Home / Makaleler / SİYASET YAPMAK / B. Nehir

SİYASET YAPMAK / B. Nehir

SİYASET YAPMAK
Kötü günlerden geçiyoruz. Bireyler olarak, toplum olarak, ülke olarak ve bölge olarak büyük alt-üst oluşlar, çalkantılar ve belirsizlikler içerisindeyiz. Ortadoğu, Dünya emperyalist güçlerinin deyim yerinde ise savaş labaratuarına dönüştürülmüş durumda. Bu gün ne yaşadık, yarın neler yaşayacağız, neyle karşılaşacağız, belirsiz. Bölgemizde ve özellikle de Kürdistan’da müthiş bir cadı kazanı kaynatma haraketiyle yüz yüzeyiz. Bu günden yarına öngörülerde bulunabilmek oldukca zor. Karmaşık ve kaotik ortam sürmekte. Genelde Ortadoğu olmak üzere, özelde de ülkemizde, fillerin tepişmesini izliyoruz. Ülkenin bir parçası da değil, tüm parçalarında, Dünya’nın tüm hegonomik güçleri fing atıyor. Bu hangame ve kaotik ortamda, zaten yapılmakta zorlanılan siyaset etme gücünü, bırakalım ete kemiğe bürünememiş haraketleri, siyaset yapma iddiasındaki tüm yapı ve güçler dahil yitirmeye başlamış; hareket edemez hale gelmişlerdir ve çıkışsızlık içerisine hapsolmuşlardır. Emperyal güçlerin savaş labaratuarı haline dönüştürülen Ortadoğu ve özelde Kürt toprakları, ciddi çözüm yolları bulunmadığında ve komlike bir direniş hattı geliştirilemediğinde, bölge halkları ve özelde de Kürt halkı büyük yıkımlarla karşılaşacaktır. Ya yüzlerce yıllık makus talih soykırımlarla devam edecek, yada çokca söylendiği gibi bu yüzyıl, Kürtlerin yüz yılı olacak. İkinci şıkkın gerçekleşmesi, tamıyla Kürt siyasal haraketlerinin yapacağı öncülüğe bağlı.
Türkiye siyasal erki, darbe girişiminin ardından ‘’yeni kapı ruhu’’nu inşa ederek, diğer tüm siyasal ve toplumsal kesitlere ve özelliklede Kürt halkına yönelik ‘’çökertme’’ haraketini bir üst boyuta taşıyor. Kürt halkının siyasal yapılarının ve kitle örgütlerinin siyaset yapma, demokratik hak-hukuk savunularında bulunabilmelerinin koşullarını yok etmeye devam ediyor. Muhalefet etmenin tüm dinamiklerini kurutmada T.C devleti kararlı. Bu büyük saldırı karşısında ise, mühalefet cephesinde hala bir çıkış yolu örülebilmiş değil. Yakın vade de, saldırılardan başını kaldıramayan muhalefet odaklarının harakete geçmeleri de zor görünüyor. HDP başta olmak üzere, tüm devrimci- demokratik güç ve odakların şaşkın ve savunma halleri kısa zamanda geçecek gibi de değil. Mevcut devlet politikalalarına ve faşizan uygulamalara karşı siyaset yapma, çözümler üretme ve çıkış yolları bulma noktasında duraganlık, epeyce süreceğe benziyor. 7 Haziran seçimlerinden bu güne, kararlı bir şekilde yürütülmekte olan muhalefet güçlerinin direniş mevzilerini teker teker yok etme politikası, 15 Temmuz darbe haraketinin ‘’nimet’’ kabul edilerek, TC burjuvazisinin yönetememezlik halinden ve ekonomik çıkmazından kurtuluş umuduna dönüştürüldü. Devlet, ayakta kalmanın yolu olarak, demokratik kurum ve kuruluşlar ile siyasal yapıların var olan mevzilerini yok etmekten geçtiğini öngörüyor.
Darbe hareketiyle pekiştirilen TC’nin savaş konsepti, kantarın topuzunun dönmesi gereken yere, Kürt halkına döndürmüştür. İçerde ki Kürtlere karşı yıkım, imha, çökertme haraketini, sınır dışındaki Kürtlere karşıda başlatmış durumda.Ve öyle ki, TC devleti Kürt refleksi ile tüm düşman kardeşler birlikteliğini sağlamaya yönelik faaliyetlerini olanca hızıyla sürdürmekte; İran, Suriye ve Irak devletleri ile gizli planlamalar peşinde koşmaktadır. Nerede Kürt varsa orada Kürtleri ezme ve çöktürme eylemleri en şiddetli şekilde devam edecektir.
Bu faşist yönetim altında ve bölgede devam eden kaotik iklimde siyaset yapma, sesini duyurma ve toplumu etkileyip yönlendirme işi hayli zorlaşmıştır. Başta halkımız olmak üzere, demokratik kitle örgütleri ve siyasi yapıları, ’hendek operasyonları’’ ile stardı verilen savaş ve yıkım politikası sonucunda edilgenleşerek savunma pozisyonuna geçmiş ve giderek içe kapanma noktasına varmaktadır. Bu durumda siyaset yapma yollarını nasıl oluşturacağız?
Bilinir ki, siyaset Arapca kökenli bir kelimedir. Kelime anlamıyla yapmak, etmek, idare etmek ve yönetmek işini ifade eder. Arapca’da iş yapmayı, yönetmeyi, idare etmeyi kapsayan siyaset sözcüğü, öz olarak eylemi içermektedir. Duraganlığı reddeder. Bundandır ki, siyasetden söz edilirken, toplumu ilgilendiren her alan ve konuyla ilgili üreten, yönlendiren ve hayata geçiren geniş açılı bir sanatsal haraketlilik örgüsünden, eylemlilikler bütünlüğünden söz edildiğini anlamamız gerekmektedir. ‘’Siyaset yapmak bir sanattır’’ cümlesi bunun için kurulur. Siyaset bilimi, siyasal kurumları ve olguları araştırır, toplumun davranışlarının temellerini inceler ve yapılan analizler sonucunda çözümler üretir. Bir siyasi parti öncüleri, öncelikle siyaset bilimiyle hemhal olmuş kimselerden oluşur. Yani siyasal yapılarda ki öncüller, özellikle yönetim mekaniğindekiler, deyim yerinde ise, siyaset bilimcilerden oluşur. Bu öncü yapı, siyaset bilimiyle iç içe olmalıdır ki, siyaset üretebilsin ve eylemsel anlamda da siyaset yapabilsin; siyasetin kelime anlamıyla yapmayı, üretmeyi, yönetmeyi ve idare etmeyi layıkıyla yerine getirebilsin.
SİYASET PLANLAMASI NASIL YAPILMALIDIR
Siyaset iş yapmak demek olduğuna göre, siyaset planı da iş ve eyleme yönelik organize olmak ve harakete geçmek işidir. Yolun başında isen yada bir yerlerde tıkanmış isen, yöntem şudur: Yapıyı harakete geçirerek tartışmaya ve düşünce üretmeye başlamaktır. Bu, siyasi hat oluşturma siyasetidir. Dünya, bölge, ülke ile ilgili toplumsal, siyasal ve politik değerlendirmeler yapılarak, izlenecek politik tutum ve yönelimlerin tespitiyle, sorunların çözümüne ilişkin perspektifler ortaya konularak yönetmeyi, idare etmeyi ve toplumu değiştirerek ileriye doğru evriltmeyi yaratma projesidir. Bir siyasi yapının yöneticilerinden sıradan taraftarına kadar, tartışma platfomları organize ederek, bütünsel olarak beyin fırtınası yaratılarak, sorunlar etraflıca tartışılıp, düşünsel üretimler yapılır. Beyin fırtınası yapılırken ‘’şu bilgili-şu bilgisiz’’ ayrımı yapılmadan her bir bireyin, her konuda fikrini ve önermelerini ortaya koyacağı platformlarda düşünce harmanı oluşturulur. Oluşturulan bu düşünce harmanından sentezlemeler yapılarak, genel yönelimler ve detaya ilişkin planlamalar ortaya konulur. Böylece bütünsel bir siyasal hat çizilerek, bu hat doğrultusunda örgütlenme tarzları belirlenir. Toplumun hangi kesitlerine nasıl bir politik perspektifle gidileceği ve hangi türden örgütlenme modelleri önerileceği tek tek somutlaştırılır. Bu somutlaştırmalar sonucunda, eyleme geçilerek, bunların yaşama geçirilmesine çalışılır. Siyasal bir partide, hele komünist olduğu iddasını taşıyan bir yapıda, yukarıda özetlenen beyin fırtınası, belirli aralıklarla yapılarak, politik yönelimlerin devamlı güncellenmesi ve diri tutulması şarttır.
