Home / Makaleler / NE VE NELER YAPIYORUZ?

NE VE NELER YAPIYORUZ?

Sözden söz ettik yazının bir önceki bölümünde. Yürekten kopup gelen, dalga dalga renkli ve çoşku dolu sözün ve sözlerin yankı yaratacağını, yankı yaratacağı için de bize geri dönüş sağlayacağını anlatmaya çalıştık. Devrimcinin ilk eylemi devrimci sözüdür dedik. Programın ve programatik sözlerin tek başına yetmezliğinin altını çizdik. Sözün önceliği, Kürdistan işçi sınıfı ve Kürt ulusu ile ilgili olmalı demeye çalıştık. Devrimci teorinin mutlaka ve mutlaka devrimci politikaya uyarlanması gerekir ki, hedef kitleler ne söylediğimizi bilsinler ve aramızda hiç olmazsa bir ilgi bağı kurulsun demeye çalıştık. İlginin inanç ve güvene dönüştürülmesi ilk denenme/ deneme alanımızdır dedik. Ama bu yetmez diye ekledik.

Çünkü şu yalın gerçeklik bilinemez değildir: Bırakın geniş kitleleri, tek tek bireyler bile sizi uzunca bir süre yaptıklarınız ve ettiklerinizle deneyip sınamadan sizinle birlikte olmazlar. Yani inancı ve güveni ORTAK EMEK HARCAMA DÜZEYİNE ÇIKARABİLMEK İÇİN; iyi değerlendirilmiş bir ara zaman gerekir her daim bize.

Bu satırların okurlarına ve tüm yoldaşlarıma daha baştan bir önerim var: Daha gerilere gitmeden, son beş altı yıl içerisinde tüm Kürtleri ortak olarak ilgilendiren ne kadar önemli olay veya olaylar yaşandı; bir düşünün. Sorumu düşünmenize yardımcı olabilmek için ekleyeyim; içinde yaşadığımız yüzyılın „ Kürtlerin yüzyılı olaca…“ ğını yüzlerce ağız ve kalem söyledi ve yazdı. Neden acaba? Onca bölgesel ve küresel düşünür ve siyasi aktöre bu vb sözleri söyletenleri saymaya kalksak kimlerin adını anarız dersiniz? Davanın asıl sahibi Kürt halkını ayrı tutarak düşünelim. Hangi parti ve parti yöneticileri ilk akla gelen olur? NEDEN?

Toplumsal hayatın akışına ve olası gelecek öngörülerine göre politika belirleyenler, belirlediği politikalar doğrultusunda pratik mücadele içerisinde olanlar; güncel ve uzun erimli sözleri, örgütlü ve pratik tavır ve davranışları ile gündem belirleyenler elbette ağırlıkları oranında toplumdan onay alacaklardır. Düşünenlerden de. Bundan daha doğal ne olabilir ki!

Dişe dokunur, gözle görülür iş yapmadan bırakın geniş kitleleri, yakın çevreden de destek alınamaz. Bunu söylemeye gerek bile yoktur.

„ Şengal’de Ezidi kardeşlerimize reva görülenleri lanetliyoruz. Sayın Başkan Barzani’nin bağımsızlık arayışlarının yanındayız. Kobani ve Suruç katliamları insanlık suçudur ve şiddetle kınıyoruz.“ vb vb. tutum belirlemeler elbette elzem ve gerekli. Fakat bu türden tutum belirlemeleri, azılı Kürt düşmanları dışında hemen hemen herkesler yapabilirler. Olay ve olgular karşısında bu; saf belirlemektir bir anlamda. İyidir, güzeldir, hoş ve gereklidir de; ama AKIP KOKMAZ Kİ! Tavır belirlemek bir kişiyi veya bir partiyi kominist yapmaya yetmez ki .

