ADIYAMAN’DA FAŞİST CUNTA EMEKÇİ HALKIN DEVRİMCİ MÜCADELESİNİ DURDURAMIYOR…
Adıyamandan Bir Grup Birlik Yolu Okuru imzasıyla yayınlanan aşağıdaki yazı TKEP Merkez Yayın Organı BİRLİK YOLU Gazetesinin Haziran 1981 Tarihli 13’üncü sayısından alınmıştır.
Dönem 12 Eylül askeri faşist cuntasının azgınca saldırı dönemidir. Onbinlerce işçi, emekçi, komünist, devrimci ve yurtsever faşizmin işkencehanelerinde ve cezaevlerinde en ağır işkenceler vasıtasıyla teslim alınmaya zorlanmakta; direnen tutsaklarla faşizm arasında amansız bir teslimiyet ya da teslim olmamak mücadelesi sürmektedir. Bu dönemde sayısız devrimci dağlarda, sokaklarda, karakollarda yargısız infaz edildi. Faşizmin teröründen yılgınlaşan çok sayıda insan başının çaresine bakmayı tercih etti; kimisi yurtdışına kaçtı, kimisi işyeri veya ikametgah değiştirerek zulaya çekildi. Bir yandan bu tür infazlar ve yakalanmalar yüzünden bir yandan da bireysel güvenlik kaygılarıyla kaçkınlaşanlardan ötürü 12 Eylül öncesinin aktif faaliyet halindeki güçleri büyük kayıplara uğradı. Bütün örgütlerden az sayıda insan ise tüm ağır koşullara rağmen ya kentlerde örgütlü yeraltı çalışmasına; ya da kırsal alanda silahlı gerilla faaliyetine yöneldi.
Faşizm, işkence ve korkutma yoluyla teslim alıp ”pişman” ve ”itirafçı” hale getirdiği insanları televizyonlara ve radyolara çıkararak, faşizme tamamen teslim olmuş burjuva medyasının çok tirajlı gazetelerinde röportajlar yaptırarak; direnmeyi seçmiş devrimcileri ve emekçi kitleleri umutsuzluğa sevketmeye, onların morallerini bozmaya çalışıyordu. Devir, görünürde, faşizme teslim olmuş Şahin Dönmezlerin, Şemsi Özkanların resmi devlet televizyonlarında boy gösterip başta kendi örgütleri olmak üzere devrimci parti ve örgütlere iftira ve suçlamalar yaptıkları itirafçılık devri idi. Ancak bu görünürde pişmanlık, itirafçılık ve teslimiyet tablosu sadece faşizmin propaganda mekanizmalarının dev ekranlarla büyüttükleri cüce bir gerçeğin görüntüsünden başka bir şey değildi. Komünistler ve devrimciler o karanlık yıllarda her yerde yiğitçe direndiler, mücadele bayrağını elden düşürmediler.
O dönemde TKEP’e bağlı Kürdistan Özerk Örgütü olarak Kürdistan’da faaliyet yürüten partimiz faşizme karşı AKTİF SAVUNMA taktiği temelinde çetin bir mücadele yürüttü. Ağır koşulların doğal ayıklama yoluyla mücadele saflarından bir kenara attığı çürük unsurlardan arınan parti örgütlerimiz bulundukları alanlarda tutunmayı, reorganize olmayı ve faşizmin saldırılarına karşı sadece direnmekle yetinmeyip, fırsat buldukça saldırarak cevap vermeyi başardılar. Bu nedenle ağır kayıplara uğradılar. Ama mücadeleden kaçmak ya da savaşmadan teslim olmak yerine savaşmayı tercih eden partimizin ağır kayıpları partiyi yok etmek şurda dursun daha fazla çelişkleştirmek, koşullara uygun biçimde mücadelenin sürekliliğini sağlamak için yeni yollar bulmak, hatalarından ders çıkarmak türünden olumlu sonuçlar doğurdu. Sinerek, kaçarak, mücadeleyi tatil ederek faşizmin hışmından kaçınabileceklerini sananlar, yanıldıklarını acı tecrübelerle gördüler. Elde silah direnme yolunu tutanların verdikleri kayıplar, teslim bayrağını çeken ya da kaçmaya çalışanlardan daima daha az oldu. Mücadeleyi sürdürmeyi tercih edenler yalnızca az kayıp vermekle kalmadılar; düşmana kayıplar verdirmeyi de başardılar. Düşman tüm aksi propagandalarına rağmen devrimcileri teslim almayı başaramadı. En başta bu noktada kaybetti. Faşist cuntanın başındaki generaller ve bunların emir – komuta hiyerarşisi altındaki Türk ordusunun subayları, polis şefleri baskın basanındır hesabıyla yaptıkları şok saldırıların devrimci hareketin ”kökünü kazıyacağı”, ellerine geçen tutsakların derhal onlara teslim olacakları ve biat edecekleri umudundaydılar. Umdukları olmadı. Bu, onları daha saldırgan, daha hunhar, daha azgın hale getirdi.