SİYASAL HAT OLUŞTURMA
Bir siyasal haraketin var oluşunu gerekli kılan ana faktörler vardır. Toplumsal zemin de diyebiliriz buna. Ülkenin sosyal, siyasal yapısı ve ekonomik yapılanması ile ortaya çıkan üretim ilişkileri sonucunda var olan toplumsal dinamiklerin çelişkiler yumağı, siyasal hareketlerin ortaya çıkmalarını ihtiyaç haline getirir. Her toplumsal kesit yada sınıf, kendilerini ifade edecek siyasi örgütlenmeler yaratarak mücadele arenasında ki yerlerini alırlar. Burdan haraketle şunu ifade edebiliriz: Bir siyasal yapının, toplumun hangi sınıf ve kesitlerine hitap ettiği, neleri savunduğu ve iddialarının neleri kapsaması gerektiğini, ilk elden o partinin isminden anlayabiliriz. Varoluşunun temel ışıklarını, o siyasal yapının ana sloganlarında görebiliriz. Kendimizi tarif ederken ne söylüyoruz? Sloganlarımız neler? Vereceğimiz cevaplar bizi tarif etmeye yetecektir. Bu tarifler aynı zamanda proğramda somutlaşarak, o yapının siyasal hattını oluşturur. İddia ne diye başlarsak; iddiamız, Kürdistanlı Komünistlerin Partisi olmak… Bu neyi anlatır peki? Bu, özelde, içinde yaşadığımız ülkenin özgür ve sosyalist bir ülke olmasının amaçlandığını… Bu da yetmez, Kürt halkının yaşadığı tüm toprakların özgürleşmesi gerektiğini… Yani, özgür ve sosyalist bir ülke… Ülkenin tümü özgürleşmediği sürece, her bir parçadaki başarılar kadük kalacak, belkide süreçte yenilgilere mahkum olacaktır. Bundandır ki, komünistlerin başat hedefi, ükenin bütünüyle özgürleştirilmesi olmak zorundadır. Ana stratejik hedef olarak öne konulması gereken budur.
İkinci stratejik hedef olarak; birinci amacın içinde sözkonusu edilen, sosyalist yada komünist olmanın bir gerekliliği olan, Sosyalist bir Kürdistanı kurmak amaçlanmak zorunda. Sosyalist bir Kürdistana varışta, ülkenin özgün durumundan dolayı çeşitli uğraklarımız olacaktır. Adı, tarifi nasıl olur çok önemli değil ama hedeflenen Sosyalist Kürdistan’a varışta geçmemiz gereken evrelerin de olacağı unutulmamalı. Ulusal Kurtuluş ve Demokratik Kürdistan hedefi, olası duraklardandır.
Üçüncüsü; Komünistlerin partisi olmak, ciddi misyonları omuzlarda taşımayı gerektirir. Hedefe gidişte, stratejik amaçların gereği olarak, ülkedeki farklı siyasal yapıları, değişik toplumsal kesimleri, yaşanılan zamanın özgüllüklerine uygun politik perspektiflerle yönlendirmek, onlara rehberlik yeterliliğinde olunmasını zorunlu kılar. Yapısal olarak farklı haraketleri, misyon gereği, serkonize etmek bir komünist partinin asli görevlerindendir. Sadece komünist veya sosyalist düşünceleri taşıyan insanları ve kitle örgütlerini değil, ülkedeki tüm toplumsal kesitleri ve siyasal yapıları etkileyecek, yön verecek genişlikte ve donanımda bir komünist haraket yaratılması sorumluluğunu, ancak komünist olma iddiasını taşıyan öncüller olacağının farkında olmalıyız. Bu sorumluluk yükünü sırtlanan, omuzlarında taşıyan bir haraket, ancak bir komünist haraket olabilir. Omuzlanan bu ağır yükü layıkıyla taşıyabilmek önemlidir. Farkındalık gerektirir. Tutarlı bir stratejik, ideolojik-politik hat ve sürekli düşünsel üretim… Çelikleşmiş ve yüreğini ortaya koyabilen öncü kadrolar… Düzgün, serkonize çalışan bir örgütsel çark… Kürdistanlı komünistlerin partisini tarifleyen, anlatan bu olmalıdır. Ve bunu yaratabilmek için kişisel egolardan arınmış, burada olmayı hobi olarak görmeyen, özünü ortaya koyabilen ve ortaklaşa üretim ile ortaklaşa yönetimi içselleştirebilmiş dinamik insanlara gereksinim vardır. Sonuç olarak şunu diyebiliriz; özgür, demokratik, sosyalist birleşik bir Kürdistan… Ve ülkeyi bu hedefe götürecek, Kürdistanlı Komünist bir Parti…
ÖRGÜTLENME TARZI
Bir siyasi partinin, ülke ve toplum için stratejik hedefleri ve politik önermeleri ne kadar tutarlı ve yerinde önermeler olursa olsun, önerme ve ortaya konan tarzları hayata geçirecek örgütlenme modelleri ve anlayışları tutarlı değilse, öngörülerini yaşama geçirebilmesi zordur. Bundandır ki, öncelikle, örgütsel temeller sağlam atılmalıdır. Geçtiğimiz yüzyıl komünist haraketlerinin bire bir kopyası örgütlenme modelleri terk edilmelir, yada günün koşullarına uygun uyarlamalara gidilmelidir. Deyim yerinde ise, liderlik sultalığı içeren, bürokratikleşen elitler yönetimi ve anlayışı tarzlarıyla, günümüzde parti örgütlenmesi yaratmak ve halkla bütünleşebilmek hayli zordur. Eski sosyalist ülkeler komünist parti modellemelerini ve hatta ülke burjuva partilerinin kopyası denilebilecek tarzları yeniden yeniden denemeyi terk etmeliyiz. Gerek Türkiye’deki burjuva partilerinin ve gerekse sol –sosyalist birçok yapılanmaların hayli ortak yanlarının olduğu gerçeği ortada. Öyleki, söylenen sözleri bir yana bırakırsak, örgütsel modeller ve kurumsal yapılanmalarımız, tıpatıp aynılıklar içermekte. Siyasi niteliklerine bakılmaksızın, tüm partilerde liderlik sultası hüküm sürmekte… Parti içi ciddi bir darbesel haraket olmadan, partinin başındakiler koltuklarını bırakmazlar. Sosyalist partilerde ise bu daha uzun ömürlüdür; lider yada başkan rahmetli olmadan başkanlık bitmez,liderin değiştiği pek görülmez. Üst kademe yönetiçiler için de aynı şeyi söyleyebiliriz; çünkü,giderek bir kast haraketine dönüşüm oluşur. Burjuva partilerini hadi anladık da, sosyalistlerin partilerinde kadro yenilenmeme durumunu anlayabilmek gerçekten zor. Geçmiş sosyalist ülke komünist parti başkanlarından ölüm olayı dışında başkanlığı bırakan bir tek M.Gorbacev hatırlanır. Demokrasinin en alasını kurmayı öngören sosyalistlerin, yeni liderler üretememesi yada bu konuda kısır kalması tuhaf değimi? Üzerinde düşünüp kafa yorduğumuzda, başarısızlıklarımızın ana nedenlerinden birisinin bu olduğunu söylersek doğru olmaz mı? Biz sosyalistler, ülkeyi ve bizleri yönetenleri örnekleyerek ve taklit ederek toplumu dönüştürebilirmiyiz? Demirel, Özal, Erbakan, Türkeş, Ecevit, Perinçek, Bahçeli, Baykal ve Tayyip vd. hep başkanlar ve hep liderler… Tersten bakalım, Mihri Belli, Zeki Baştımar, İsmail Bilen, Behice Boran vs.hep ölümle başkanlığı bırakmışlar. 80’ler sorası dağılmayan haraketlerin başında ki liderlerin hepsine yakını, başkanlıklarını sürdürmekte… Yani sol kesiminde, bu konuda, burjuva partilerden geri kalır bir yanı yok. Ya parti içi darbe yada ölümsel bir terk ediş!..
