Perşembe , Aralık 26 2024
Home / Güncel / DENGÊ KURDİSTAN’IN Aralık 2017 TARİHLİ 24’ÜNCÜ SAYISININ SUNUŞ YAZISI

DENGÊ KURDİSTAN’IN Aralık 2017 TARİHLİ 24’ÜNCÜ SAYISININ SUNUŞ YAZISI

DENGÊ KURDİSTAN’IN Aralık 2017 TARİHLİ 24’ÜNCÜ SAYISININ SUNUŞ YAZISI

Ağustos sayımız ağırlıkla 8. Kongre belgelerini içeriyordu. Bu sayımızda en başta MK Eylül plenumu sonuçlarına yer veriyoruz. Plenum kararları 8. Kongre kararlarıyla uyumlu olarak partimizin yöneldiği örgütlenme hedeflerini gösteriyor. Parti örgütlerimizin ve üyelerimizin örgütsel ve pratik adımlar konusunda takip edeceği hat plenum sonuçlarında net biçimde yer alıyor.

KKP Merkez Komitesi Kasım ayı içerisinde toplanarak partimizin plenumdan bu yana yaptığı etkinlikleri, alınan kararların ne oranda yerine getirildiğini ve önümüzdeki birkaç ayın çalışma programını tartıştı; yeni kararlar aldı. Ele alınan konulardan biri yayın konusuydu. Partinin yayın politikası burjuvaziden ve TC devletinin yasalarından bağımsız, illegal parti yayıncılığını canlandırmayı esas alıyor. Bunun iki ayağı bulunuyor: Biri, dijital tekniğin imkanlarıyla İnternet yayıncılığığını geliştirmek; diğeri basılı Denge Kürdistan’ı çoğaltmak, dağıtmak, parti içi çalışmalarda ve emekçi kitlelerin siyasal eğitiminde basılı DK üzerinde eğitim çalışmalarını organize etmektir. Bunun yanısıra yasal yayın çıkarmak için gerekli alt yapının hazırlanması da hedeflerimiz arasındadır. Yasal yayının alt yapısı ülkedeki parti örgütünden başkası değildir. Parti örgütü sağlamlaştırılmadan yasal yayın çıkarmak örgütsel hedeflerimizle bağdaşmıyor. Gerek yasal, gerek yasadışı faaliyette motor parti örgütüdür; bu yüzden öncelikli hedef olarak ülkede parti örgütünün örülmesi öne konmuştur. Bu konuda atılan adımlar önemli olmakla birlikte henüz gereken düzeyde değil.

Son KKP MK toplantısında yapılan değerlendirmede Denge Kürdistan sitesine yeteri kadar haber, yazı, mektup vs. akışı yapılmadığı ortaya konmuştur. MK toplantısı bütün parti örgütlerine ve üyelerine DK sitesine yazı yazma, siteyi haber, resim, makale vs ile besleme ve zenginleştirme çağrısı yapıyor. Var olan bütün yazı potansiyeli Denge Kürdistan’a yöneltilmelidir. Her yoldaş, her işçi ve emekçi Denge Kürdistan’ın muhabiri, yazarıdır. Denge Kürdistan sitesine akacak yazı materyali, bize ilerde çıkarılacak yasal yayın için harekete geçirebileceğimiz potansiyeli de gösterecektir. Bulundukları alanlarda bütün yoldaşlarımız hemen her gün bir ya da birkaç eylemin içinde yer alıyor. Alanlarda, miting ve yürüyüşlerde, gösterilerde, gecelerde, panellerde vs. yer alan yoldaşlarımız katıldıkları etkinlikleri sosyal medyada paylaşıyorlar. Bu, sevindiricidir. Fakat sosyal medyaya yansıyan eylemlerin onda biri bile henüz Denge Kürdistan’a yansımıyor. Bundan ötürü Kasım ayı MK toplantısı bütün yoldaşlardan Denge Kürdistan’a daha sıkı sahip çıkmalarını talep ediyor.