KKP’nin selefi Kürdistan Özerk Örgütü militanları bu şiddetli saldırılar döneminde Adıyaman dağlarında şanlı bir mücadele yürüttüler. Bir çok yoldaş düşmanla çatışarak esir düştü. Bazı yoldaşlarımız işkencehanelerde yapılan işkenceler altında yaşamını yitirdi. Onlarca yoldaşımız yakalandı ve ağır hapis cezalarıyla cezalandırıldılar. Ama bütün bunlar KKP’nin Adıyaman’daki mücadelesini asla kesintiye uğratmadı. Her darbeden sonra parti il teşkilatı yeniden organize edildi. Adıyaman il örgütü KKP 1’inci ve 2’inci kongrelerine delege gönderdi; kongrelerde temsil edildi. 1986 polis darbesine kadar böyle gelindi. 1986 polis darbesinde bir kez daha ağır yara alan parti il teşkilatı kendini yine toparlamayı başardı. 1990’da yapılan 3’üncü kongreye delegeleriyle katılım sağladı… Ve bu, böylece devam etti…
Partimizin Adıyaman ilindeki mücadelesinin zorlu bir döneminin o zamanki yeraltı gazetesine yansıyan bir kesitini okuyucularımıza sunuyoruz.
***
ADIYAMAN’DA FAŞİST CUNTA EMEKÇİ HALKIN DEVRİMCİ MÜCADELESİNİ DURDURAMIYOR…
Faşist cunta, Türkiye Kürdistanı’nda sınıfsal ve ulusal kinini kusmaya devam ediyor. Kusulan bu kinin emekçi yığınlar üzerindeki somut etkileri baskı, zulüm, işkence, sefalet ve açlıktır.
Faşizm Kürdistan’da kan içiyor. Her gün ”çatışma çıktı” bahanesiyle bir kaç komünist, ya da devrimci hunharca katledilmektedir.
Baskı ve operasyonlar sonucu yakalanan, faşizme esir düşen onbinlerce komünist ve ilerici, karakollarda, cezaevlerinde en aşağılık ve iğrenç yöntemlerle işkence görüyorlar. Faşizmle, ölümle boğuşuyorlar. İşkenceler, Evren faşistinin tüm demagojik yalanlarına rağmen, sürüyor. İşkenceler bir kaç kendini bilmez sorgulamacının yaptığı ufak tefek hatalar değildir. Tersine, bizzat askeri yönetimin bilgisi ve yönlendiriciliği altında yapılmaktadır.
İşkence yapmak, bugünkü faşist yönetimin gayri resmi, ama temel politikasıdır.
Üstelik, bütün bunlar ”demokrasiyi kurtarmak” adına yapılıyor. ”Demokrasiyi kurtarmak” için, insanlar katlediliyor, kitle halinde tutuklanıyor ve işkenceden geçiriliyor.
”Demokrasiyi kurtarmak” için, demokrasinin en temel unsurları olan, kitle örgütleri, dernekler, sendikalar, kooperatifler ve siyasi partiler kapatılıyor. ”Demokrasiyi kurtarmak” için, en temel insan hakları ayaklar altına alınıyor. ”Demokrasiyi kurtarmak” için, kapitalizmin bunalımının yükü işçi ve emekçilere yükleniyor. ”Demokrasiyi kurtarmak” için, ülkemizin zenginlikleri emperyalistlere ve onların işbirlikçileri tekelcilere peşkeş çekiliyor…
Komünistleri, devrimcileri ”vatan hainliği” ile suçlayıp, gözden düşürmeye çalışan faşist cuntanın, demokrasinin baş düşmanı olduğu açıktır.