Parti kurulları ve yapılanmaları da, burjuvası ile sosyalisti ile çok faklı değil. Evir-çevir, sağlı-sollu hep aynı modellemeler… Parti başkanı, MYK, PM’si, Denetleme Kurulu vs… Etraf ülkelerde de vaziyet pek farklı değil. Sanırım bu tarzlar benzeşmesinden olacak, ne partilerde demokrasi gelişebiliyor nede demokratik değerler topluma sirayet edebiliyor. Ve nede ülkede demokrasi kök salabiliyor. Sonuçta ise kenarından kıyısından demokrasicilikle yaşayan toplum olmaktan kurtulamıyoruz. İçselleşme kökleşme olamıyor. Ülke ve partiler olarak darbeler versiyonları içerisinde yüzüp duruyoruz. Bir türlü demokrasiyi kuramıyoruz, özgürleşemiyoruz. Başka bir yol bulmalı…
Bir sosyalist-komünist parti, toplumu değiştirip dönüştürmeyi hedefler; her şeyden önce parti, toplumsal modellemenin ilk halkasıdır. İlk halkanın sağlam ve tutarlı, amaçlananlara uygun tarzları hayata geçirmesi gerekir. Topluma öncülük, önderlik ve rehberlik etme iddiasını taşıyan bir parti, öncelikle kendi içinde savunularının hayat bulmasına çalışmalıdır. Çalışmalıdır ki, toplumu da yavaş yavaş değiştirip dönüştürebilsin. Demir disiplin adına, katı kurallar aşkına demokratik örgütlenme tarzlarını reddeder durumlara düşersek, toplumu dönüştürme hayal olur. Oysa, temel amacımız demokratik, özgür ve eşitlikci bir toplumu yaratmaktır. Bunun ön koşulu, önce partide demokrasidir; partide özgürlüktür; partide eşitliktir. Demokratik işleyişi kurabilmek, özgürce düşünsel üretimlerde bulunmak ve her bir bileşenin eşitce katılımının olduğu bir yapılanma olmazsa olmazımız olmalıdır.
Mevcut yapılanma tarzları, liderlik sultasına yol veren tarzlardır. Elitler yönetimi ve liderlik diktasını aşarak, bu yapılarda kolektif bir faaliyet yürütebilmek zordur. Öyleki,halihazırdaki sol tandanslı partilerde bile, yapı içinde bir yerlere gelebilmek ve tutunabilmek dahi, ’yönetici kast’ın icazeti ölçüsünde mümkündür. Tersi, imkansız gibi. Yani üreten, emek veren, hak edenler olması gerektiği gibi merdivenleri çıkamazlar. İcazet alabildikleri ölçülerde basamakları tırmanabilirler, icazet yoksa tepe aşağı yuvarlanmak kaçınılmazdır. Bu bir karikatürize yapma değil, tamda gerçekliğimizdir. Son dönemlerin moda deyimidir; liyakat sahibi olmak… Liyakatlı olma, iş ve görev yapabilme ehliyetine haiz olma… Hak edene hak ettiği makamın, görevin, sorumluluğun verilmesi olayı… Burjuva partilerinde bunların olmadığını biliyoruz da, sosyalist menşeli partilerimizde de vaziyet farklı değil.

Anlatılanlardan haraketle, toplumu dönüştüreceksek eğer, ilk elden örgütsel tarz ve yönelimlerimizi elden geçirip, eski modellemeleri bir yana iterek, zamanın ve çağın ruhuna uygun nasıl bir örgütlenme anlayışını yaratmamız gerektiğini tartışmamız elzemdir. Başkan, Sekretarya, Politik Büro vs eski örgütlenme şekilciliklerini bırakarak, katılımcı, üretici, eylemci yanlarımızı öne çıkaracak yeni önermeler ortaya koymalıyız. Emir vericiler ve uygulayıcılar değil, topyekün düşünen ve iş yapan bir mekanik yaratmak gerek. Komünizm kelimesinin özüyle haraket ederek, ortaklaşmayı, ortak üretip ortak yaratabilme yeteneklerimizi devreye koyacak tarzları bulmalıyız. Hala var olan ve sürdürülen örgütsel yapı ve işleyiş tarzları, 1900’lü yılların otoriter ve katı merkeziyetci devlet yapılanmalarının dayattığı ve ürettiği örgütlenme şekillenmeleridir. Bu tarzlarla, günümüz toplumunu yönlendirip yönetmek imkan dahilide değildir; yeniden yeni bir toplumu inşa edemeyiz. Demokrasi sözcükleri söyleyerek, demokrasiyi savunduğumuzu iddia etmek, kolektivizmi ‘’baş tacı ediyoruz’’ beyanında bulunarak, halen birilerinin ağzından çıkacaklara bakmakla bir gelecek kuramayız. Tüzüklerimize bir göz atarsak görürüz ki, tüm cümleler emir kipi ile kurulmuştur. Otoriter ve katı… Emir, talimat vericiler ve uyacak, yapacak olanlar… Özellikle genç nesilin otoriter ve emredici yapılara uzak durmaları ile reddedici tutumlarının altında yatan şey, bu gerçekliktir. Gezi eylemliliklerine katılanların her hangi bir örgüt denetimine girmemeleri de buna işaret ediyor.
Bunların toplamından şu çıkarmayı yapabiliriz: Yeni nesil emredici, otoriter ve katı disiplinci yaklaşımlara olumlu bakmıyor. Yaşanılan çağ, değişik komleksleri ve yönelimleri işaret ediyor. Ana öz değişmese de, kolektivizim anlayışı ve ruhu geçerliliğini korusa da, buna, yeni bir içerik ve işlev yüklemek gerekiyor. Siyasal öncüller, bu konuda yeni modeller yaratabilme göreviyle karşı karşıyadırlar.
İşe en tepeden başlamak ve liderlik, başkanlık sultasını sonlandırmak gerek. Bunun yerine kolektif yönetim, kolektif önderlik şeklinde tarifleyeceğimiz örgütlenme biçimini öne çıkarmalıyız. Ve hatta, son dönemlerde 2 veya 3 dönemlik başkanlık önermelerinin yer aldığı parti tüzüklerini, eş başkanlık yöntemlerini bu yönlü değişimin işaretleri olarak değerlendirmek gerekir. Bu önermelerin yerine, bizim, dönüşümlü başkanlık ve dönüşümlü yöneticiliği her kademede uygulamaya koymamız daha yerinde bir yöntem olacaktır. Bu yöntem, partideki kadroların gelişip yetkinleşmesinde de etkin bir yol olabilir. Partinin her kademesinde söz ve karar hakkına sahip ve kimsenin üstün olamayacağı, rütbe taşımayacağı kolektivist tarzda örgütsel halkalar hayata geçirilmeli. Merkezden yerele, ortak politik üretim, ortak yaratım ve ortak hayata (eyleme ) geçirmeyi başarabilirsek, toplumun dönüşümü ve ileri gidişinin yollarını açabiliriz. Tabana, yani toplum kesitlerine inildiğinde, olması gereken modellemeler yine özde (kollektivizim de) olandır. Tarım, sanayi, hizmet sektörlerinde ve gençlik, kadın vb. toplum kesitler ile, değişik sosyal ve kültürel kesitlere yönelik örgütleme ve yaşama müdahale ilkemiz, komün ve kollektivite yönelimi olmalıdır. Komünsel yaşamı, kolektif üretmeyi, kolektif eylemliliği, kolektif yönetmeyi hayatın her alanına yerleştirmeyi amaçlamalıyız. Komünal yaşamın pratik örgütlenme yöntemi olan koparatifciliği, yeniden ele almalıyız. Toplumu dönüştürecek ve ilerletecek, libaral kapitalizm cenderesinden çıkarıp nefes aldıracak, insan ve toplum olunduğunun farkındalığını sağlayacak olan budur. İnsanlığı doğayla barıştırabilecek yol da buradan geçer. Üretimde ortaklık, yönetimde ve kararda ortaklık… Ortak düşünüş, ortak çözümlemeler ve kolektif yaratma, kurma… Bir partinin, gerçekten komünizan bir parti olmasını sağlayacak, yaşama dair çözümler üretebilmesine yön verecek ve toplumu ilerletecek ruh, marksizmin özünü oluşturan komünal ruhtur. Bu ruha sahip çıkıp, hayat vermeliyiz. Hayatın her alanında, ekonomik, kültürel, sosyal kollektif modeller yaratmalıyız ve sosyalizmin nüveleri olacak temelleri atmalıyız.

PARTİ OKULU YADA SÜREKLİ EĞİTİM
Siyaset, yapmak etmek ve yönetmek işi ise, bu işi layıkı ile yapabilmek için de başvuracağımız ana merci bilim ve felsefedir. Bilimsel yol ve yöntemleri parti yapısına enjekte edemeyeceğimize göre, konusunda uzman bilim adamlarına danışmak ve başvuruda bulunmak lazım. Ehil insanlar kalifiye adamlar yetiştirir. Ya partide bu ehliyete sahip unsurlar olacak, yada bu tür yetkin bilim adamlarını bizi yetiştirsinler diye davet edeceğiz. Yani, sürekli eğitimin, her zaman öğrenmenin yol ve yöntemlerini bulacağız.
