Sanırsınız devrim olmuş. Emekçi halklar kölelikten kurtulup özgürlemişler. Kadınlar cinsiyetçi ayrımcılıktan kurtulmuşlar. Sünni olmayan inanç sahipleri özgürce inançlarını yaşayacaklarmış gibi bir hava yaratılmaya çalışılıyor. 31 Mart seçimleri sonrası estirilen siyasi atmosfer böyle. Dahası bu havanın etkisiyle 2023 Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerinin nelere kadir olabileceği gibi hayaller şimdiden üretilmeye başlandı bile.
Bu şamata içerisinde CHP’lilerin ve Kılıçdaroğlu’nun Ankara’nın Çubuk ilçesindeki asker cenazesinde uğradığı saldırı ve linç etme girişimi de güme gitti gidecek. Hiç kimse bu saldırıdan bile ders çıkarmaya yanaşmıyor. Varsa da yoksa da İstabul, Ankara, Adana gibi büyükşehirlerde Millet İttifakı’nın adaylarının kazanması. Sanki bütün dertler tasalar son buldu. Sorunlar çözüldü, ortalık güllük gülistanlık oldu.
Kürdistan ve Türkiye Komünist hareketinin yüz yılı aşkın mücadele tarihi Türk burjuvazisinin puştluklarının, ayak oyunlarının ve şarlatanlıklarının ceremesini çekmekle geçmiştir.
Türk burjuvazisinin Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katledilmesi, Kürt ulusal ayaklanmalarının bastırılması ile başlayan ve günümüze kadar devam eden komünist, Kürt ve sünni olmayan inanç gruplarına karşı düşmanlığı, katliamlar, tutuklamalar, yok etme hareketleri artarak hep devam etmiştir.
Bütün dünyanın bildiği ve idrak ettiği bir gerçeği bizim sosyalist hareketimizde bazı kafalar hala idrak etmiş ya da kabullenmiş değil. TC devletini kuran burjuvazi baştan beri burjuva demokratik geleneği olmayan sömügeci Osmanlı hanedanının devamıdır. Ulusalcısı da dincisi de muhafazkarı da sözde sosyal demokratları da aynı ideolojik kaynaktan beslenen zümrelerdir. ‘’Devletin bekası’’, ‘’milletin bölünmezliği’’, ‘’tek bayrak, tek dil’’ konusunda arlarında zerre kadar bir fark yoktur.
Aralarındaki tek rekabet rant ve iktidar olanaklarının kullanılmasıdır. Bunun için yeri geldiğinde birbirlerini boğazlamaktan geri durmazlar.
İktidar ve rant çelişkileri de yıldırma, kumpas, iç infaz da dahil her türlü mücadele yollarını kendilerinde mübah gören gayri ahlaki yöntemlerle doludur. Menderes ve arkadaşlarında olduğu gibi, Fetullahçıların başına gelen de buydu: Düne kadar aynı secdeye yüz sürdükleri yol arkadaşları tarafından aforoz edilmeleri…
31 Mart yerel seçimleri öncesi yapılan tüm uyarılara rağmen ne HDP’nin ne de onun bazı bileşenleri ve müttefiklerinin seçim startejileri Türk burjuvazisinin duvarlarını aşamadı. Bırakalım sosyalist bir program etrafında buluşmayı, tutarlı bir demokrat seçim projesi etrafında birleşemedikleri; dolayısıyla, işçi sınıfını ve emekçi halkları devrim ve sosyalizm mücadelesine hazırlamak gibi bir amaçları olmadığı ortaya çıktı. Hedeflerinin faşist devletin yerel yönetimlerinde ve parlamentosunda olabildiğince güçlü biçimde yer almak; mümkünse, onu yönetmek olduğu ortaya çıktı. Oysa süreç işçi sınıfının bağımsız sınıf siyasetini tavizsiz uygulayarak sistemin ipini çekme süreci idi. Bunu idrak edemeyenler bu seçimlerde de sistemin ömrünü uzatmak ve kafaları karıştırmaktan başka bir şey yapamadılar. Yine büyük bir kriz ve tıkanma içindeki TC kapitalizminin çatlaklarını büyüterek devirme yerine, kapitalizmi “daha insancıl ’’(!) hale getirme, ucundan kıyısından düzeltme hayali içine girdiler. Bu, işçi ve emekçi sınıfları ve ulusal boyunduruk altındaki halkların elini kolunu bağlayıp ; onları “kendi” kapitalistlerinin sömürüsüne ve esaretine mahkum etmekten başka bir şey değildir.