„ İştir kişinin ainesi lafa bakılmaz.“ diyen sözü herkesler bilirler. İş yapmaktan geri durmak (neden ne olursa olsun) geri geri duvara kadar gitmeyi peşin peşin kabullenmektir. Kişi ve örgüt adına değil, işçi sınıfı ve halk için iş yapmıyorsan, idiasını yaptığın büyük dava uğruna KELLEYİ KOLTUĞA almıyorsan sonuç önceden bellidir: Duvara toslamak kaçınılmazdır.

İş yapmaktan, politikanın pratiğe uyarlanmasından söz ederken kastımız iç örgüt çalışması değildir. İşçi sınıfının ve halkın önceliklerinin yanında yer almaktır. Kitlelerle birbirimize omuzlarımız dokunabilmelidir yani. Göz gözeliğimiz sık sık olabilmelidir. Pratik içerisinde üretilmiş sözlerin dinleyicisi olduğumuz oranda pratikle ilgili söz söyleme hakkı kazanırız. Ve dinlenir oluruz.

Anlaşılacağı gibi, biz kendimiz toplumsal hayatın akışını etkileyecek gündem belirleme gücüne sahip olmadığımız koşullardan söz etmekteyim. Çünkü ikisi ( gündem belirlemek ve akan gündem içerisinde etkili olmaya çalışmak) iki ayrı konum ve durumdur. Şu anki gerçekliğimizden hareketle ve içinde bulunduğumuz durumda atacağımız pratik adımların çerçevesini çizerken çok genel olarak şu iki ana unsuru göz önünde bulundurmamız gerekir. 1- İşçi sınıfının , geniş emekçi yığınların ve Kürt ulusunun şu anki acil sorunları nelerdir? 2- Eldeki veriler nasıl bir yakın gelecek öngörmemize elveriyor? Burdan hareketle kendi

konumumuz ve olanaklarımızla doğru orantılı politik tesbitlerimiz olmalıdır. Olmalı ve mutlaka uygulama alanına konmalıdır.

Yazının önceki bölümünde de belirttim; anlatım sıra konumu ile yaşam bire bir örtüşmez. Şu yaygın sıralamayı herkesler bilirler: Devrimci teori, devrimci örgüt, devrimci politika ve devrimci pratik… denir ama, yaşamın akışı hiç bir zaman hiç bir sıralamaya uymaz. Bunların hepsini iç içe yürütmek zorundayız. Bazen birine bazen de bir diğerine ağırlık verebiliriz Fakat, her daim çapımız oranında iş ve işler üstlenmek zorundayız. Küçüksek küçük…Az alanda örgütlü isek o kadarında eylemlilik içerisinde olmak zorundayız Olmak zorundayız çünkü; proğramının gereği olan politikalar uğruna bir eylemlilik içerisinde olmayanlara kominist denmez en başta. Sözünün eri de denmez biline.

Lenin’in en ünlü kitaplarının başında NE YAPMALI adlı kitabı gelir. Neden? Çünkü siyasi mücadelede YAPMAK eylemi esastır; devrimci sözün ve kadronun denenip sınandığı denek taşıdır eylem ve eylem alanı. Yıllarca o deneme alanının dışında durulursa, her şey bir yana söz söyleme hakkı da yitirilmiş olunur. Bir insan veya birkaç insan teorik yetkinlik çaba ve çalışmalarını kendi kendilerine de yapabilirler. Pratik aktivite içerisinde olunmadan politik kadro asla ve asla yetiştirilemez. Anlaşılacağı gibi, durmadan kadro yetmezliğinden (sayısal) söz edip iş üretmemek insanın kendi kendini kandırması halidir. Çünkü her düzeyde kadro ancak iş ve eylem içerisinde kazanılır ve yetkinleştirilir.