Düşünsel üretim eylemi, sadece parti bileşenleriyle sınırlı tutulamaz. Bir siyasal yapı bilim adamları, akademisyenler ve konusunda uzman kişilerle irtibatlı olmalı. Belirtilen nitelikteki insanlardan bir ‘’Danışma Kurulu’’ oluşturup onların birikimlerinden sürekli yararlanmalıdır. Farklı bilim insanları ile konfarans, paneller düzenlenerek parti içi kamuoyunun bilinçlendirilmesi ve sürekli üreten bir organizmaya dönüştürülmesi mümkündür. Çeşitli burjuva partilerinin bu yönlü çalışmaları mevcuttur. Bizler böylesi bir faaliyeti neden yapmayalım? Devreye konulabilecek bir diğer yöntem ise Parti Okuludur. CHP geçmişte bu tarzı uygulamış ve buradan ciddi siyasetciler çıkarmıştır. CHP, ne zaman bu okulu kapatmışsa, o gün bu gündür, gençliğe ulaşmakta sıkıntı yaşamakta ve ciddi siyasetciler çıkaramamakta. HDP, oluşturduğu parti okullarıyla hem bilim insanlarıyla bağını güçlendirmiş, hemde siyaset yapma ve siyasetci yetiştirmede oldukca yol almıştır. Parti okulları, bilimsel düşünenlerle ortaklaşmayı sağlayacağı gibi, diğer yandan da gençlik ve kadın kesimleriyle yapının kaynaşıp bütünleşmesinde de işlev görecektir.
Yukarda ana hatlarıyla belirtilen siyaset yapmanın alt yapılarını örmeden, siyaset üretebilecek siyasetcileri yetiştiremeyiz. Bizim, her bir bireyimizi, sürekli eğitim içerisinde tutmamız şart.
TABAN YADA KİTLE ÖRGÜTLENMESİ
Her yeniyi kurmak, emek gerektirir. Acaleden ‘ben kuruyorum, yapıyorum’ demekle olmaz. Mühendislik şart; konunun uzmanlarının fizibilite yapması, projelendirmelerde bulunması ve konunun pratiğe dönüştürülmesi için alt yapı çalışmalarının ve hazırlıklarının halledilmesi gerekli. Konumuz, toplumu ve ülkeyi ileri bir menzile taşımak-ulaştırmak olduğuna göre, ilk elden yapılması gereken ideallere uygun bir öncü haraket oluşturmaktır. Ardından ise, haraketin toplumla buluşması ve irtibatlandırılması gerekecektir. Amaçlanan sosyalist bir toplum olacaksa, sosyal bir toplum örgüsü nasıl kurulur, sorusuna cevap aramak gerekir. Komünist bir toplum öngörüyorsak, komünal toplum örgüsününün şartlarını projelendirmemiz zorunlu. Kürdistanlı komünistler olarak, özgülümüzden haraketle, iç dinamikleri de gözeterek programlamalar yapmalıyız. Görevimiz ulusal kurtuluşu sağlayarak, sosyalist bir toplumu inşa etmektir. O halde, toplum projemizin ana hattı budur. Ulusal kurtuluşun sağlanarak sosyalist bir ülke yaratılması hattı, toplumun sosyal, sınıfsal, kültürel ve etnik her kesimine ulaşma ve şimdiden amaca yönelik yeniden kuruluşa hizmet edecek perspektifler ortaya konulması görevini karşımıza çıkarır. Biz bu görev ve sorumlulukları ne kadar ciddiye alırsak ve hayatın gerçekleriyle uyumlu projelendirmelerde bulunabilirsek, görevimizi yerine getirmiş oluruz; amaca gidişte sağlam adımlarla yürürüz.

Toplumsal kesitlere, sınıflara veya farklı dinamiklere ilişkin projelendirmeler yapılırken hesaba katmamız gereken ilk şart, konunun uzmanlarına başvurmamız gerektiğidir. İşin mühendisleriyle irtibatlı olmalıyız. İkinci olarak ise, konularına göre donanımlı kadrolar yetiştimektir. Bilgili, ehliyetli ve kapasiteli insanlarla projeler hayata geçebilir. Toplum mühendislerince yapılacak projeler, onları yaşama uyarlayacak nitelikli kadrolarla yola çıkıldığında ve sabrı da işin içine koyduğumuzda, değişim ve dönüşüm ardından hayat bulacaktır. Büyük bir dönüşümden söz ediyoruz. Uzun erimli planlamalar önümüzde olmak zorunda.
Buradan haraketle, farklı toplumsal kesitler ve yapılara yönelik atılması gereken bazı adımları, kısa başlıklar altında somutlayarak ele alalım.
KÜLTÜREL ÖRGÜTLENME
‘’Türküsü olmayan bir toplum halk olamaz’’ diye bir özdeyiş vardır. Kültürü olmayan bir halk da ulus olamaz. Ulusal kurtuluşunu sağlayamamış bir halkın baş sorunu kültürünü yaşatabilmek ve büyütebilmektir. Dili, müzüğü, folklorü, edebiyatı ve farklı kültürel dinamiklerini diri tutmak, yeniden üretmenin koşullarını yaratarak geliştirmek, o halkın ulusal kurtuluşunun direngi noktasıdır. Kültürü gelişip büyüyen bir halkın ilerleyişini durdurabilmek mümkün değildir; onun önünde hiçbir set ayakta kalamaz. Dolayısıyla, kültürün her dalında yapılanmalara gitmek, asimile politikaları ile karşı karşıya olan halkımızın kültürel değerlerini daha yukarılara taşımak, temel sorumluluklarımızın başında gelmekte. Son on yıllarda bu konuda bir yol alış olsa da, yapılacaklar hala çok ve söylenecekler de belli.
a-Dilin gelişimi için okulların kurulması ve ana dilde eğitimin zorlanması… Eğitimin hızla özelleştiği yaşanan sürecte, okullar açma ve ana dilde eğitimi fiili duruma taşımanın zeminleri mevcut.
b-Müzük evleri (kursları da diyebiliriz) açma, müzük gurupları veya bireysel sanatcıların eğitilip yetiştirilmesi; topluma ulaşıp bağ kurmada ve onu dinamik tutmada, küçümsenemeyecek işlev görecektir.
c-Sanat evleri oluşturarak, sanatın her dalında, tiyatro, sinema, resim, heykelcilik, folklorik oyunlar, felsefe vs. alanlarında söz sahibi, otorite olacak insanlar yetiştirilmelidir. Bilinir ki, sanat ve kültürel faaliyetlerle topluma yön verici, yaratıcı, geliştirici, tartıştırıcı, sorgulatıcı ve dönüştürücü ilhamlar katabiliriz. Bilim, sanat ve felsefe nasıl ki ancak özgür toplumlarda gelişirse, tersinden de sanatın, bilimin ve felsefenin bir toplumda değer bulup benimsenir olması da, toplumun özgürleşmesi yolunda büyük katkılar sunacaktır. Çünkü, sanat ve kültür, yerleşik iktidar ve yönetimlere karşı en etkili eleştirime ve altarnatifler sunma araçlarıdır; aynı zamanda da, kitlelere nasıl bir gelecek vaad ettiğimizi anlatabilmede somut ve sade olarak söz söyleme yöntemleridir. Bundandır ki, en ücra köylerde, mahalle ve semtlerde oluşturulacak sanat atölyeleri, kültür evleri ve merkezleri örgüsünü yaratmak zorundayız. Eğer toplumda siyasal anlamda gösterilecek bir haraket olmak istiyorsak, yada gelenek yaratanlardan olmak niyetindeysek, kültürel ve sanat alanlarında kök salmak ve bir vakaya dönüşmek şart. Çünkü, gelenek yaratamayan bir siyasal yapı toplumda tutunamaz.