Bunu söylediğimizde bazı dost güçler alınganlık gösterdiler. Oysa böylesi kaygan ve geçişken bir zemin üzerinde günübirlik manevralarla davranmayı ve siyasi körlüğü eleştirmekten daha doğal ne olabilir? Ortada ”küçük bir görüş ayrılığı” yok. Kendilerini “devrimci”, ’’sosyalist” ve hatta ‘’komünist’’ olarak adlandıran irili ufaklı çok sayıda grubun elinde, eklektik de olsa, sosyalist denebilecek bir seçim programı bile yok.
Türkiye’de kapitalizmin krizinin sosyalist bir çözümü böylesine yakıcı biçimde dayattığı bir ortamda, sosyalizmin, devrimin, faşizme karşı bir halk cephesinin adı bile anılmıyor; bunun yerine, bilmem kaçıncı kez, ‘’faşizan tehlikeye göre tutum almalı’’, ‘’bu seçimler dönüm noktasıdır’’(! ) diyerek burjuva ittifakını ilkesizce kayıtsız şartsız destekliyorlar. Bu, tek kelimeyle kimliksizliktir.
Geniş demokrasi cepheleri böyle kimliğini kaybederek kurulamaz.
Bu süreçte heyecanla Millet İttifakının adaylarını destekleyerek faşizmi gerileteceğini, faşizmin ‘’tırmanmasını engelleyeceğini‘’ iddia eden bu arkadaşlar üstelik çok basit argümanlar kullanarak yapılan eleştiri ve uyarıları da manipüle ettiler. İlkeli olmak gerektiğini söyleyenlere, ‘Millet İttifakı’nı sorgulayanlara ‘’ne yani AKP mi kazansın’’ gibilerden suçlamalarla kafa karıştırılmaya çalışıldı. “Ehven-i şer olsa da öbür türlü hepten yok olacağız, faşizan güçler yükselirken ona cephe almıyorsan, sen de yok olursun’’ korkutmacasıyla ilkesiz, kuralsız hareket etmeyi sürdürdüler.
Ve ne yazık ki bu seçimlerde de sömürgeci Türk emperyalistlerinin 1945’ten beri oynadığı tiyatronun bir dönem daha sürdürülmesine alet olundu. Türkiye ‘sosyalist’ hareketinin umutları bir zamanlar ”Atatürkçü ordu” idi; sonra ”Karaoğlan” oldu; şimdi de Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu oldu. Hayırlı uğurlu olsun. Ne yapalım.
Sosyalist hareket bu yerel seçimlerde devrimci bir anlayış ve tavır ortaya koyabilirdi. Hele ki Kürdistan’daki belediyelerin devlet tarafından el konulup, seçilmiş Belediye Başkanlarının cezaevlerine doldurulup yerine kayyumların atandığı şartlarda bu daha da bir hassasiyet kazanmıştı. Ne yazık ki Kemalizm hastalığı Türkiye sosyalist hareketini yıllardan beri etkilediği gibi artık Kürt ulusal hareketini de sarıp sarmalamaya başlamıştır.
Kürdistan’da sorun nasıl bir belediyecilik yapılacağı meselesinden daha çok siyasi bir mesele haline gelmiştir. Devlet Kürt halkının kazanmış olduğu haklarını gasp ve işgal etmiştir. Kürdistan’da yerel seçimler demek, Kürt halkı açısından işgalci devlet karşında kendi iradesini göstermesi mücadelesine dönüşmüştür. Devletin gasp ve işgal ettiği mevzilerin yeniden kazanılması hayati bir önem kazanmıştır.