Şimdi soruyoruz emekçi yığınlara:
KİMDİR VATAN HAİNİ?… Kimdir terörist?… İşçi ve emekçi yığınların çıkarları, toplumsal kurtuluşları için mücadele eden ve bu uğurda olmadık baskıları, ölümü göze alan devrimciler mi? Yoksa faşist cunta mı? Terörist ve vatan haini olan, Evren alçağı ve Milli Güvenlik Konseyi’dir.
Türkiye Kürdistanı’nda faşist baskıların en yoğun olduğu illerimizden biri de Adıyaman’dır. Cuntanın Adıyaman üzerinde ciddiyetle durmasının nedenleri vardır.
Çünkü, devrimci hareket bu yörede işçi ve emekçi yığınlarla güçlü bağlar kurmuş, onların içinde kök salarak kaynaşmıştır. Faşizmin karşısında halk kitlelerini temsil eden bir alternatif durumundadır.
12 Eylül’den sonra bir çok örgüt çökertilmiş, pek çok yerde devrimci mücadele kesintiye uğramıştır. Ancak faşizm Adıyaman’da bunu başaramamıştır. Yapılan tüm baskı ve operasyonlara rağmen, devrimci hareket çökertilememiş ve yığınlardan soyutlanamamıştır. Dahası: halkın önderi durumundaki aranan komünistler yakalanamamıştır. Onlar bugün de emekçi halk yığınlarının önünde ve faşizme karşı mücadele görevlerinin başındadırlar. Faşizmin yüreğine (özellikle, faşizmin Adıyaman’daki azgın iti, komando tabur komutanı Yüzbaşı İlyas’ın yüreğine) korku salıyorlar.
Faşizmin Adıyaman’da devrimci hareketi çözmek için bunca çaba sarfetmesinin nedenlerinin başında devrimci mücadeleyi komünistlerin yönlendirmesi gelmektedir. Öte yandan, Türkiye’nin dört bir yanında örgütler çökertilirken Adıyaman’da bunun başarılamaması faşizmin yöredeki temsilcilerini çılgına çeviriyor. Faşizm bunu bir prestij sorunu yaptı.
Faşizmin Adıyaman’daki bekçi köpekleri korkuyorlar. Komando yüzbaşı İlyas, köy baskınları sırasında bu korkusunu açıkça şu biçimde dile getiriyordu: ”Karlar kalkmadan bu adamları yakalayıp analarını belleyebildiysem belledim; yoksa ondan sonra bizim ve devletin anasını onlar bellerler.”
Böylece aslında tüm baskı ve operasyonların altında yatan gerçek ortaya çıkıyor: KORKU!.. Ama korkunun ecele faydası yoktur.
İşte Adıyaman’da baskıların daha da katmerli olmasının sebepleri bunlardır. Bu nedenle şehirde ve köylerde baskınlar devam etmektedir. Köylere seyyar karakollar kurulmaktadır. Geceleri ”anarşistlere karşı” köylülere zorla nöbet tutturulmaya çalışılmaktadır. Aralıksız olarak devam eden köy baskınları sırasında, halka yat – kalk talimi yaptırılmakta, onur ve haysiyetleri ayaklar altına alınmaktadır.
Şehir merkezinde komünistlerle, devrimcilerle selamı olanlar dahi gözaltına alınıp aylarca işkence görmektedir. İşkencelerde bugüne kadar 10’a yakın devrimci ve demokrat hayatını kaybetmiştir.
Bunun en yakın örneği, kamuoyundan saklanamayan, Besni Devlet Hastahanesi Diş Doktoru ABDULLAH PEKSOYLU’nun işkencede katledilmesi olayıdır. Aynı şekilde, buna müdahale eden ve bu zorbalığa tahammül edemeyen 2 devrimci ER de öldürülmüştür.
