Çarşamba , Nisan 24 2024
Home / Parti Yaşamı / PKK HADİSESİ, SÜREN SAVAŞ VE GÖREVLER – A. CÊLÎKAN GEÇMİŞTEN GELECEĞE KKP /Parti Arşivinden

PKK HADİSESİ, SÜREN SAVAŞ VE GÖREVLER – A. CÊLÎKAN GEÇMİŞTEN GELECEĞE KKP /Parti Arşivinden

Dengê Kurdistan
[Bijî Kurdistan a Azad û Demokratik] KKP Merkez Yayın Organı
Sal: 9
Hejmar: 15
TİRMEH 1990

TC devletinin Kürdistan’da Kürt halkının varlığını inkar ve red ederek, ulusal haklarını çiğneyip yok sayarak on yıllarca uyguladığı zorla eritme, baskı ve ezme politikası 12 Eylül askeri faşist diktatörlüğü döneminde doruğuna ulaştı. Faşist diktatörlük Kürdistan’da terör, sindirme, işkence ve baskıyı sınırsızca uyguladı: Kürdistanı cehenneme çevirdi, Kürt halkının ulusal onurunu hayasızca çiğnedi. Kürt halkıyla TC devleti arasındaki uzlaşmaz çelişki daha çok keskinleşti, şiddetlendi ve uç noktasına ulaştı.

Faşizm işçi sınıfının, Türk ve Kürt halkının devrimci örgütlerinin mücadelelerini işkence ve terörle bastırdı; sömürü, soygun, talan ve vurgun politikasını azgınca yürüttü. Kitle hareketi geriletildi, örgütlenmeleri dağıtıldı, mücadeleyle elde edilen haklar zorla gasp edildi.

12 Eylül faşist diktatörlüğü devrimci hareketi yenilgiye uğrattı. Devrimci dalga düştü, ama hareket tamamen yok edilemedi, mücadele bitirilemedi. Çeşitli etkenlerin baskısı altında faşist diktatörlük geri çekilerek taktik değiştirdi; faşizm, onu örtüleyen kaba bir parlamentoyla devam etti.

Devrimci örgütlerin ve kitle hareketinin toparlanması, canlanması ve giderek militanlaşması; hareketin yükselmesi ağır ağır gelişti.

Kitle hareketinin henüz yükselmediği, faşizmin fazla geriletilemediği bir dönemde 15 – 16 Ağustos 1984 eylemleriyle PKK TC devletine karşı savaş açtı. Gerilla savaşını başlatan PKK 12 Eylül faşizminin yenilgisini en ağır biçimde yaşayan, 12 Eylül saldırısı karşısında en çok çözülen, zayıflayan, dağılan ve moral bozukluğu içine düşen ve eylemleri başlattığı zaman var olma – yok olma ikilemi içinde bulunan bir örgüt durumundaydı. O yüzden ilk başlarda hiç kimse bu çıkışı ciddiye almadı, çoğunluk bunu ”gelişme şansı olmayan, sadece PKK’nin içine düştüğü moral bozukluğu ve dağılma sürecini durdurmayı amaçlayan gel – geç bir hareketlenme” olarak değerlendirdi. Hareket ”bir tepki hareketi” idi, ”iradi zorlamayla” ortaya çıkmıştı ve ”yığın bağlarından yoksun”du; o yüzden ”gelişemez”di…

Gerçekten de PKK yığınlardan kopuk kadro eylemleriyle başladı. PKK, hiç bulunmadığı yerlere bile dışardan yolladığı kadrolarla dalış yaptı, ağır kayıplar verdi ama tutundu, giderek yığınların dolaylı, dolaysız desteğini kazandı, katılımların ve daha çok katılım taleplerinin artışını sağladı. İlk başlarda yapılan değerlendirmelerin gerçekçi olmadığı, ön yargılı ve subjektif olduğu anlaşıldı. Bu değerlendirmelerin yanlış olmasının nedeni değerlendirme yapanların çıkış noktasıdır. Buna göre: ”PKK yanlış yoldadır, çıkışı yetersiz ve zamansızdır, o halde başarıya ulaşamaz.”