Mesele nasıl bir belediyecilik ya da herhangi bir örgütün bir belediye kazanarak kendi siyasi projesini hayata geçirmesi meselesi değildir. İşgalci devlet karşında sömürge ulusun kendi iradesini yeniden ortaya koyma, gaspedilen mevzilerin yeniden kazanılması meselesidir. Yine ‘’Devlet seçimlerden sonra tekrar kayyum atar” korkusuyla devletin onaylayacağı adaylar belirlemek ya da Kürt ulusunun yerellerde göstereceği adaylar dışında, sunî, tabanı ve çevresi olmayan, dışardan adayların gösterilmesi Kürt halkının mevzileri yeniden kazanma mücadelesine epeyce zarar vermiştir. HDP’nin Kürdistan’da yaşadığı oy kaybı bunun en açık göstergesidir. Bu oy kaybını yalnızca devlet baskısı, hileli yöntemler vs. ile açıklamak mümkün değildir.
Türkiye emperyalist sisteminin amacı gayet açık ve oyununu gayet güzel oynuyor: Türkiye’de en küçük demokratik hakları dahi budamaya çalışarak başta Kürdistanın tüm parçalarında ve bölge ülkelerinde, Avrasya’da, Afrika’da ulaşabildiği tüm dünyada emperyalist emellerini ve sömürü ağını genişleterek ömrünü uzatmak istiyor.
Bunu yaparken aynı faşist devlet yapısıyla dönem dönem ulusalcıları, dönem dönem liberalleri, dönem dönem dincileri kullanıyor. Sosyalistlerin burjuvazinin bu aldatmacasına dur demesinin zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir.
31 Mart yerel seçimlerinde HDP’nin kayıtsız şartsız desteklediği Kemalist CHP ve faşist İYİ Parti’nin ”Millet İttifakı”nın adı bile Kürtleri dışlayan niteliktedir. Kürtlerin acil asgari taleplerinin bu ittifakta esamesi okunmaz. Bunlar ne Rojava’daki Türk işgaline, ne Kuzey’deki sömürgeci sisteme, ne binlerce Kürdün hapishanelerde tutulmasına, ne de yıllardır sürüp giden sömürgeci savaşa karşı tutum içinde değildir. Bir genel seçim havası içinde geçen yerel seçimlerde Kürtlerin asgari taleplerine değinen tek satır söz söylememişlerdir. Ama Kürtlerin ve emekçilerin oyları, karşılığında hiç bir taahüdü olmayan tarzda, bu ittifaka yönlendirilmiş; bu politikanın adı da ”stratejik oy” olarak nitelendirilmiştir.
Yerel seçimlerden sonra ”yeni bir politik kültür oluştu” denilerek İYİ Parti – CHP İttifakına oy sevkedilmesi haklı gösterilmiştir. 6 milyonluk bir oy kitlesine sahip HDP’nin ve irili ufaklı bir dizi sol sosyalist grubun oylarını peşinen çantada keklik gören ve ”biz tabanda ittifak sağlayacağız” diyerek HDP ve devrimci güçlere daha baştan kapıları kapatan CHP karşısında gösterilen bu kemiksiz siyaseti hiç bir tarzda meşrulaştırmak mümkün değildir.
Kazanıldığı zannedilen seçim ”zaferi”nin bir yanılsama olduğu; Mansur Yavaşların ve Ekrem İmamoğluların elde ettikleri belediye başkanlıklarının Tayyib’in icazeti olmadan ciddi bir belediyecilik yapamayacakları kısa zamanda anlaşılacaktır. Daha ilk günden Mansur Yavaş, en önemli yardımcılıklarına eski faşistleri getirmiştir; hem Mansur Yavaş’ın, hem Ekrem İmamoğlu’nun kitlesel mitingleri tepeden tırnağa Türk bayrakları dalgalanan ürkütücü derecede şövenist gösteriler halini almıştır. Kürtleri bu partilere yönlendirmeyi ”yeni politik kültür” saymanın nasıl bir gaflet olduğunu görmek için bu gösterilerin fotoğraflarına bakmak bile yeterlidir. SOYALİST HAREKET TEZ ELDEN BU GAFLET VE DELALET UYKUSUNDAN UYANMALIDIR.
25.04.19
Mehmet Yaşar