Geçtiğimiz ayların en önemli olayı Güney Kürdistan’da yapılan bağımsızlık referandumuydu. Halkımız bağımsızlık tercihini referandumda tüm dünyaya net biçimde gösterdi. Bu, Kürdistan tarihine altın harflerle kazılmış bir irade beyanıdır. Türk, İran ve Irak devletlerinin buna yanıtı bütün cephelerden saldırmak oldu. Aralarında anlaşan bu üç sömürgeci devletten Irak ve İran fiilen saldırıya geçtiler. Başta YNK olmak üzere Güney Kürdistan partilerinin bazıları sömürgecilerle anlaşarak ellerindeki mevzileri çarpışmaksızın teslim etti; halk saldırıya karşı direnme eğilimini göstermesine rağmen hiçbir parti bu eğilime önderlik etme iradesi göstermedi. Böylece peşmergenin kanıyla elde edilen başta Kerkük olmak üzere bazı şehir ve mıntıkalar yeniden Irak’ın ve onun yanında saldırıya katılan İran yanlısı Haşdi Şabi çetelerinin eline geçti. Bu saldırıya emperyalist devletlerden herhangi bir tepki ve itiraz gelmediği gibi, onların zımni onayı bulunduğu net biçimde ortaya çıktı. ‘’Batılılar bölgede ikinci bir İsrail kurmak çabasındalar’’ diye yaygara koparan Türk ve İran rejimleri ve her türden şövenistlerin iddialarının anti propagandadan öte bir değeri olmadığı görüldü. Böylece güneydeki halkımız bir kez daha iç ihanetin, anti – Kürt bölge statükosununu kuran ve halen korunmasından yana tavır sergileyen büyük emperyalist güçlerin sessiz onayının ve üç sömürgeci devletin açık saldırganlığının karşısında bazı kazanımlarını kaybetmiş oldu.

Halkımızın uğradığı bu kayıpların üstüne Doğu ve Güney Kürdistan’ın kimi bölgelerini yerle bir eden deprem felaketi eklendi. Kirmanşah, Halepçe ve daha başka bölgeler art arda meydana gelen sarsıntılarla enkaza döndü. Çok sayıda insanımız hayatını kaybetti, yaralandı, evsiz – iaşesiz kaldı. Depremzedeler için toplanan yardımların yerlerine ulaştırılması Güney Kürdistan’a ambargo koyan ve sınır kapılarını yeniden ellerine geçiren Türk, Irak ve İran devletlerince engellendi. 2012 Van depreminde olduğu gibi bu depremde de sosyal medya Türk şovenizminin kin ve nefret haykırışlarıyla dolup taştı. Her türden faşist, ırkçı ve Kürt düşmanları deprem felaketi karşısında duydukları sevinci açıkça kamuoyu ile paylaştılar.

Halkımız felaket üzerine felaketlerle karşılaşırken dünyanın gündemi Amerika’dan esen rüzgarlarla aniden değişti. Trump yönetimi bir yandan uzak doğuda Kore ve Çin sahillerinde Güney Kore ile birlikte bütün zamanların en büyük askeri manevrasını düzenleyerek Kuzey Kore ve Çin Halk Cumhuriyeti’ne gözdağı verirken; öte yandan tantanayla Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacağını ilan etti. Başı Amerika’daki Rıza Sarraf davasında ve Man adası belgelerinde sergilenen yolsuzluk skandallarıyla dertte olan Erdoğan fırsatı kaçırmadı; hemen İslam Ülkeleri Topluluğunu toplantıya çağırdı ve sonuç bildirgesinde İsrail işgali altındaki Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olarak tanındığını şamatayla açıkladı. Türkiye ve Kuzey Kürdistan şehirlerinde İsrail ve Amerika karşıtı ‘’Kudüs gösterileri’’ düzenlendi. Kürdistan’ın onlarca yerleşim yerini yakıp yıkıp harabeye çeviren, çocuk, kadın, ihtiyar demeden sayısız insanımızı katleden Erdoğan İsrail’i Filistin halkına zulmetmekle, Filistinli çocukları katletmekle suçladı. Erdoğan’dan aşağı kalmayan bir ırkçı olan Netanyahu ona derhal Kürt halkına yaptıklarını hatırlatarak cevap verdi. Tıpkı Erdoğan gibi başı yolsuzluklarla dertte olan ve İsraillilerin gösterilerinin hedefi haline gelen Netanyahu Trump’ın açıklaması sayesinde biraz nefes almak imkanına kavuştu. Filistinliler Ortadoğu kazanını tekrar kaynatmaya başlayan Trump ve Netanyahu’nun girişimi karşısında üçüncü İntifada’yı başlatacaklarını duyurdular. İşgal altındaki Filistin topraklarında, Batı Şeria ve Gazze’de yeniden çatışmalar başladı.