Yalın bir örnek: Kadrolar genellikle çıkıp kitleler önünde dertlerini meramlarını düzgün bir biçimde anlatamazlar. Ve hatta bundan oldukça korkarlar. Mikrofon karşısı ve tv ekranı da buna benzerdir. Peki insanlar nerede konuşmayı öğrenecek ve bu eksikliklerini giderebilecekleridir? Bir kaç kez kitlelerin karşısına çıkıp kaş göz dağıtmadan hiç kimse hatip olamaz. Mücadelenin hemen hemen bütün diğer alanları da verdiğimiz örneğin benzeridir.

Anlaşılacağı gibi ister kadro kazanmaktan, ister eğitmekten söz edin; ister kitlelere ulaşmaktan dem vurun ya da onların güveninin nasıl sağlanacağına kafa yorun; ister gündemde var olmak veya gündem belirlemek isteyin; ister siyasal akışın yönünü (Kürdistan halklarının çıkarları için) belirlemek gibi büyük düşler kurun, ister bir Kürt katilinin suçunu belgeleyip cezalandırılmasını sağlamak gibi yaşanmış bir olayı çözmek isteyin; ve bu benim saydıklarımı onlar ve yüzlerle çarpın isterseniz; görülecek ve anlaşılacaktır ki; her yol devrimci eylem alanına çıkmaktadır.

Bırakın insanlardan ağır bedeller ödemek pahasına mücadeleye katılmalarını istemeyi, yalnızca oylarını istemek ve oylarını alabilmek bile bir beceri ister. O becerinin bir kısmı doğal yetenektir ama, esası pratik mücadele içerisinde pişmişliğin sonucudur.

Pratik mücadele alanı aynı zamanda kollektif öğrenme alanıdır da. Ortak iş üretenler ortak laşa öğrenirler . Çünkü birbirlerinin tecrübelerinden yararlanırlar. Birinin göremediğini diğeri görebilir. Yani ortak iş, ortak tecrübe harmanı demektir.

Ve önemlisi, bazen pratik siyasi mücadelede bir kişi bile çok şeydir. Gandhi ve Martin Lüther King örneği gibi. Başka hiç bir çıkar yol bulunamıyorsa eğer; aklına, yüreğine ve bilgisine güvenen üç beş kişi birlikte yola çıkıp Kürdistan’ı bir baştan diğer başa kadar karış karış gezerler. Seslerini duyuracak kimseler bulamazlar demek kimin haddine. Şüphesiz Gandhi gibi arkalarına milyonlar takılmayacaktır. Fakat, Kürt halkı gibi politik bir kitle içerisinden yüzlercesi ile bağ kurulamamasının da izahı olamaz.

Eğer kendi kabuğumuzun penceresine yapıştırdığımız afişimizi ve kapımıza astığımız tabelamızı emekçi kitleler kendileri görsünler ve gelip bizi bulsunlar diye beklemiyorsak yapılacak iş kabaca bellidir: Biz onların yanına gideceğiz. Hem de hayatın her alanında. Hem de kendimizi unutturmayacak sıklıkta. Gücümüz yetse de kılcal damarlara kadar ulaşabilsek keşke.

Keşke her grev çadırını her gün ziyaret edebilsek; keşke Cudi yangınını anında söndürmeye gücümüz yetse. Keşke Hasankeyf gibi tarihi miraslarımızın; Munzur vadisi gibi doğal güzelliklerimizin korunmasında pay sahibi olsak. Kürtçe ilk eğitime elli yüz öğretmen adayı

ile katkı sunabiliriz diyebilsek mesala. Kobani direnişçilerine soğuk su ulaştırabilseydik o sıcak çatışma günlerinde. Kürt gençlerinin ölümlerini durduramasak bile, azaltılmasında katkımız olsaydı. Keşke keşke keşke…. Ve keşke en azından Ulusal özgürlüğün kapısını aralayabileceğimizin arife günlerine doğru hep birlikte koşuyor olabilseydik. Ve diyebilseydik ki; bu birliktelikte bizim de epeyce emeğimiz var.