Oysa politikada bir gerçek vardır: Başarı, tutulan yolun, izlenen çizginin doğruluğunu; başarısızlık ise yanlışlığını kanıtlamaz. Doğrular her zaman kazanır, yanlışlar hiç kazanmaz diye bir kural yoktur. Eğer bir hareket kendini üretecek, çoğaltacak koşulları bulmuş, bunu değerlendirerek bir atak yapmışsa pekala yığınlara mal olabilir, gelişebilir ve siyasal önderlik boşluğunu doldurarak, öncülüğü ele geçirerek iktidara bile erişebilir. Peru’da, Filipinler’de yıllardır Maocu gerillaların mücadeleleri yürüyebildi; Kamboçya’da Pol – Pot iktidar olabildi, vs…

PKK için silahlı bir çıkış 1984’te artık kaçınılmazdı, yoksa biterdi. Öte yandan PKK böylesi bir çıkış için gereken para, silah, donanım, lojistik desteklerine ve geri çekileceği üslere de kavuşmuştu. İran – Irak savaşı ve Ortadoğu’daki genel politik koşullar gereği PKK’yi desteklemeye hazır hükümetler ve elverişli ortam vardı. Geriye içerde halk desteği, hareketin içerde güçlendirilmesi kalıyordu ki bu bakımdan da elverişli bir psikolojik, sosyal ve siyasal ortam ülke içinde mevcuttu. TC devletinin izlediği siyaset de giderek PKK’yi güçlendirdi:

TC devleti PKK eylemlerini bahane ederek Kürt halkına karşı savaş açtı. PKK TC devletinin Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşta TC’ye karşı meşru ve haklı bir savaş yürüten bir ulusal kurtuluşçu güç konumuna geldi. Devlet uyguladığı politikalarla Kürt halkını ya kendi tarafını tutmaya ya da PKK’ye katılmaya zorladı. Savaş giderek Kürdistan’da tüm siyasal süreci etkilemeye, tüm kesimlerin günlük yaşamını sarmaya başladı.

Görüldüğü gibi bu savaş Kürt halkının kendisi tarafından başlatılmamış, onun dışında başlamış; giderek onu kendi girdabına çekmiştir. Artık politikada bu olguyu ve gerçeği hesaba katmadan adım atılamaz.

Kuşkusuz güncelliğe kapılmamak, müdahaleci olmak gerekir. Bunun için ise somut durum çok iyi tahlil edilmeli, olası gelişmeler önceden saptanabilmelidir. Kürdistan’da TC devletinin Kürt halkına karşı yürüttüğü savaş karşısında kim silaha sarılsa Kürt halkının sempati ve desteğini, güvenini ve saygısını kazanır. Bu doğaldır. PKK’nin yarattığı prestij ve otorite de bundandır. İşsizlik ve yoksulluktan beli bükülen, gelecek konusunda hiç bir umudu kalmayan, üstelik ırzı, namusu, canı faşist ve işgalci çete, milis ve askerlerce sürekli kıyılan Kürt halkı, genci, yaşlısı, kadını ve erkeğiyle bizzat burjuvazice direnmeye mecbur ve mahkum edilmekte, önünde başka bir yol bulunmamaktadır.

Kürdistan’da diğer parti ve örgütler bugünkü durumlarıyla böyle bir savaşı yürütemiyorlar. Yığınların direnişine baş çekmek, silahlı mücadele de dahil değişik mücadele biçimlerinin sentezini gerçekleştirerek mücadeleyi genel bir ulusal kurtuluş savaşına dönüştürmek için politik, örgütsel ve psikolojik bakımdan hazır bir siyasal önderlik ve güç yoktur. Buna rağmen savaş sürüyor.

Savaş Kürt sorununun artık herkesce kabul gördüğü ve sorunun nasıl çözüleceğinin düşünülüp tartışıldığı, Kuzey Kürdistan’da bir ulusal uyanış, bilinçlenme ve giderek direniş sürecinin ortaya çıktığı, ulusal kurtuluşa proleteryanın öncülük edebilmesinin nesnel koşullarının oluştuğu ve Kürt sorununun bölge çapında öne çıktığı koşullarda yani mücadelenin yeni bir evresi ve döneminde ortaya çıktı ve sürüyor. Giderek bu süreci etkileyip biçimlendiriyor.