KADINLAR ÖNE ÇIKMALIDIR
Kadının olmadığı veya kadının öne çıkamadığı bir siyasal haraketin toplumda ete kemiğe bürünebilmesi zordur. Sosyalist olunduğu iddiasındaki yapımıza dönüp bir bakacak olursak, kadının adı bile yok!.. Kadın politikası, pratiği yok!.. Erkek eril bir parti durumunun ötesine bir adım dahi atamamışız. Bilinir ki, kadının olmadığı ve yeterince yer bulamadığı hiçbir devrim haraketi zafere ulaşamamıştır. İnsanları doğuran ve yetiştiren kadınlar olduğuna göre; toplumu değiştirecek, dönüştürecek ve utkuya taşıyacak olan öncü yapıyı, ciddi bir öncü haraket yapacak olanda kadınlardır. Bu unutulmamalıdır!.. Eğer bir siyasal haraketde kadının analık güdüleri ve insan yetiştirme sanatkarlığı sirayet etmemişse, o haraket, ketum kalır ve toplumla iletişimi, bağları kadükleşir. Kürt kadınının mücadeledeki yeri ve işlevini, yaşanılan süreçte, somut olarak görmekteyiz; Dünya insanlığının taktirlerini kazanmış bir Kürt Kadın Haraketi var. Kadının yer bulamadığı, yer verilmediği bizim gibi haraketlerin ve anlayışların hal ve vaziyetleri ise ortadadır…
Kadın üreticidir. Kadın doğurgandır. Kadın sevecen ve hoşgörülüdür. Kadın duygusaldır ve şefkatlidir. Tüm bunlardan haraketle, siyasal bir yapıda insani değerlerin var olup, hakim hale gelmesi için kadının etkinliği şart. Üretmek ve yaratmada ki sıkıntıların aşılmasında da kadının etkin varlığının itici gücünü görmeliyiz.
Anlatılanlardan haraketle, kurtuluşa giden yolda, mücadeleye kadınların etkin katılımını sağlayabilmek elzemdir. Hayatın her mecrasında, kadınların işe el koymaları, davayı sahiplenmeleri ve öncülüklerinin sağlanmasının yolları açılmalıdır. Köylerde, mahallelerde, üretim alanlarında kadınlara özgü örgütlenme tarzları ve yapılanma yöntemleri geliştirilmelidir. Detaylıca ele almak zorunda olduğumuz bu sorunda, bir örnek modeli aktararak yetinelim: Yer, Urfa’nın Viranşehir ilçesi… ‘’Ekin Kadın Kooparatifi’’… Belediyenin desteği ve teşvikiyle kurulmuş… ‘’Tohumda Mutfağa’’ sloganıyla kurulan bu kooparatif, kadınların üretimin her aşamasında yer aldığı bir üretici kooparatifi. Tarlalarda üretiyor, onları işliyor ve pazarlıyorlar. Üretimi şarkılar, türküler ve sohbetlerle yapıyorlar ve diyorlarki: ’’Toplumsal değişim kadın eliyle mümkündür’’. Ürtetimde, tüketimde, kültürel alanlarda ve sosyal yaşamın her kademesinde, yaşama kadının eli değmeli…
GENÇLİK GELECEKTİR AMA…
Nutuk atıp dururuz hep, ‘’Gençlik Gelecektir’’ diye… Sadece biz sosyalistler değil, dincisi, faşisti, sosyal demokratı bilimum burjuva partileri de bu koroya dahildir. Partileri geçelim, evde aile büyükleri, okulda öğretmenler… Bu sinsile süregider… ‘’Gençlik Gelecektir’’ sözleri söylenir durur. İyi de, bu kadar duyarlılığa rağmen, gençlere yönelik kim neler yapıyor? Nasıl ve nerelerde yapıyor? Özelde, bizler neler yapıyoruz? Reel yaşamda gençlere dokunacak, onları geleceğe hazırlayacak, donatacak ne türden projelere sahibiz? Onlara dokunabiliyor ve onları hissedebiliyormuyuz? Anlayabiliyor ve değer verebiliyormuyuz? Yan yana durabiliyormuyuz yoksa, ötekileştirip bağlarımızı koparıp atıyormuyuz?

Şu anda ki genç nesilin nasıl bir ruh halinde oldukları, nelerle ilgilendikleri, dünyaya nasıl baktıkları, beklentileri ve hayallerinin neler olduğuna dair değerlendirmeler yapmak ayrı bir konu. Yaşanılan süreçte, sol haraketlerin ve özelde de bizim gençliğe ulaşamamızın nedenlerine, niçinlerine ana hatlarıyla bakmamız gerekir. Bilinir ki, gençlik dış dünyayı tanıdıkca, kendine idoller seçer, beyninde modellemeler oluşturur. Dış dünyaya açılan pencerelerinden neyi görüyorlarsa onlardan etkilenerek şekillenirler. Onlara ulaşabilmek ve anlayabilmek için, onların dış dünyaya açılan pencerelerini aralayabilmek şart. Aralayıp görebilmeliyiz ki, empati kurup, onlarla iletişime geçebilmenin yollarını aralayabilelim; onların ilgi alanlarını, hassasiyetlerini, ereklerini keşfedebilelim. Bu keşfi yapabildiğimiz ölçüde genç nesile ulaşabilmek ve geleceklerini inşa edebilmelerine katkıda bulunmak mümkündür.
Gençlik gelecektir lafı boşuna söylenmemiştir. Geleceği kurma iddiasını taşıyanların gençlerle yürümesi, bütünleşmesi zorunludur. Bu zorunluluk deyim yerinde ise, siyasal bir haraketin kendini güncellemesi ve arada reset yapması demektir. Yani, yapının kanının tazelenmesi ve kendine gelmesi, kendini güncele uyarlaması demektir. Bu gerçekliği yaşayabilen haraketler patinaj yapmaz ve haraketliliği daim olur. Az da olsa, 90’lı yıllar da gençlerle buluşma gerçekleşmiş, sıfırdan 400-500 genç, o süreçde katkısını sunmuş… O gençlere güvenmemişiz, inanmamışız ve sorumluluk almalarına izin vermemişiz; kendimizi reset yapıp güncellememişiz; bunun tehlikeli olacağını düşünmüşüz…
Günümüzde, kaba bir bakışta görüleceği üzere, genç nesil iki ana hatta kanalize olmuş vaziyetde. Birinci hat, ulusal Kürt haraketidir. İkincisi ise, dini argümanlarla donanmış ve ağırlıklı R.Tayyip’i idol alan müslüman gençlik hattıdır. Arada olanlar ise biraz şaşkın ve iddiasız. Çünkü, ana dinamik güç iki odakta şimdilik. Bu durum aşılabilir, aşılmalıdır.
Anlatılanlardan ve tesbitlerden haraketle, yapılması icap eden ve çözümlere dair ana eksen ortaya çıkıyor. 68’ler kuşağını ortaya çıkaran dinamikler gibi günümüzde de gençliği harakete geçirecek veriler var. Dünya kapitalist sistemi yeni bir tıkanma evresiyle yüz yüze. Tüm ülkelerde büyük bir öfke birikimi oluşuyor. Dünya genelinde ekonomik bunalım had safhada. Bundandır ki, ülke yönetimleri daha otoriter ve faşist eğilimlere teslim ediliyor. Deyim yerinde ise Dünya’yı narsistler idare etmeye başladı. Toplum işsiz ve mutsuzluk girdabına doğru iteleniyor. Mutsuzluk ve karamsarlık gençlerde daha fazla yansımasını bulmakta, öfke birikimi patlama noktasına evrilmekte. Bu birikimi görmek ve nasıl kanalize edileceğine dair analizler yapmak ve buna uygun örgütlenmelere yönelmek gerekir. Yaşanılan ‘’Gezi Süreci’’ öfke birikiminin ön sarsıntılarıydı. Ancak, öncüler bu harakete geçenleri anlayamamış ve yönlendirememişlerdir. Eğer, gençlere ulaşabilmenin yollarını keşfedebilir ve ona göre perspektifler sunabilirsek, ortaya çıkacak olan isyan dalgasına yön verebilmek mümkün olacaktır. İlk işimiz, genç dimağlara ulaşamanın yollarını bulmaktır. Sonrasında ise, yeni tarz ve yöntemlerle, reele uygun yaklaşımlarla gençlerle bağları kurma adımları gelir. Farklı gençlik kesitlerine ayrı ayrı yaklaşımlar gerekeceği bilinir. Ancak, genel anlamda yapılacakları özetlemek gerekir:
-Kültürel-sosyal alanlar da dernekler-vakıflar oluşturarak, tiyatro, sinema, folklor, resim atölyeleri, müzik eğitimi, felsefe dersleri vs. hizmetleri sunularak kültürel-sosyal olarak gelişmiş bireyler yetiştirilmeli.

-Çeşitli spor aktiviteleri içerecek, amatör ruha dayanan örgütlenmeler gerçekleştirerek, sağlıklı nesiller oluşturmanın yanı sıra, sosyal olarak gelişmelerine vesile olacak faaliyetler, gençlere ulaşmanın ve anlamanın diğer bir yolu olarak ele alınmalıdır.