Tüm bu şartlı paragrafın yalın bir şartı var aslında. Küçükten başlamak… bilgi ve bilinçle başlamak…..yürekle başlamak… kelleyi koltuğa almak…arada bir arkaya bakarak ve duruma göre tempoyu ayarlayarak hep ileri gitme çabası içerisinde olmaktır.

Bu yazdıklarım ve hemen sonra yazacaklarım arasında bağlantı olmak üzere doksanlı yılların ortalarından bir olay anlatayım. Meclis Susurluk Komisyon üyeleri istihbaratçı Hüseyin Oğuz’a soruyorlar: „ Öldürüleceklerin listesi var deniyor. Bilginiz var mı? Oğuz ;“Var „ diyor. Diğer bir soru: „ Listeye giren herkes öldürülür mü?“ oluyor. Yanıt; „ Orijini Kürtse hiç kurtuluşu yok.“ şeklinde.

En son HDP Diyarbakır mitinginde ve Suruç’ta yaşananlar bir kez daha gösterdi ki, TC’nin devlet aklında değişen bir şey yok. Rojawa’ya karşı takınılan tavır da bunun somut kanıtı. O hala „En iyi Kürt ölü Kürttür“ demeye devam diyor.

Kürdün katilinin, Kürdü katledeni çok ama çok zorunlu kalmadıkça aramayacağı belli de, o zorlamayı kim ve kimler yapacak? Daha güncel ve insani bir gerçeğimizden söz edelim; ölüsüne ağlayan kürdü coplardan , tazyikli sulardan ve gazlardan korumak çabası içerisinde olacak mıyız, olmayacak mıyız? Şengal’de Ezidiler katledilirken önceliğimiz belli değil midir?

Bulabildiğimiz yirmi otuz veya yüz iki yüz kişiye sosyalizmi anlatmak elbette gereklidir. Ve elbette bu da bir pratik iştir. Fakat , kitlelerin politikaya en duyarlı olduğu zaman olan seçim ortamlarında her ne kadar gücün varsa onu bile harekete geçirmekten geri durursan, „Ben seçimleri boykot ediyorum“ deyip evinde oturursan bu işte bir terslik, bir yanlışlık yok mudur?. ETKİLİ BOYKOT çalışmasının yanlışlığından söz etmiyorum. Eğer bu mümkünse ve gerekli görülmüşse boykot aktivitesi içerisinde olunacak demektir elbette.. Kastımız, küçük çaplı da olsa elinin ulaşabildiği herkese bildirini vermek, görünür her yere afiş ve pankartını asmak, ev ev dolaşmak, yüz yüze insanlara derdini meramını anlatmak, onlardan öğrenmek, nutuk atma denemeleri yapmak vb varken tüm bunlardan geri durmak siyaset adına savunulamaz. Dahası apolitikliktir.

Bu söylenenler seçim zamanı söylenir denilecektir haklı olarak. Söylendi; hem de kerelerce. Yanıt da alındı elbette. Merak edecekler için özetle belirteyim: Yanıtlar da apolitik oldu hep.

İki kere apolitik sözcüğünü kullanmışken ve bu son iki satırla ilgili söylenecek çok söz varken ben bir örnekle yetineyim: Bir önceki ve yaklaşık bir milyon insanın katıldığı Diyabakır Newroz’una ÖSP davetli olmasına rağmen karşı tavır koyup katılmadı. Milyonlarca lira para harcasanız, binlerce kadro seferber etseniz bir milyon Kürde adınızı duyurmanız belki mümkün olur. Binlerce kadron ve milyonlarca paran da olmadığına göre… Bundan kaçmak niyeeeee? Yoksa adımız sanımız duyulsun istemiyor muyuz?

Yukarıda hatırlanırsa; siyasette tavır ve tutum belirlemek gereklidir ; fakat tavır ve tutum olarak kaldığı sürece AKIP KOKMAZ dedik. Tavır belirleyip; yaşasın – kahrolsunla yetinir ve günlük mücadelenin içerrisinde olmazsan akacak ve kokacak bir şeylerinde olmaz doğal olarak.