Ama faşizmin bütün bu baskıları sonuçsuz kalmış, hedeflerine ulaşamamış ve ulaşamayacaktır da… Kullandığı silahların çoğu, ters tepmiş, hatta emekçi halkın faşizme karşı bilenmesine yol açmıştır. Yapılan bütün bu baskılar, Adıyaman halkını ”YETER!” deme noktasına getirmiştir. Ve kadını, erkeği, yaşlısı, genciyle Adıyaman halkı faşizme karşı duyduğu öfkeyi somut tavırlarla açığa vurmaktadır.
Bu hareketlerde KADINLAR özellikle aktif bir rol oynamışlardır. BESNİ ve GÖLBAŞI’nin çeşitli köylerine yapılan baskınlar sırasında, devlet güçlerine karşı inatla direnmişlerdir.
Köylere sürekli baskın ve operasyonlar, köy halkına insanlık dışı uygulamalar, küfür ve hakaretler köylüleri en sonunda çileden çıkarmıştır. Köylüler faşist yönetimin bu baskılarına direnmek ve karşı koymaktan başka yol olmadığını görmüşlerdir. Özellikle baskınlarda erkeklere yapılan işkence ve hakaretler, kadınları harekete geçirmiştir. Ve ”Ya gözlerimizin önünde kocalarımıza, çocuklarımıza, kardeşlerimize yapılan işkencelere son verdireceğiz; ya da bizim canımız onlarınkinden tatlı değil; onlara yapılanı biz de göze almalıyız. Kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktur. Onurumuzla oynanmasına müsaade etmeyeceğiz!” diyerek faşist teröre karşı çıkmışlardır.
MART başında, yüzbaşı, yanında bir komando birliğiyle her zamanki gibi … köyünü basar. Baskının amacına köylüler alışkındır: ”Arananları ve silahları teslim edeceksiniz!..” Bir yıldır köylülerden istenen budur. Yüzbaşı, isteklerini köylülere dayatmak ve yat – kalk talimi yaptırmak için askerlere köydeki erkekleri toplattırır. Askerler köyün erkeklerini yarım yamalak toplamışken, askerin biri direnen bir genci döver. Bunun üzerine köyün kadınları yüzbaşıya ve askerlere saldırırlar. Askerleri taş ve sopayla kovalarlar. Hep birden, ”KAHROLSUN FAŞİZM, KÖPEK İLYAS DEFOL!” diye bağırırlar.
Bu direnişin karşısında şaşkına dönen yüzbaşı İlyas, tabansızlığını ortaya koyarak, elindeki megafonla erlere, ”toplanın, canımızı kurtarmak için kaçalım” çağrısında bulunur. Kadınlar yüzbaşıyı ve askerleri köyün dışına kadar kovalarlar.
Bunun benzeri bir direniş de … köyünde gerçekleşir. Burada da kadınlar ve çocuklar yüzbaşının ve askerlerin üzerine ”Kahrolsun faşizm!”, ”Köpek İlyas, seni geberteceğiz!”, diye haykırarak saldırırlar. Yizbaşı çareyi, sürekli siren çalarak Gölbaşı’na kaçmakta bulur.
Faşist baskılara karşı bu tür direnişler Adıyamanın diğer yörelerinde ve köylerinde yaygınlaşmaktadır. Bu direnişlerin yarattığı kamuoyu ve etki alanı dardır. Tüm Türkiye’de duyulmuyor. Ama, etki alanları dar da olsa, emekçi halkın taşıdığı anti – faşist direnme ve mücadele ruhunu ifade etmektedirler.
12 Mart’ları da yaşamış olan Adıyaman’da kanlı bıçaklı olanlar, artık, o zamanki gibi dar bir önderler kadrosu değildir. Faşizmle arasında kanlı bir uçurum açılmış olan, bütün bir emekçiler topluluğudur. Bu emekçiler topluluğu, faşizmin döktüğü kanların hesabını sormak üzere, mücadeleye atılıyor. Faşizmin üstüne üstüne yürüyor.
