Aşağıdaki parça 1990 Sonbaharında yapılan Kürdistan Komünist Partisi III. Kongresine sunulan rapordan alınmadır.
[KKP III. Kongresi’ne Sunulan MK Raporu’ndan / KKP Yayınları: 5, Eylül 1990]
Kürdistan’da mücadele yeni bir dönemi yaşıyor. Ulusal kurtuluş hareketi küçümsenemeyecek mesafe kat etti. Dengê Kurdistan’ın çeşitli sayılarında yapılan tesbitlerin doğruluğu, gün geçtikçe daha iyi anlaşılıyor.
Mücadelenin bugün içinde cereyan ettiği ortam ve vardığı düzey özetle şöyledir:
– Kürt sorunu artık kendisini kabul ettirmiş, uluslararası düzeyde de gündeme gelmiştir.
– Kuzey Kürdistan’da ulusal direniş ve diriliş süreci, yığınsal başkaldırılar düzeyine ulaşmıştır.
– TC devletinin Kürdistan politikaları iflas etmiş, izlenen savaş siyaseti gelişen süreci engelleyememiştir.
– Kuzey Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi, genel Kürdistan mücadelesi içinde sivrilip öne çıkmaya başlamıştır.
-Kuzey Kürdistan’da yörelere göre farklı biçimlerde ve düzeylerde tezahür etmekle birlikte, devrimci durum giderek daha da olgunlaşmaktadır.
Kürdistan’da mücadele, TC devletinin başını en çok ağrıtan, TC’yi sıkıştıran bir düzeye gelmiştir. Politik açıdan TC devleti eski çizgisinde yenilgiye uğradı. Sorunu 6 yıldır ”politikanın başka araçlarla devamı ” demek olan savaşla kontrola almak istemesi başlıbaşına bir iflastır. Raporumuzun daha önceki kısımlarında değindiğimiz politik tedbirlerle insiyatifi ele geçirmeye çalışmaktadır.
Kürt sorunu artık uluslararası gündeme girmiştir. TC, artık bu gerçeği kabul etmek zorundadır. Elindeki imkanlarla sorunu uluslararası boyutlardan indirmeye, en azından daha fazla tırmanmasını engellemeye çalışsa da, eski statüye tam olarak dönülemeyeceüini görüyor.
Ayrıca, ülke içerisinde de eski ile köklü bir kopuşun gerçekleştiğini ve geri dönülemeyeceğini görüyor. Ulusal uyanış süreci geri döndürülemez bir noktada. Kürt gerçeği inkar edilemez bir noktaya gelmiştir.
Öte yandan TC devleti ile Kürt halkı arasındaki uçurum ve güvensizlik daha da derinleşiyor. Düşmanlık büyüyor. TC devletininin Kürt halkına karşı savaşı, ”uzun süreli savaş”a dönüşüyor. Savaş, askeri yönden daha da kökleşip kangrenleşirken, askeri çerçeveyi de aşıp çok yönlü savaşa dönüşüyor. Bu durum krizin ve çelişkilerin daha da şiddetlenmesini, devrimci durumun olgunlaşmasını kızıştırıyor.
TC devleti, Kürdistan’da egemenlik sistemini yeniden kurmaya, savaş sırasında yarattığı örgütlenmeleri ve düzenlemeleri kurumlaştırıp kalıcılaştırmaya çalışıyor. Yeni tedbirlere ve taktiklere başvuruyor.
Kürdistan’da mücadelenin yükselmesi, Türkiye’nin politik iklimini yakından etkiliyor. TC devleti, siyasal partileri, egemen sınıfı Kürt sorunu karşısında sarsılıyor. Kürt sorunu SHP’yi bunalıma soktu. Yeni bir parti (HEP) bile kuruldu. İktidarda ve muhalefetteki burjuva partilerinin Kürdistan’da kitle bağları ve destekleri zayıfladı. TC devleti içinde, şiddet taktiğinin mi, diğer taktiklerin mi temel alınacağı konusunda çatlaklar oluştu.
Öte yandan, Türkiye’deki demokratik ve devrimci mücadelenin atmosferi de olumlu yönde etkilendi. Örneğin, Türk aydınları yıllardır kökleşmiş şövenist tutumlarında bocalamaya başladılar. Devrimci hareket içerisinde Kürt sorununa duyarlılık daha fazla arttı. Kürdistan’da gelişen militan mücadele, Türkiye solu içinde reformist ve devrimci çizgilerin ayrışmasında güçlü bir faktör oldu. Türk halkının, Kürt sorununa ilgisini uyandırdı. Kürt sorunundan haberdar bile olmayan bir çok sıradan Türk ailesi, Kürt halkına karşı gönderilen asker oğulları dolayısıyla bile olsa, Kürt halkının istemlerine kulak kabarttı.