Bilinir ama ben yineleyeyim. Kürdler için politika yapıyorsan burnun kırılıp, kaşın yarılıp kanının akacağını bileceksin. Bununla kurtulursan sevineceksin. Sık sık polis copuyla karşılaşmıyor ve polis nezarethanelerinin ara sıra zorunlu konuğu olmuyorsan bunu şans saymayacaksın. Tersinden bakacaksın. Kendinden işkilleneceksin ve kendini yeniden yeniden gözden geçireceksin. Halkın için üzerine düşen görevleri yaparken akibetin Hüseyin Oğuz’un dediği gibi son durağa hemen ulaştırılmak da olbilir. Hazır olacaksın.

Hazırsan; ulaşabildiğin ve uğraşabildiğin kadar pratik mücadele alanında olacaksın ki, dışarıdan gazel okuyanlardan sayılmayasın.

Ve en önemlisi ; ve kesinlikle amasız ve fakatsız olarak belirtelim ki;yönetici konumda olanlar sıcak mücadelenin en önünde yürümelidirler. Yürümek zorundadırlar.Birilerine „siz gidin“ denmemelidir. „ Gidelim“ olmalıdır her kademedeki yöneticinin sözü. „Ne şiş yansın ne kebep „ ; burnum da kanamasın ama ben siyesetin önünde sayılayım anlayışı hiç bir kaba sığdırılamaz. Her bir ayda bir kitap yazmak bile bunun bahanesi olamaz. Yatalak hasta olmak hali bir istisnadır.

Bunca laftan sonra sanırım başlıktaki NE VE NELER YAPIYORUZ sorusuna biraz daha özelden bakmanın sırası geldi. ÖSP’li olan ve ÖSP çevresinde bulunan herkesler sanırım bilirler; açık parti çalışması kuruluş tarihi ile başlamadı. Öncesinde uzun bir Mesop süreci var. Toplamı on küsür yıl ediyor. Parti adı ve kimliği ile işe başlayalı üç yılı buldu.

Tüm bu süreçte Kürt halkını ve Kürdistan işçi sınıfını ilgilendiren neler yaptık diye kendi kendimize genel bir soru soralım. Yanıt ararken de elimizi yüreğimizin üzerinden hiç ayırmayalım. İnsaflı ve vicdanlı da davranalım. Başkaları bize bir şeyler söylemeden biz durup alıcı gözle kendimize bakalım. Hani literatürümüzde ÖZELEŞTİRİ diye bir sözcük var ya ….. Kendimize haksızlık etmeyelim ama, kendimize de yontmadan bir bakalım kendi kendimize. Ana sorumuz “İşçi sınıfımız için , halkımız ve Ulusumuz için neler yaptık?” olsun.

Yapmak fiilini pratik iş, pratik mücadele olarak söylediğimi yeniden hatırlatayım. X işyerindeki işçilerin toplu iş görüşmesinden veya grev eyleminden başarıyla çıkmalarında karınca kararınca payımız var diyebiliyor muyuz? Şu ekonomik, sosyal, siyasal, çevresel vd. sorunu veya sorunları sınırlı da olsa belli bir kitleye malettik ve onlarla birlikte kazanımı mücadelesi verdik dememiz olası mı? Başarmış veya başarmamış olabiliriz. Ya da dışımızda gelişen şu şu eylemliliklere katılım sağladık ve başarılı olunması için var gücümüzle çalıştık mı diye sorsak kendimize? 78 ilde ve aralıksız bir ay süren GEZİ DİRENİŞİ sırasındaki eylemliliğimize baksak mesala… Mesala oğlu- kızı öldürülmüş kaç acılı Kürt kadınının acısına ortak olduk? (Alper Taş taaaa Rize dağlarına gidip “ Devlet kim! Ben halkım “ diyen ve oyunu AKP ye verdiğini söyleyen Havva ana ile fotoğraf çektiriyor.Mücadele edeni onurlandırmak ve güncelden yakalayıp adını duyurmak böyle olur işte.) Yaptığımız pratik işler nedeniyle polis copuyla kaç kez karşılaştık acaba? Ölümün kıyısından dönmüşlüğümüz var mıdır hiç? Hiç olmazsa sıcak bir yaz gününde polisin sıktığı su ile serinlemeyi akıl edenlerdeniz diye övünecek kaç üye ve yöneticimiz var dersiniz!