Kuzey Kürdistan, Kürt sorununun en önemli düğüm noktası olmasına, belirleyici öneme sahip bulunmasına rağmen daha önceki dönemlerde (1920 – 30’lu yıllardaki isyanların ezilmesinden sonra) geri planda kalır, sesi duyulmazken bugün artık İran ve Irak Kürdistanlarındaki yenilgilerden sonra giderek Kürdistan genelindeki mücadelenin deyim yerindeyse başına geçmektedir. Bu, olağanüstü önemi olan bir olgudur, son derece devrimci bir gelişmedir ve güçlü potansiyeller taşımaktadır.

Öte yandan Kürdistan sorununun Ortadoğu’da kazandığı olağanüstü önem emperyalizmin de dikkatini, hesap ve oyunlarını buraya yöneltiyor.

Kürdistan’da emperyalizmin bölgedeki egemenliğini, kurulu dengeleri ve mevcut statükoyu bozabilecek bir gelişme ihtimalini yok etmek, Kürt ulusal hareketinin proleter devrimin yedeğine takılmasını önlemek, eğer bir hareket gelişecekse bunun, hiç kimsenin çıkarını zedelemeyeck türden bir politik çözüme ulaştırılmasına özen göstermek emperyalizmin politikasıdır.

Emperyalizm 20. YY boyunca gerçekleşen sosyal ve ulusal devrimlerin tecrübeleriyle davranıyor; gelişen devrim hareketlerini akamete uğratmak için artık eskisi gibi ipleri gerginleştirip, yarayı büsbütün büyütüp olayların çığırından ve kendi kontrolünden çıkmasını beklemiyor. İnsiyatif koyup, kısmi tavizler vererek kendi kontrolünde yerel politik güçleri destekleyip öne çıkararak olayların yine kendi yörüngesinde gelişmesini sağlamaya çalışıyor. Bunda zaman zaman başarılı da oluyor.

Şimdi aynı oyunu Kürdistan üzerinde oynamaya çalışıyor. Emperyalizm İran ve Irak Kürdistanlarında yenilgi, Türkiye Kürdistanı’nda ise ulusal uyanışın henüz yeni olması nedeniyle ulusal hareketin ve [her bir hareketin bulunduğu ülkelerdeki] proleterya hegemonyasının zayıf, [ve parçalardaki mücadelenin – s.e] birbirinden kopuk olduğu ve uluslararası düzeyde sosyalizmin savunmaya geçip iç sorunlarını çözmeye çalıştığı bir ortamda dizginleri yakalamaya çalışıyor.

Emperyalizm politik bir çözümü bölge egemen devletlerine, özellikle de Türkiye’ye empoze etmektedir. Bu çözüm öyle bir çözüm olmalıdır ki, Kürt halkı kimi aldatıcı ödünlerle kendi haklarına kavuştuğu izlenimine kapılsın, verilenleri nimet saysın ve egemen devletlere yeni bağlarla perçinlensin. Bugüne kadar yerel burjuvazinin egemen Türk burjuvazisiyle ittifakı (ve hatta entegrasyonu) Türkiye Kürdistanı’nı (diğer etkenlerle birlikte) Türkiye’ye bağlı tutmaya yetiyordu. Ama bu kez burjuvazi dışındaki sosyal sınıflar ortaya çıktı; özellikle küçük – burjuvazi öne geçti, giderek proleterya (önderlik rolüne soyunacak denli) olgunlaştı. Bu son olgu emperyalizm için tehlikelidir ve bu gelişme mutlaka engellenmelidir. Bunun için tek yol vardır: O da proleteryayı devre dışı tutmak, burjuvazinin hegemonyasını kurmak, küçük – burjuvaziyi yedeğine almak, en azından tarafsızlaştırmaktır. Yani müttefikleri genişletmek, hasım cepheyi ise daraltmak.