Filistin halkının haklı davasını her zaman desteklemiş ve Filistinliler yanında İsrail işgaline karşı savaşarak İmam Ateş, Mustafa Çetiner, Cevat Saim Çelen (Teğmen Ali) gibi yoldaşları toprağa vermiş olan partimiz Filistin halkının rızasını almayan, onun iradesini hiçe sayan her türlü emperyalist müdahaleye ve karara, Siyonist işgal ve sömürgeciliğe ve Türk, İran, Suudi gericiliklerinin kendi pis çıkarları uğruna Filistin davasını suiistimal etmesine dün olduğu gibi bugün de karşı çıkıyor; Filistin halkını haklı davasında destekliyor. Siyonist İsrail kadar, islamcı gerici devletlerin de hem kendi işgalleri altında yaşayan mazlum halkların üzerindeki boyundurukların kırılması hem de anti demokratik, baskıcı rejimlerinin alaşağı edilip demokratik, laik düzenler kurulması için mücadele eden devrimci, demokratik güçleri destekliyor.

Erdoğan’ın elebaşılığında palazlanan Türk emperyalizminin ‘’içerde’’ ve dışarda gerici, saldırgan, baskıcı politikalar izlemekten başka seçeneği yoktur. Bu, onun zayıf yanıdır. TC devleti artık köhnemiş, emperyalist, dinci ve faşist bir yapıyla ‘’devletin bekasını’’ sürdürmek dışındaki bütün seçenekleri tüketmiş bir devlettir. Bu devlet emperyalist kutuplar arasında bir o yana bir bu yana salınarak, bir gün bir tarafa başka bir gün başka bir tarafa yaslanarak kendine yol açmaya çalışıyor. Bu devletin jeostratejik konumunu dikkate alan emperyalist kutuplar ise bir yandan onun başına buyruk yeni bir kutup başı olmasını engellemeye çalışırken, öte yandan her türlü şımarıklığına, küstahlığına göz yumuyor, onu kendi yanlarında tutmaya çalışıyorlar. Erdoğan hükümetinin baskısıyla Köln’deki barışçıl Kürt gösterisini Apo posterlerini bahane ederek şiddetle dağıtan Alman polisi, Berlin göbeğinde taşkınlık yaparak İsrail bayrakları yakan, sırtlarında ‘’Osmanen’’ (Osmanlılar) yazan ırkçı Türk tosuncuklarının estirdiği şiddete çıtını çıkarmıyor. Fransız polisi ise Strassbourg’da çadır eylemi yapan Kürtlerin çadırlarna baskın düzenleyerek Erdoğan’a ve şürekasına şirin görünmeye çalışıyor.

Türk devleti Katar, Somali, Sudan, Güney Kürdistan, Kuzey Kıbrıs ve Rojava’da askeri üsler, garnizonlar bulunduruyor. Erdoğan ve bakanları ağızlarını açtıklarında Afrin’e, Kıbrıs’a, Kandil’e ve Güney Kürdistan’ın öbür bölgelerine ‘’Bir gece ansızın gelebiliriz’’ diyerek tehditler savuruyorlar. Suriye iç savaşının ve İŞİD’in sponsorluğunu yapan TC devleti Suriye ile ilgili yapılan Astana ve Cenevre toplantılarının taraflarından birini oluşturuyor.

Libya’da, Suriye’de ve Yemen’de devam eden savaşların ve bu savaşların yol açtığı kayıplarla öteki sonuçların dumanları kısa sürede dinecek gibi görünmüyor. Tam da bu yangının ortasında Trump Amerikası ile Putin Rusyası Ortadoğu’da hegemonya kavgasının yeni bir perdesine hazırlanıyor. Putin Mısır, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan ve İran’la ilişkiler geliştiriyor; Suriye iç savaşı ile girdiği Ortadoğu’da artık kalıcı bir emperyalist güç olduğu sinyallerini veriyor. Erdoğan’ın Yeni Türkiyesi de zamanımızın ‘’Büyük Oyun’’unda Rusya, İran, Amerika, Avrupa, Suudi Arabistan ve İsrail’le köşe kapmaca oynuyor. Ortadoğu’daki emperyalistler orkestrasının ahenksiz ahengine mehter marşlarıyla dalış yapıyor.