Bu soruları çoğaltın çoğalta bildiğiniz kadar. Hatta, en azından son üç yılın yıllık çetelesini çıkarıp yıllara göre özel sorular üretelim isterseniz. Kendi listemizi; 1- Yaptıklarımız 2- Düşünüp yapamadıklarımız ve 3- Düşünmediklerimiz diye detaylandıra da biliriz.

Tüm bu sorulara ve ekleneceklere yanıt ararken unutulmasın ki; ben tüm olup bitenlere uzaklardan bakıyorum. Eksik görüyor olabilirim. Tüm kalbimle de eksik, hem de çok eksik görüyor olmayı umuyor ve diliyorum. Ama yanılgı payımın az olduğu kanısındayım. Çünkü bizlere ve dolayısı ile kamuoyuna yansıyan çok az şey var. Bir iki 1 Mayıs ve Newroz bildirisi dağıtmak gibi… Bir kaç ilde bu iki bayrama katılmak gibi… Geçen yerel ve genel seçimlerde çok çok sınırlı alanlarda sınırlı seçim çalışmaları yapıldığını biliyoruz mesala. Roboski katliamı gibi insanlık vicdanını ayağa kaldıran bir olayda bile yazmaktan öte hiç bir şey yoktu ortada mesala. Kobani direnişi dünyayı ayağa kaldırdı ama, bizim yoldaşlara nerdeyse bir ay sonra ancak Suruç ziyareti yaptırabildi. Seçim çalışmaları boyunca 125 kez saldırrıya uğrayan HDP’ ne merkezi düzeyde bir geçmiş olsun ziyaretini bile çok görmek Kürt geleneğine mi, diplomatik kibarlığa mı, Ulusal dayanışma ruhuna mı; nereye sığar; hangi kaba konur ben bilemiyorum?

Bu soruları da istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz. Emin olun yoldaşlar ben hergün kendi kendime bu ve benzeri soruları çokca soruyorum.

İşin , olayın doğasına uygun olup bana ulaşanları da yazayım. Yazayım da tek taraflılık olmasın.Yazılacaklar çok değil ama olsun. SOYKAN şirketinin Gölbaşı’ında termik santral yapmasına karşı çıkışı alkışlıyorum. Eminim ki, gerekçelendirilmesi iyi yapılırsa sıcak ilişki

kurmanın vesilesi olur. Gezi eylemliliği ve sonrasındaki gelişmelerde ( Berkin’in cenaze töreni gibi) kişisel çabaların olduğundan haberdarız. Doğrudan emekçileri ilgilendirmese de, sınırlı sayıda ve yaşlıca kadroların sokakta bildiri dağıtması örnekleri olumluydu. Seçimlerde, Merkeze rağmen kimi yerel insiyatiflerin çabalarını daha önce vurgulamıştım.( RUDAW’a verilen demeci hatırlayın. Genel Başkanın o demecini okuyan düz bir ÖSP üyesi olsam ben; seçim çalışması falan yapmayacağım gibi HDP ye oy da vermem emin olun ki.)

Dahası…..? Unuttuklarım varsa peşinen özür dilerim. Lütfen hatırlatın. Ama ben Kongreye sunulan Rapordan biliyorum.: Ne Genel başkan, ne de rapor şunları şunları yaptık, şunları şunları yaparkende şu şu güçlüklerle karşılaştık; engellerin ikisini aştık ama sekizini aşamadık demiyor. Aşılamayan engelin neden aşılamadığına söz bile gelmiyor. Yani iş ve eylem üzerine söz yok ortalarda.