Bu sonuçlara yol açan ulusal kurtuluş mücadelesi, iki kanaldan gelişim gösterdi. Bunlardan birisi PKK’nin gerilla mücadelesi, diğeri yığınların yükselen eylemidir.
PKK’nin gerilla mücadelesi, izlediği strateji ve taktiklerdeki tüm zaaf ve yanlışlığına rağmen, Kürdistan’daki nesnel koşullardan zemin bulark güçlendi ve siyasal süreci derinden etkiledi. PKK, binleri bulan şehit, bunların bir kaç katı tutsak vermesine rağmen hareketin sürekliliğini sağlayabildi. PKK’nin gerilla mücadelesi, Kürdistan halkının ulusal devrimci potansiyelinin muazzam gücünü açığa çıkardı; bu güçten beslendi.
PKK’nin bu başarısı, ulusal-toplumsal kurtuluş hareketinin geliştirilmesine bir katkıdır. TC devletini hedefleyen ve TC’yi zor duruma düşüren eylemleri, tarafımızdan politik olarak desteklenmeli; özellikle kitle mücadelesi zeminlerinde PKK’lilerle somut eylem birliklerine girişilmelidir. Zaten bir süreden beri bu eylem birliği yaklaşımını pratikte uyguluyoruz.
Öte taraftan, PKK’nin sürdürdüğü gerilla savaşının içinde barındırdığı bir çok zaafı, hatayı, temel yanlışları da ısrarla göstermek, eleştirilerimizi devrimci hareketin iç sorunu olarak titiz ve sorumluca yapmak zorundayız. PKK’nin gerilla mücadelesinin belli sınırları var. Bu mücadelenin yarattığı birçok kazanıma, olumlu değere, başarıya rağmen, birçok da sakınca ve sakatlıkları var. Bunları göstermek, komünist sorumluluğumuzun bir gereğidir.
PKK’nin gerilla mücadelesi, her şeyden önce ülke koşullarının bilimsel tahliline dayanan bir stratejiden kaynaklanmıyor. Yarı feodal, yarı sömürge ülkelerin köylülüğe dayanan, kırlardan kentlerin kuşatılmasını esas alan uzun süreli halk savaşı stratejisinin, somut koşullar dikkate alınmadan kopya edilmesi söz konusudur.
PKK, ideolojik bakımdan muğlaktır. Sosyalist sınıf bakış açısına sahip değildir. O yüzden bir uçtan diğerine rahatlıkla sıçramaktadır. İdeolojik bulanıklık PKK’yi ilkesizlik ve eklektizme, oradan da pragmatizm ve makyavelizme götürüyor.
PKK, uluslararası ilişkilerde enternasyonalizmi değil, kozmopolitizmi, yani hükümetlerle ilişkileri esas alıyor. Bu ilişkilerinde kişilikli ve politik davranmıyor. Kürt halkını ezen diğer devletlerin desteklerine dayanmakta bir sakınca görmüyor.
PKK volantirist bir harekettir. Doğruluğuna, yanlışlığına, koşulların uygunluğuna ve yığınların durumuna bakmadan, iradeci bir biçimde bildiğini okuyor. PKK, şiddeti bir araç olarak kullanmıyor; şiddete adeta tapıyor. Kitlelerle, diğer siyasetlerle, yığınlarla ilişkilerinde, hatta kendi iç ilişkilerinde şiddete başvuruyor. Şiddet, PKK’nin varlık nedenine dönüşüyor.
PKK, işçi sınıfına ve kentlilere değil, daha çok köylülüğe ve kasabalılara dayanıyor. Halk arasındaki çelişkilerde taraf oluyor; aşiret yasalarını ve geleneklerini devrim yasaları gibi gösteriyor. Yığınların desteğini onları ikna etmeye dayalı, uzun ve sabırlı bir politik mücadele ile değil, belli ölçüde zorla yapmaya çalışıyor. ”Ya beni, ya devleti seçeceksiniz” diye doğrudan ya da dolaylı, kitleleri iki seçenek arasında sıkıştırıyor.