Faşist Erdoğan rejiminin bir yıldan fazla bir zamandır uyguladığı OHAL ve KHK’ler rejimi Kuzey Kürdistan’da en katmerli şiddetle uygulanıyor. Ancak baskı Kürdistan’la sınırlı değil. Türkiye’nin tamamı adeta açık hava hapishanesi ve kışlaya dönüşmüş durumda. Kimin ne zaman, hangi bahaneyle hapse atılacağı belli değil. Erdoğan’ın Yeni Türkiye’si dinci gericiliğin, kadın düşmanlığının, toplumsal yaşamda her türlü adi suç ve şiddetin, manevi çürüme ve psikolojik rahatsızlıkların zirve yaptığı bir kaos toplumu haline geldi.

Türk kesimindeki şehirlerde ve öteki yerleşim yerlerinde yaşayan Kürtler, özellikle mevsimlik inşaat ve tarım işçileri ve metropol ve kasabaların belli semt ve mahallelerine yerleşmiş Kürtler, esnaflar sık sık ırkçı, dinci ve faşist linç güruhlarının saldırılarına uğruyorlar. Olay mahalline gelen polis ve jandarmalar eksik kalanı tamamlıyor: Kürtleri yakalayıp cop ve dipçik darbeleri altında cemselere, polis arabalarına doldurup hapse götürüyor.

Aleviler her gün daha artan tehdit ve saldırılarla karşılaşıyor. Malatya, Adıyaman, Manisa, İstanbul ve daha pek çok yerde Alevilerin evleri işaretlendi.

Burjuva cephede Erdoğan rejimine alternatif bir güç yok. Burjuva partilerinin tümü az ya da çok bu rejimin payandaları durumundalar. Legal alanda faaliyet yürüten onlarca Türk sol ve Kürt partileri ise rejimin aksesuarı olmaktan öte gidemeyen tabela partileri halindeler. En büyük Kürt partisi HDP’nin kolu kanadı kırılmış, parti kıpırdayamaz hale getirilmiştir. Milletvekilleri, belediye başkanları ve binlerce üyesi halen hapistedir. Türk devleti bu koşullar altında önümüzdeki Mart’ta yerel, Ekim ayında genel seçimler ve onunla beraber yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanıyor. Hatta Erdoğan’ın durumu lehine çevirebileceği bir erken ya da baskın genel seçim ihtimali yedekte tutuluyor.

Nisan ayında şaibeli bir referandumla kabul edilen yeni TC anayasası ile esasen her türlü seçimin hiçbir işlevi kalmamış bulunuyor. Gerek yüksek seçim barajı ve öteki yasal, anayasal engeller; gerekse yürürlükteki OHAL rejimi altında seçimler vasıtasıyla devrimci, hatta demokratik bir seçeneği başarıya ulaştırma şansı yok. Ama yine de daha şimdiden seçim kulisleri, pazarlıkları vs. başlamış bulunuyor. Partimiz seçimlere ilişkin tavrını yakın zamanda açıklayacaktır; peşinen söylenebilecek şey ise halklarımızın devrimci alternatifine komediye dönüşmüş burjuva seçimlerinde, burjuva parlamentosu gübreliğinde ve iğdiş edilmiş öteki kurumları içinde fazla bir alan kalmadığıdır.

Tüm zorluklara, engellemelere rağmen toplumsal muhalefet ayakta, sokaklarda, eylem alanlarındadır. İşçi grevlerinde ve işçilerin öteki direniş türlerinde artış ve kararlılık gözleniyor. Tütün üreticileri gibi küçük üreticiler, köylüler sık sık polis ve jandarmayla karşı karşıya geliyor. KHK’lerle işlerinden atılan öğretmenler ve öteki kamu çalışanları inatla ve cesaretle direniyorlar.

Bütün bu direnişler birbirinden kopuk, bağımsız, kendi işletmesi ya da yerel alanıyla sınırlı olsa da toplamda muazzam bir toplumsal direniş potansiyeline işaret ediyor. Sabırlı ve ısrarlı bir çalışmayla işletmelerde ve sokaklarda yer almak, kökleşmek ve ne zaman patlayacağı önceden öngörülemeyecek olan toplumsal fırtınalara şimdiden hazırlanmak günün en öne çıkan görevidir.

18 Aralık 2017

Bölüme ait diğer yazılardan!

KÜRDİSTAN HALKLARINA!

KÜRDİSTAN HALKLARINA! TC’yi ve Mahkemelerini Tanımıyoruz! Sömürgeci TC devleti Kürtler ve Kürdistan’nın inkarı üzerine kurulmuştur. …