O dönem kuruluş süreciydi ve asıl işimiz örgütlenmeydi denilebilir. Kabul. Ama hepten mi? Ya Kongre sonrası süreç nasıl geçiriliyor?

Halbu ki, programı doğrultusunda politikalar üretmeyen ve politikalarını pratiğe uyarlamayan, bunun için canla başla çalışmayan bir yapıya parti bile denmez. Bu işin ABC sidir.

Yazının konusu ve akışına bire bir uymayacağını bile bile iki parentez arası yapmak zorundayım.

Birinci parentez aslında bu serinin dördüncü kısmının konusu. Yukarıdaki sorularım üzerine kafa yoracak yoldaşlarımın olası meraklarını gidermek için bu parentez. ÖSP yönetimi, özelde de Genel başkan çoktandır DOST – DÜŞMAN gibi çok yalın ve bir o kadar da kaba bir ayrım konusuna özensizlik gösteriyor. Örneğin son seçimlerdeki tutumun “KERHEN”liğinin ana gerekçesi HDP nin Türkiye Partisi olma yönelişi diye dillendirildi. Bu görüşün iler tutar bir tarafı yok. Bu yaklaşımı duyan işiten de sanır ki ÖSP asimilasyonun en az uğradığı Kürdistan alanlarının sesini dillendiriyor. Hatta bağımsız birleşik iktidar falan savunuluyor sanılacak. Ve hatta daha düne kadar Türk solunun bir paçası olduğumuz düşünülürse, unutkanlık hastalığına yakalandığımız akıllara gelecek. Federasyonu kimlerle kuracağız bir söylense de biz de bilsek. Kürdistan Halk Cephesi ve Türkiye Halk Cehesinin birliğini savunuyoruz 1982 den beri değil mi? Bizim savunduğumuzu birileri biraz şeklini değiştirerek hayata geçiriyorsa ne var bunda? Olsa olsa bundan menmun olunması gerekir. Şekil eleştirini yap yine. Kaldı ki eleştiri zamanı kerhen de olsa destek açıkladığın seçim zamanı mıdır?

İkinci parentez; bizler bulunduğumuz alanlarda neler yapıyoruz üzerine. Elbet kısaca. Sorulur sanıp sorulmadan söyleyelim. Altı yedi ayrı ülkede dağınığız. Küçük küçük kümeler ve hatta tek tek kişiler olarak..Yaşadığımız ülkeler devrimci hareketlerinin eylemlerinin tümüne olmasa da çoğuna katılıyoruz. Her 1 Mayıs ve Newroz etkinliğine tüm gücümüzü katma çabamızı her yıl sürdürüyoruz. Kürdistan ve Kürt halkı ile ilgili eylemliliklerin yüzde doksanında varız. Ancak bu tür etkinliklere daha çok yönetici ve temsil düzeyinde katılımlar sağlayabiliyoruz.. Kitlesel katılımlar daha çok Roboski katliamı gibi özel durumlarda mümkün olabiliyor. Son seçim çalışmalarına her ülkede katılım sağladık. KNK ve Diğer Kürdistan partilerinin tüm ortak eylemliliklerinde temsil ediliyoruz. Çok sık olmasa da olanak buldukça çeşitli tv kanallarında açık kimliğimizle söz söylemeye çalışıyoruz. Kürdistan Kongresi Avrupa çalışmalarında etkin olarak hep vardık. Sınırlı maddi olanaklarımızın yüzde yüze yakını kendimiz kullanmıyoruz. Fakat tüm bunların yetersizliğini biliyoruz. Seviyenin yükseltilmesi ise bizden çok size bağlı. Haberiniz ola!