-Eğitim sisteminin durumu ortada. Eğitim kurumları imam yetiştirme ve eğitim vermeme kurumlarına dönüşmüş vaziyette. Ezbercilik ve sınav yarışı toplamından oluşan eğitim sistamatiğine karşı çıkılması ve altarnatif eğitim kurumlarının yaratılıp, bu alana el atılması herkesin görevi olmalı. Özel eğitim kurumları oluşturma veya sınavlara hazırlamada, öğrencilere katkı sunacak mekanizmaları yaratmada yapılması gerekenleri tesbitle, gençlerimize eğitim desteği ve donanım yollarını örmeliyiz.
-Kültürel etkinlikler, sportif faaliyetler, kültürel turizm turları ve özellikle değişik amaç ve niteliklerde gençlik kampları organize edilmelidir. Bu etkinliklerle, kaynaşmayı, fikir alış verişini sağlamaya, ortak eğlenme ve kolektif ruh edinmelerine ortam yaratacak, kişisel gelişmelerine katkı verecek bu tür faaliyetlere önem verilmelidir.
-Gençlere inanmak ve daha fazla şans tanımak lazım. Sorumluluklar vermek, iş üretip yönetebileceklerine inanmak gerek. Güven önemlidir. Güvendiğimizi, inandığımızı ve her konuda başararılı olacaklarını onlara hissettirmek çok önemli.
-Her kesitten gençlere yönelik örgütlenme tarzlarını, onlarla birlikte tartışarak oluşturmak, mücadele yol ve yöntemlerini onların belirlemesine özen göstermek gerekir.

İŞCİ SINIFI İLE NEREDEYİZ?
İşci sınıfı örgütlenmesindeki geriye gidiş, mücadeledeki etkinliğini de sönükleştirmiştir. Sınıf, deyim yerindeyse hasta halde ve mücadelede baş çekiciliği yapamamakta. Ülkedeki sanayi sektörünün kapatılarak ranta peşkeş çekilmesi ve rant sektörü ile hizmet sektörüyle yaşamın sınırlandırılması politikası, sınıfı bitiş noktasına getirmiş ve mücadelede ki etkinliği zayıflatılmıştır. Dünya sınıf haraketinde ki zayıflama ve kabuk değiştitirmesinin sonuçlarının yansımasını ülkemizde de görmekteyiz. Yaşadığımız dönemde, kapitalizmin teknolojik gelişimlerden haraketle nitelik değiştirdiği görülüyor. Dünyada ve ülkemizde kapitalizmin nerede olduğu ve nereye doğru gittiği ayrıca ele alınmalı. Bununla beraber, sendikal örgütlenmelerin yanı sıra, üretici olan her kesime yönelik yeni model örgütlenme tarzları sunulması gerektiği gibi, işci sınıfına da yeni modeller sunmalıyız.
Bu bağlamda yeni örgütlenme tarzları bulunabileceği gibi var olan ve özellikle ülkemiz açısından etkili olabileceğini düşündüğüm bir örnek modeli kısaca özetleyerek vermek gerekiyor. Yer Ispanya’nın Bask bölgesi… 1935-40’lı yıllardaki faşist Franco yönetimine karşı etkili direniş sergileyen Bask’lılara yönelik Franko’nun, Bask Bölgesine devlet hizmetlerini kesmesiyle, yöre halkı açlığa mahküm ediliyor. 1941 yılında, Bask Bölgesi Mondragon kasabasına, Rahip olarak Jose Maria Arizmendi gelir. Hizmetin olmadığını ve işsizliğin tavan yaptığını gören Arizmendi, ilk elden teknik eğitimi öngören bir eğitim modeliyle gençleri eğitmeye karar verir. Kurulan Modragon Eskola Politenikaa adlı okulda, gençler teknik eğitimden geçirilir. 1956 yılında, bu okulda eğitim gören 5 mühendis, İşci Üretim Kooparatifi’ni kurar. 24 işci ile kurulan kooparatif, ocak ve soba üretimine başlar. Yıllar içerisinde tarım, tüketim ve prakende satış, ihracat, dağıtım kooparatifleri ile sınırı genişletirler. Kendi banka ve sigortacılık şirketlerini de, bu temelde kurarak işin finansal, emeklilik ve sağlık yanlarını da çözerler. Bu gün 85 bin çalışana ulaşan ve çalışanının %85’i kooparatif üyesi ve iş ortağı durumunda olan bu dev yapı, Ispanya’nın 7. büyük ekonomik gücüdür. Ve en etkili dünya ve ülke ekonomik krizlerinden minumum zararala çıkmayı başarmış bir kuruluş özelliğine de sahiptir. Bu modelin ana mantığı şudur: Çalışanlar, ürettiklerinden paylarına düşenin bir miktarının Kooparatifte kalmasını öngörmüş. Paylarına düşenden ayırdıkları bu miktarların birikiminden, teknik yenilenme ve teknik gelişime yatırım hesaplanmış; yeni kooparatiflerin açılışına yatırım yapılmış; sigorta, sağlık hizmetleri ve emeklilik haklarının fonlamaları dikkate alınmış v.s. Bu model, Mondragon kasabasınıdan tüm Bask Bölgesine yaygınlaştırılmış. Aynı zamanda etnik bir bölge olan Bask bölgesi halkının, refahını büyütme ve iş garantisini sağlama da amaçlanmış. Bu kooparatifleşme, kolektif üretim ve yaşamı ileri bir düzeye taşıdığı gibi, Ispanya yönetimlerinin ırkcı yaklaşımlarına karşı durabilmeyi ve ayakta kalabilmeyi de perçinlemiştir.
Bizimde, özellikle ülkedeki ekonomik geriliği ve devletin bir santaj argümanı olarak dayattığı yatırım yapmama politikalarını boşa çıkararak, etkilerini kırabilmek için bu modelleme üzerinde düşünmemiz, incelememiz ve hayata geçirmeye çalışmamız gerekir. Kalkınan toplum, hükmedilmeyi rededer. Ekonomik güçlenme, siyasal özgürlüklerin önünü de açacaktır. Bilmeliyiz ki, ulusal kurtuluşunu sağlama sorunuyla karşı karşıya olan bir halkın, etkin mücadele edebilmesinin, varolabilmesinin ve kendini yeniden inşa edebilmesinin yolu, koplike bir projelendirme ve etkili mücadele yöntemlerini üretmekle mümkündür. Mondragon yöntemi bu bakımdan önemlidir; bu modelle, ülke halkı olarak, üretim alanlarında güçlüce tutunmanın temellerini atmış olacağız, hemde üretimden gelen güce ve direngenliğe varmış bir toplum yaratacağız.

KIRSALI AYAĞA KALDIRABİLİRİZ
Globelleşen kapitalizmin emrinde olan Dünya Bankası ve İMF politikaları sonucunda TC devleti, tarım ve hayvancılığı bitirmeye dönük 20 yıllık politikasının akabinde, kırsalı boşaltarak, tarım ülkesi olma niteliğini yok ederek, kırsal nüfusu kentlerin varoşlarına doldurmayı başarmıştır. Varoşları dolduran bu kitle, devlet kurumlarının verdiği yardımlarla yaşamlarını ikame ettirmeye çalışıyor. Sanayi sektörü ve devlet sektörleride, daha sıcak rant alanı olan inşaat ve hizmet sektörlerine yöneldiğinden, inşaat ve hizmet alanları kırsaldan gelenlerin tek çalışacak altarnatifleri durumunda. Kısıtlı oranlarda bu alanlarda iş imkanları olsa da, hem çalışma koşularının ağır olması hem de üçret yetersizliği, bu insanları, devletin sadaka politikalarına muhtaç olma haline sokmuştur. Sadaka politikası, aynı zamanda bu kitleleri, iktidarın oy deposu durumuna getirilmiştir. Çoğunluğu sadaka kültürüne mahküm edilen bu kitle, devlet kurumlarından alabildikleri ile hayatta kalma savaşı vermekte.
Sosyalistlerin, kırsaldan varoşlara doldurulanlara yönelik politikalar üretmeleri bir zorunluluk. Ancak, esas olan, kırsala ilişkin projeler ortaya koyarak göçün önüne geçmek ilk hedef olmalı. Bunun için kırsalda Üretici Birlikleri oluşturarak, bilimsel teknolojik ve kolektif üretimi öne alan bir yönelim ortaya koymak gerekli. Tarım ve hayvancılık alanlarında yetkin ve birikimli insanlarla, buralarda yaşayanları buluşturmak, her köy ve mezranın koşulları ve imkanları fizibilite edilerek, yerelde özel üretici birlikleri ve kooparatifleri oluşturularak, kolektif üretimin temelleri atılmalı. Her köye bir kooparatif, her bölgeye Tarım Üretim Birlikleri şiarıyla kırsalın örgütlü üretimine öncülük yapılmalı.
