanat haline getirmiş profesyonel yönetici ve lider kadrosu varsa, aynı şeye proletaryanın savaş partilerinin de mutlak sahip olmasını gerekli görmüştür. Devrimci mücadele sanatının bütün inceliklerini, ustalıklarını kavramış, siyasi mücadeleyi başlıca uğraşı yapmış, siyasi polise karşı mücadelede tecrübeli, siyasi ve örgütçü yetenekleri yüksek uzman devrimciler örgütü… Profesyonel devrimciler örgütü budur. Türkiye’de epey sulandırılmış haliyle işi gücü bırakıp devrimciliğe amatörce soyunmak değil. İşin özü amatör çalışma yöntemlerini aşarak, devrimci faaliyete bir sanat gibi ehliyetlice yaklaşmadır. Pek tabii ki faaliyet alanlarını legaliteyle sınırlamış olan II. Enternasyonal partilerinin, bolşevik tipte örgütlenmenin temel taşlarından olan ve parti örgütünün çekirdeğini oluşturan profesyonel devrimciler örgütüne sahip olması, ihtiyaç olarak kendisini göstermediği için zaten düşünülemez.
4- Bolşevik tipte partide propaganda, ajitasyon ve örgütlenmede kollektivite sağlayan, kitle içindeki çalışmada kadroların elinde bir araç olan, burjuva düzenin bütün kötülüklerini, çürümüşlüğünü ve çelişkilerini sistematik olarak teşhir edip siyasi gerçekleri açıklayan parti yayınları örgütlü çalışmanın ana eksenidir. Gazete aynı zamanda siyasi mücadelenin bir yöneticisidir. İşçi sınıfının ve diğer emekçilerin siyasete gözlerini açan kesimlerini kuşaklar halinde yetiştirip, siyasi bakımdan olgunlaştırır.
Elbette II. Enternasyonal partilerinin de gazeteleri, hem de pek çok olmak üzere vardı. Ama merkezi yayın sorunu Bolşevik tipte partide olduğu gibi örgütlenmede kilit role sahip değildir. Bolşevizm ise yayını ve onun dağıtım şebekesini partinin kan dolaşım sistemi ve aynı zamanda örgütlenmenin iskeleti olarak görür.
II. Enternasyonal’in çöküşünden sonra kurulan III. Enternasyonal’in yerine getirdiği bir numaralı görev Bolşevizmin evrenselleştirilmesidir. Dünyada ilk sosyalist devrimi gerçekleştiren ve iktidarı akıl almaz güçlüklere – emperyalist saldırı ve kuşatma, burjuvazinin direnişi, Rusya’nın korkunç geriliği, proletaryayı kendi etkisi altında boğmaya çalışan muazzam küçük burjuva çoğunluk, açlık vb. – göğüs gererek koruyan Bolşevikler enternasyonal görevlerini de asla ihmal etmediler. III. Enternasyonal’in kuruluşuna önderlik ettiler. Devrimci kanatların II. Enternasyonalden kopuşunu hızlandırdılar. SBKP, ana parti olarak III. Enternasyonalin diğer partilerini eğitip, yetiştirdi. Bir çok ülkede proletaryanın militan savaşçı partileri doğdu.
II. Enternasyonalin etkilerini temizlemek, bu arada muhtemel sola kaymaları engellemek ve bolşevizmin evrensel yönlerini özümletmek kolay olmadı. Ama III. Enternasyonal bu tarihsel görevi önemli ölçüde yerine getirdi. Üye partilerin bolşevikleşme süreçleri ilerledi. Bu partilerin hepsi, proletarya diktatörlüğünü amaçlayan devrimci programlar banimsediler. Örgütsel yapıları işletme hücreleri temeline dayalı olarak yeniden organize edildi. Bolşevizmin evrensel özellikleri 21 madde halinde Komünist Enternasyonale Kabul Koşulları haline getirildiler. (Komünist Enternasyonale Kabul Koşulları’nı buraya aktaramıyoruz. Ancak Komünist Enternasyonale Kabul Koşulları, temel çizgilerini öğrenmek isteyen herkes tarafından mutlaka okunmalıdır. Başvurulacak kaynaklardan biri olarak, Belge Yayınları’nda çıkan ”III. Enternasyonal – Belgeler” adlı kitabı verebiliriz.)
Ne yazık ki Rus deneyinin, yani bolşevizmin, zamanında ve yeterince hızlı biçimde özümlenmemesinin pahalıya patladığı, faşizmin zaferine yol açtığı ülkeler de oldu. Bunların başında İtalya gelir. Çünkü, kapitalizm çöküşe sürüklendikçe karşı – devrimin artan kudurganlığı, devlet erkinin olağanüstü ölçüde güçlendirilip merkezileştirilmesi, politik ve örgütsel bolşevikleşmenin önemini kat kat artırıyordu. Bugün faşizmin devlet örgütüne dayanarak yukardan gelmesiyle belirlenen değişik tarihi koşullarda aynı sorunla karşı karşıyayız.
Lenin, Komünist Enternasyonal’in katılabildiği son kongresi olan IV. Kongre’de bolşevikleşmede ve bolşevizmin deneylerini özümlemekteki gecikmenin yolaçabileceği tehlikelere güçlü önsezilerine dayanarak işaret etmeye çalışıyordu. ”Karar -III. Kongrede alınan ”Parti Örgütlenmesinin İlkeleri” olarak çıkan kararlar kastediliyor. Y.N.- harikuladedir; ama neredeyse tümüyle Rusçadır; yani her şey Rusyadaki ilişkilerden çıkarılmıştır. Bu, kararın iyi yanıdır; ama aynı zamanda kötü yanıdır da… Karar gereğinden fazla Rusça; Rus deneyini yansıtmakta. Bu nedenle yabancılar için tümüyle anlaşılmaz, onlar kararı aziz resmi gibi bir köşeye asıp, altına geçip dua etmekle tatmin olamazlar. Bu yolla hiç bir şey elde edilemez. Rus deneyinin makul bir parçasını sindirmek zorundalar. Bu nasıl olur bilemiyorum. Örneğin, belki İtalya’daki faşistler, İtalyanlara henüz yeterince aydınlanmadıklarını ve ülkelerinin Karayüz Çeteleri’ne karşı bağışıklık kazanmadığını gösterirlerse, bize bu konuda hizmet etmiş olurlar!”
– devam edecek