Bu kez bu satırları okuyanlardan özel özür dileyip ikinci parenteze ek yapmak istiyorum. Roboski katliamı sonrası Avrupa’da uzun yürüyüş eylemi yapılmıştı.Organizasyonu KNK yapmıştı. Biz ilk iki gün üç kişi katıldık ama, zorunlu nedenlerle görev benim üzerimde kaldı. Katılımcı sayısı her gün ve her mola arası değişmekle birlikte, sürekli yürüyenler ortalama 200 kişi dolayındaydı. Hava sıcaklığı en iyi olduğu zaman eksi ikiydi. Eksi yirmileri de görmüştük. Cenevre – Strazburg arası 368 km yolu 15 gün boyunca yürüdük. Çok çok zorlu bir eylemdi. Özellikle benim gibi altmışını devirmişler için. Şahsen ben hem Kürt halkı için küçük te olsa bir görev yapmış olmanın; hem de yol boyunca yoldaşlarımdan olağanüstü

destek görmüş olmanın mutluluğunu yaşamıştım. 15 gün yollarda, 3 gün de Strazburg içerisinde bayrağımızı taşımak da işin cabasıydı. Avrupa’da yaşanmış en büyük mitinglerden biriyle eylemi sonlandırmıştık.

Bu ikinci eki niye mi yaptım? Yoldaşlarımın DOST –DÜŞMAN ayrımı üzerine düşünmelerini istiyorum da ondan.

Yazı uzadı. Toparlayayım. Kısa birkaç ek yapmak gerekecek. İlki şu: Asla unutulmamalıdır ki; tek tek kişilerin düşünme ve davranış biçimleri ile kitlelerin düşünme ve davranış biçimleri aynı değildir. Kişiler kısa süre içerisinde karar ve kanaatlerini değiştirebilirler. Karar ve kanaat değişikliği aynı şekilde pratik tavır ve tutuma da yansır. Bunun tek istisnası her türlü FANATİZMDİR.

İkincisi ise “Onca uğraştık, onca emek harcadık ama bu mahallelilere ( köy, iş yeri, okul, şehir , kasaba vs.) bir şey anlatamadık. Bir adım ileri attıramadık” gibi serzenişlerdir. Bu tür serzenişler haksızlıktır. Çünkü kitleler için harcanmış doğru emeğin boşa gitmesi olağan durumlarda mümkün değildir. Kitle ortak aklının emek sahibini unutacağı kadar arada kopukluk ( her ne nedenle olursa) olmuş olmalı ki, harcanan emek boşa gitmiş olsun.

Kitlelerin kararlarını ve tutumlarını değiştirmeleri duruma göre aylar ve yıllar alır. Bunun istisnası ise miting alanları, stadyumlar gibi yerlerde kitle psikolojisinin galeyana dönüştüğü anlardır. Geniş yığınlar bu nedenle bulundukları yerleri sık sık değiştirmezler. Örneğin bir partiye oy ve gönül verenler o partiyi ha deyince terk etmezler. Kitlelerin hoşgörüleri de kişilere göre daha geniştir. Sıtkı sıyrılmadıkça iyi dediğine kötü demez.

İnsanlık ideallerinin yanı sıra, bu nedenlerle de emekçi milyonlar için emek harcamaktan geri durulamaz. Hani derler ya “İyilik yap denize at…….” Bence o deniz halktır. Balık ta tek tek kişiler.

Tabanda çalışan yoldaşlarıma yalın bir öneriyle yazının üçüncü bölümünü bitireyim. Olağan siyasi çalışmalarınızda ; 1- Neler yaptık………2- Neler yapacağız……diye hep iki gündeminiz olsun. Yeter bence. Olağanüstü konuları olağanüstü toplantıların gündemi yapabiliriz.

Kemal Bilget

26 Temmuz …15

Bölüme ait diğer yazılardan!

KÜRDİSTAN HALKLARINA!

KÜRDİSTAN HALKLARINA! TC’yi ve Mahkemelerini Tanımıyoruz! Sömürgeci TC devleti Kürtler ve Kürdistan’nın inkarı üzerine kurulmuştur. …