Geçmişte, az da olsa üretici birlikleri, dernekleri tecrübesini yaşamışlığımız var. Ancak, yeterli bilgi birikimi ve donanımına sahip olunmadığı için bu birliklerin siyasallıkları öne çıkmış ve tarım insanlarıyla pek kaynaşma ve amaca ulaşma gerçekleşememiştir. Amaç, uzun vade de toplumun örgütlü üretim ve kolektif yaşama koşullarını oluşturmak ve birlikte mücadele yolunda pişmelerini sağlamak, yaşam niteliklerini ileriye taşımak ise, bu tür üretim birliklerinin önüne büyük siyasal hedefler konulmamalıdır. Zaten, birlikte üretim, ortak pazarlama ve ortak tüketimi amaç edinen toplum, kolektif davranışı içselleştireceği için siyasal duruşunu da doğru yönde kullanacak ve atıl kalamayacaktır.
Her köyde İMECE kültürünü ve geleneğini devreye koyarak işe başlayabiliriz. İMECE yöntemiyle, toplumun sosyalleşmesini, bilinçlenmesini örerek, alanında uzman ziraatcılarla irtibata geçerek, her köyün özgülünde yapılabilecekler tesbit edilerek, kuruluşunda ve yönetiminde ora insanının yer alacağı kooparatifler kurularak, ortak üretime geçmek lazım. Ispanya Bask Bölgesi’nde yaşama geçirilen kooparatifcilik örneğinde olduğu gibi, Kürt illerinde de bu yöntem hayata geçirilebilir. Bu model geçmişte TC devletine ‘’doğunun kalkındırılması’’ amacıyla önerilmiş, ama devlet yönetimi buna karşı durmuştur. Sanırım, bu modelle kırsalın devlete rağmen güçleneceği ön görülerek ve ekonomik olarak güçlenen toplumla baş edilemeyeceği saikiyle, karşı çıkılmış. Ve bu model yerine GAP projesi devreye sokulmuştur. GAP projesi ise tamıyla büyük sermayeye peşkeş çekilmiştir.
Oysa, Bask’lıların hayata geçirdikleri modeli, Kürt illerinde yaşama geçirmenin imkanlarını yaratabilirsek , toplumun refah düzeyi artacak,örgütlü ve kolektif davranışları güçlenecek ve TC’nin ekonomik yaptırım ve kıskacından kurtulma konusunda rahatlama sağlanacaktır. Hani denir ya,’’ekonomik bağımsızlık, bağımsız siyasal duruşu da sağlar’’… Ortak üretip, ortak tüketen ve ortaklaşa kararlar alabilmeyi öğrenen topluma hükümranlık kurabilmek zordur.
YÖNETMEYE ADAY OLMAK
Uzun sayılabilecek bir siyasi geçmişimiz var. Ta 1975’den itibaren, yönetmeye adaylıkta cesur adımlarımız olmuş. Bağımsız milletvekili adayları gösterilmiş Antep’te, Adıyamanda. Senatör adayları çıkarılmış Hatay’da, Tokat’ta. İl-ilçe belediyelerine talip olmuşuz birçok yerde. Ne zaman olmuş bunlar? 70’li yılların ikinci yarısında; yani, siyasal haraket olarak emekleme evreleri yaşandığı dönemlerde. Bu yönetme iddiası ve adaylığı zamanlarında, toplumla kaynaşabilmiş ve ortak bir dil, duruş ve davranış bütünlüğü sağlayabilmişiz. 70’li yılların cengaverliğini, 80 darbesinin baskıları ile yitirmişsiz. Yavaş yavaş atıllaşmış, içe kapanmış ve giderek yönetme iddiasını kaybetmişiz. Oysa, en ağır siyasi iklimlerde bile, öncü siyasi yapılar, siyaset yapmanın yol ve yöntemlerini bulmayı becerebilmelidir. Dönemsel özellikler ve şartlara göre esnemeyi ve buna göre siyaset yapma yöntemlerine yön vermeyi becerebilirsek, siyasi arenada var olabilir ve yönetmede söz sahibi olmayı sürdürebiliriz. Yönetmek bir sanat ise, sanatkar, her koşul ve şartta, su misali, akacak bir kanal ve yürüyecek bir yol bulabilir.
Yaşanılan geçmişe rağmen, bugün sergilenen görüntü sudur: Yönetme ve siyaset yapmada iddiası bulunmayan, politikasız ve bu konularda projesi ve duyarlılığı olmayan, keşmekeşlikler içerisinde kulaç atan bir yapı… Anlayış ve pratik olarak 70’li yılların da gerisinde bir haraket… Oysa, yaşanılan son on yıllar içerisinde oldukca imkan ve olanaklarla karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Sadece bir köyde, bir arkadaşın muhtarlık adaylığı dışında, yönetmeye talip olduğumuza dair bir girişime tanıklık edememişiz. Milletvekilliği adaylıklarını geçelim, bir siyasal yapı bunca yıllık yaşamında, bir köyü, bir beldeyi, bir ilçeyi, bir ili yönetmeye talip olup birisinde başarı yakalayamaz mı? Bazı yoldaşların tabiri ile, son seçimlerde, ’’HDP’nin altın tepside sunduğu en az bir milletvekilliği için isteksiz olunması’’nın nedenlerini sorgulamamız gerkmez mi? Adaylar isteniyor, birisinin seçilecek yer ve sıradan olacağı belirtiliyor. Aday olmayı bırakalım, evraklar bile hazırlanmıyor. Aday adayımız, aday olmasını geçelim, seçimde gidip oyunu kullanmıyor. İşte neden!.. Yönetme, siyaset yapma isteğimiz yok. Acı değil mi? Halbuki, zorlasak, seçilmesi öngörülen bir adayın dışında, en az üç-beş daha aday göstererek, seçim pratiğinde bir çok insanımız deneyim kazanıp pişecekti. Sunulan imkanları bile istemiyoruz. Bu ruh hali kendine güvenmemektir, iddiasızlıktır, siyaset yapmamaktır. Küçümsediğimiz ve önemsemediğimiz pek çok parti ve guruptan milletvekili var… Şu hazinliğe bakarmısınız?
Yerel yönetimlerde de aynı hazinliği yaşıyoruz. Bakınız, devlet ve PKK çizgisinde sıkışmış Kürt illerindeki yerel yönetimler bir gelenek yaratamamış, ciddi bir yönetim modeli çıkaramamışken, bizlerin altarnatif olarak ortaya çıkıp iddialı bir çizgi yaratma olanağımız yokmuydu? Bütün bu uzak duruşumuzu sorgulamamız gerekiyor. Bilinir ki, iktidar olmak, toplumu dönüştürmede en etkin yoldur.
Evet, siyaset yaptığımızı sanırız ama siyaset yapılacak alanlara dudak bükeriz. ‘’Burjuva çarkının içine girmeyiz’’ deriz. Buralarda yer almanın reformistlik olduğundan dem vururuz, küçümseriz. Neden mi bahis ediyoruz? Tabiki, toplumun her kadamesindeki idari yapılanmalarından… Muhtarlık, il-ilçe meclis üyelikleri, belediye yönetimleri ve mecliste yer almaktan söz ediyoruz. Toplumu yeniden kurmaya aday olduğumuzu söyleriz, ama toplumu yönetmeye talip olmayız. Burjuvaziyle her alanda mücadeleyi savlarız, ama yönetim erkleri içerisine girme ve oralarda kapışmayı komünist olmakla bağdaştıramayız; bunun yerine, dışarıdan hamasi nutuklar atmayı siyaset yapma sanırız. Oysa, mücadele, olunması gereken sahalarda, içeride yer alınarak yapılır; dışarıdan gazel okunarak yapılmaz. Dışarıdan nutuklarla toplumu dönüştürmek ve yeniden kurmak mümkün değildir. Sosyalist-komünist anlayış, tamda, toplumsal yapılar ve yönetim erklerinin ta kılcallarına kadar girmeyi ve oradan siyaset yapmayı, altarnatifler sunmayı ve geleceği örmeyi gerektirir. Sınıfsal ve toplumsal kesitlere yönelik politika yapmanın yegane yolu sendikalar, dernekler yada klasik parti örgütlenmeleri değildir. Toplumun idari yapılanmalarında yer almayı öne koymalıyız. Buralarda tutunarak topluma ışık olacak altarnatif yönetim şekillerini sunabiliriz; yürüteceğimiz etkili politikalarla ancak gelenekler yaratabiliriz.