Faşist cunta saldırılarının Adıyaman emekçilerini teslim alamayışının ve mücadeleyi kıramayışının iki nedeni vardır:
Bunlardan birincisi: Emekçiler, faşizmin bütün yalanlarına karşılık, asıl ”terörist”in, halk düşmanının , huzur bozucunun kim olduğunu, bizzat askeri ve sivil yöneticilerin tutumlarında açıkça görüyorlar. Özellikle de, sıkıyönetim komutanı ve yüzbaşı İlyas’ın şahsında, faşist cuntanın, zorba, halk düşmanı ve hayasız, terbiyesiz, yalancı yüzünü çok açıkça görmüştür. Adıyaman’da yüzbaşı İlyas’tan nefret etmeyen bir tek namuslu insan bulamazsınız. Emekçiler faşist cuntaya karşı bizzat bunlar tarafından kinlendirilmiş ve tavra sokulmuştur…
İkincisi: seneler süren bir örgütlenme ve mücadele neticesinde, bugün emekçi halk, komünistlerin önderliğinde, halkla bütünleşmiş, onların bağrından doğmuş ve kolay çözülmeyecek bir devrimci alternatife, güvendikleri bir örgüte sahiptirler. Bu devrimci örgütlenme, 12 Eylül’den sonra da, emekçileri yüzüstü bırakıp geri çekilmemiş, her çalışmasıyla kitlelere şu anlayışı iletmiştir: ”Faşizme karşı mücadele daha bitmedi, yeni başlıyor. Askeri cunta ne kadar çaba sarf etse de, biz örgütlü mücadelemizi bu topraklarda, bu dağlarda sürdürüyoruz!..”
Komünistler bu anlayışla, askeri baskıya karşı illegal tedbirlerini aldılar. Halk arasında anti – faşist propaganda faaliyetini, yayın ve bildiri dağıtımını yeni şartlara göre örgütlediler, örgütlenme faaliyetini durdurmadılar. Yüzbaşı İlyas’ın karlar kalkmadan ”analarını belleme” (bu tabir yüzbaşınındır) hevesi kursağında kaldı.
Kısacası, Adıyaman emekçileri, televizyondaki bütün karalama kampanyasına rağmen, devrimci örgütüne güveniyor, mücadele kararlılığına inanıyor. Onun önderliğinde, faşizme karşı tavır almaktan çekinmiyor.
Nitekim bu durum, Besni halkına kan kusturan faşist polis gücünün bir ekip otosunun taranması olayında da görüldü. Bu anti – faşist silahlı eylem halk kitlelerine büyük bir moral güç kazandırdı. Onların tam desteğini kazandı. Faşist yönetimin ise biçareliğini gösterdi. Çünkü askeri yönetim, bu eylemden sonra azgınca kaza ve köylerde operasyonlara girişti. Kadın ve çocuklar da dahil bin kadar insanı topladı içeri tıktı. Ama halkın gözünü korkutamadı. Tersi oldu. Bundan başka, eylemi gerçekleştiren komünistleri bulamayan sıkıyönetim, eylemden bir ay sonra, sanki iz üstünde imiş intibaını yaratmak için, Adıyaman’da liste başı aranan dört devrimci önderin ismini kamuoyuna duyurdu. Bunlar, eylemle doğrudan ilgili olduğu için değil; ”bir şeyler yapıyorum, iz üstündeyim” görünümü verebilmek içindir. Bu da faşizmin aczini ortaya koydu.
Bütün bunlar, faşizmin suratına inen bir şamar olduğu kadar, halk kitlelerinde var olan direnme ve mücadele ruhunu görmezden gelerek ”Türkiye devrimci hareketi yenilmiştir, geri çekilmek gerekir” diyen mücadele kaçkınlarının da suratına inen birer şamardır.
Yenilen ve biten, işçi ve emekçilerin devrimci mücadelesi değildir. Bu mücadele ölüm – kalım mücadelesidir. Emekçi yığınların ekmeğini kazanma mücadelesidir. İhanet eden mücadele kaçkınları bu mücadeleyi yürütmeyip bir yerlere kaçabilirler. Ama işçi ve emekçilerin kaçabilecek bir yerleri yoktur. Faşizme karşı direnmek, mücadeleyi yükseltmek ve nihayet faşizmi alt etmekten başka seçenekleri yoktur.
KAHROLSUN FAŞİZM!..
YAŞASIN ÖZGÜR VE DEMOKRATİK KÜRDİSTAN!..
Adıyaman’dan Bir Grup Birlik Yolu Okuru