İşe köy, semt, mahalle, ilçe, il yönetimlerine adaylıkla başlanılmalı, devletin her kademesinde yönetmeye talip olduğumuzu ilan etmeliyiz. Devletin yasalarına göre kurulup, o çerçevede faaliyet sürdürüldüğüne göre, muhtar olmayı, belediye başkanı olmayı, vekil seçilmeyi küçümseyemeyiz. Bilinir ki, en şiddetli mücadele arenası buralardır; buralarda olmak zordur, dirayetli ve kararlı militan ruh gerektirir. Söylenenlerden haraketle somutlarsak:
-Bulunduğumuz her köy ve mahallede muhtarlıklara talip olmalıyız.
-Semt, mahalle, belde, kasaba örgütlenmeleri yaratarak yerelde yaşayan halkın sorunlarına çözümler üretmeliyiz. Çeşitli sosyal, kültürel kuruluşlar yada esnek sivil oluşumlarla mücadeleyi farklı mecralardan da yükseltebilmeliyiz.
-Mahalli alanlarda imece türü modellemelerle, ortaklaşan yaşamı örmeliyiz.
-Yerel yönetimlerin başına geçerek, topluma kaliteli hizmetler vermeli ve birlikte yönetmeyi pratikte yaşatmalıyız; katılımcı, üretici yönetim tarzlarını hayata geçirmeliyiz. Sözde ve kararda halkın yer aldığı, uygulamada halkın omuz vereceği, demokratik ve sosyal bir yerel yönetişimi inşa etmeliyiz. Hayatın içinden mücadele budur.
Yerel yönetimlere ilişkin farklı pratikler vadır. Fatsa’da Terzi Fikri örneği, Amed’de M.Zana pratiği yaşanmış. Dersim’in Hozat, Mazgirt ve halen Ovacık ilçelerinde Devrimci Halklar Fedarasyonunun (DHF ) organize ettiği yerel yönetim modelleri yaşanıyor. Egede Dikili örneği incelenmeli, İstanbul Silivri Belediyesinin yürüttüğü tarımsal model ele alınıp irdelenmeli. Bursa’da Nülüfer Belediyesi harikalar yaratmış, halkcı belediyecilikte ödüller almış. Önümüzde güzel ve geliştirilecek örnekler mevcut. Bizler, yönetmeyi, organize olmayı ve toplumu yeniden kurmayı bu alanlarda öğrenebiliriz. Bu alanlarda var olup öğrenmeliyiz ki, geleceğin özğür ve demokratik toplumunu kurabilelim.
DÜNYA’YI KURTARMADA GEÇ KALABİLİRİZ
Yaşadığımız dünya büyük bir felaketle yüzyüze.Özellikle devasallaşan sanayi üretimi ve daha fazla rant içgüdüsüyle çılgınlaşan kapitalizm, fosil yakıtların vahşice kullanımıyla dünyamızı geri döndürülemez bir felakete sürüklüyor. Küresel ısınma, 20-30 yıllık bir zaman diliminde, iklimi ciddi şekilde değiştirerek, büyük alt-üst oluşlara sebeb olacağını gösteriyor. Kuraklaşan ülkelerden, kuzey ülkelerine doğru toplu göçler başlamış durumda. Önümüzdeki süreçte su savaşları kaçınılmaz. Ortadoğu ve Afrika ülkelerindeki savaş ve kargaşanın yarattığı göç dalgası ve mülteci krizinin en önemli nedenlerinden birisi, iklimsel değişimdir.
Kapitalizmin kar hırsı o kadar fütursuzlaşmıştır ki, insanlığın vahşi sömürüsünün yanı sıra, doğanın katledişinde sınır tanımazlık noktasına gelinmiştir. Toplumu tüketim çılgınlığına yönelterek, doğadaki yer altı ve yerüstü tüm kaynakları hemen kullanarak, ranta dönüştürüp tüketme üzerine kurduğu çarkın durdurulması gerekiyor. Bu insanlığın geleceği için bir zorunluluktur. Bundandır ki, çevreci haraketler, devrimci haraketlerin bileşenleri ve ortaklarıdır. Bir yandan toplumun yeniden kuruluşunu sağlama görevini yerine getirmekse, diğer yandan da dünyayı felaketlerden korumak ve kurtarmakla yükümlüyüz. İnsanlığın ve doğanın geleceğine sahip çıkmalıyız. Bu konuda en önde yer alma, öncü ve etkin olunma görevi sosyalistlere düşmekte.

İLETİŞİM
Deneyimler ortadadır: Siyasal bir haraketin, siyaseten sesini duyurması, sözlerini, önermelerini topluma aktarabilmesi için iletişim araçlarına ihtiyaç vardır. İletişim araçlarından yoksun olan bir siyasal yapı, kendisini ifade edemez, anlatamaz. Ne kadar doğrularla dolu da olsa heyben, bu doğruları topluma iletecek, buluşturacak iletişim araçlarına ve ağlarına sahip değilsen, doğruların işe yaramaz. Kısa bir göz atarsak etrafımıza, görürüz ki iletişim ağlarına sahip olan ve bunu iyi kullanabilenler, toplumda var olabilmişler, büyüyüp serpilebilmişlerdir. Gazetesi olan, Radyo veya TV kanalları bulunan her siyasal yapı, siyasal düzlemde bir varlık oluşturmuşlardır. Eldeki iletişim araçlarının çeşitliliği, kapasitesi ve iyi kullanabilme ölçüsünde, siyasal varlıklarının çapı da o oranda bir boyuta ulaşmaktadır. Bir siyasal yapının ulaşması gereken iletişim araçlarını ilk elden sıralarsak, işimizin kapsamlı ve ağır olduğunu görürüz.
1-Teorik açılımları içerecek süreli bir yayın.
2-Aylık, haftalık veya mümkünse günlük politik bir gazete.
3-Kültürel, sanatsal içerikli süreli yayınlar.
4-Doğa ve çevre sorunlarını işleyecek süreli yayın.
5-Gençlik sorunlarını ele alıp çözümlemeler üretecek farklı türlerde yayınlar… Siyasal, kültürel, sanatsal, bilimsel içeriklere sahip yayınlar.
6-Kitap çalışmalarını ve süreli yayınları içine alan yayınevi.
7-Bölgesel, yerel ve genel yayınlar yapabilecek ve farklı tarzları içerecek Radyo, TV yayıncılığı.
8-Ülke özelinden haraketle, hem diğer parçalara hitap edecek hemde bölge halklarına seslenecek Radyo ve TV yayıncılığı.
9-Sanal alemde aktif olarak yer alarak çeşitli yayın siteleri oluşturma.
Önceliklerden başlanılarak, sıralanan tüm iletişim hedeflerine ulaşılması demek, bizim, ülkede ve ülke dışında iddia sahibi bir haraket olma hedefinine ulaşmamızı getirecektir. Yukarıda sıralanan yayın hattı, merkezi düzlemdeki yayın hattıdır. Ayrıca, yerel parti birimlerinin kendi yerel sorunlarından ve ihtiyaçlarından haraketle, yerel özgünlükleri içeren iletişim araçlarını edinip değerlendirmeleri şarttır. Burada üzerinde durulması gereken konu, merkezi veya yerelde iletişim yapılanmalarının sürdürülebilirliği için kendi kendini üreten ve finanse edebilen niteliklerde olmasını öngörme gerekliliğidir. Kendi ayakları üzerinde durmanın koşul ve şartlarını yaratamayan yayın faaliyeti, subbanse edilerek, kalıcı ve uzun ömürlü olamaz.
Son söz
Özgür toplum, sorunların tartışıldığı, altarnatif düşüncelerin geliştirilebilindiği toplumdur. Özgür olmayan toplumlarda, totaliter rejimlerde neyin doğru neyin yanlış olduğunu açıkca tartışma olanağı olamaz. Totaliter ve baskıcı toplumlarda tek doğru vardır, egemen olanın söyledikleri… Farklı görüşlere burada yer olmaz. Bu saptamayı her siyasal yapı içinde kurabiliriz. Tartışmanın, eleştirinin olmadığı siyasal haraket çölleşen toprak gibidir, orada yeni düşler ve düşünceler yeşeremez. Düşünceleri yeşertmenin yollarını açarsak ve bundan korkmaz isek yürüyüşe devem edebiliriz.

Bölüme ait diğer yazılardan!

KÜRDİSTAN’A FÜZE ATANA, ATILAN FÜZEYE İMZA ATANA DA OY YOK! BARAN CEM

KÜRDİSTAN’A FÜZE ATANA, ATILAN FÜZEYE İMZA ATANA DA OY YOK! TC ve Kürdistan’da 31 Mart …