PKK hareketi işte böyle bir konjonktür ve dönemde ortaya çıktı. Emperyalizm ve Türkiye burjuvazisi bu gelişmeyi kendi kanallarına akıtmaya çalışıyorlar. Yeni yönelişler ve manevralar içine giriyorlar:

PKK’nin çıkışı TC devletine kendi güçlerini yeniden düzenleme, yaklaşımlarını yeniden ele alma, gelecekteki daha ciddi kalkışmalara karşı kendini hazırlama imkanı yarattı. TC devleti PKK bahanesiyle Kürdistan’da askeri varlığını pekiştirdi, Kürdistan’ı bir baştan bir başa asker, polis, özel tim, korucu ve muhbir ağıyla donattı, aşiretleri örgütlemeye girişti, ABD emperyalizminin Orta ve Güney Amerika’da gerilla hareketlerine karşı geliştirip işbirlikçi kuklalarına uygulattığı kontr – gerilla taktiklerini deneme sahasına soktu.

Kürdistan’da TC devletinin Kürt halkını sindirmek, susturmak, eriterek, korkutarak ya da katlederek yok etmek ya da Türkleştirmek şeklindeki geleneksel politikası iflas etmesine rağmen TC devleti bu politikayı uygulamaya devam ediyor. Zulüm ve imha politikası, terör yöntemi TC’nin esas taktiğidir. Bunu sonuna kadar götürecektir. TC devleti iç ayaklanmalarla sarsılıp, Kürdistan’ı gözden çıkartarak hiç olmazsa Türkiye kısmıyla yetinmek zorunda kalacağı bir duruma düşmeyinceye kadar (bir politik kriz, bir dış savaş da böyle bir sonuca yol açabilir) Kürdistan’ın TC devletinden kopmasına izin vermeyecek, gerekirse Kürt halkının büyük bir kısmını imha, Kürdistan’ı baştan başa harap etme pahasına kendi egemenliğini sürdürmeyi düşünecektir.

TC devleti bu asli politikasını uygularken zor ve şiddet dışında politik manevraları da gündemine alıyor. Yani sadece sopaya bel bağlamıyor; şerbeti de yedekte tutuyor. Ancak sunacağı afyonlu şerbeti sopayla kafasına vurularak iyice sersemletilmiş bir hale getirdikten sonra düşmanına sunmayı planlıyor.

PKK’nin silahlı mücadelesi Kürt halkının ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesini temsil etme, kapsama, onunla çakışma durumunda değildir. Önünde devrimci – demokratik haklı ve meşru talepler ve amaçlar vardır. Bunlar daha ziyade ulusal niteliktedir. Fakat bu talepler ve bunlar uğruna yürütülen mücadele proleteryanın sağlam çizgisine dayanmadığı için PKK’nin mücadelesi pusulasız ve rotasız bir geminin engin denize açılışına benzemektedir. Nereye sürükleneceği meçhuldür.

PKK bağımsız bir devlet kurmak için ayaklandı. Savaşçılar bu amaçla yiğitçe mücadele ediyor ve şehit düşüyor. Elbette ki verilen canlar, dökülen kanlar tamamen boşa gitmiyor, heba olmuyor; bedeli çok pahalı da olsa bir çok ey kazanılıyor. Ancak Kürdistan’ın kurtuluşunu gerçekleştirmek sadece savaşçıların kahramanlıklarıyla sağlanamaz. Kurtuluş, kahramanca mücadele kadar; doğru bir strateji, kurmaylık ve yönlendiriciliğe de bağlıdır. Bu ise ülke koşullarının doğru tahlilini gerektirir.

Bir Kürdistan cumhuriyeti ancak proleter devrimin ürünü olabilir. Proleter devrimin bir ürünü ve sonucu olmayan bir Kürdistan Cumhuriyeti bizim koşullarımızda olanaksızdır. Kürdistan’da tüm ulusu ulusal sorun etrafında birleştirerek bir ulusal bağımsızlık savaşı yürütülemez. Kürdistan’da ulusal bağımsızlık tüm ulusun ortak paydası değildir. Kürdistan burjuvazisi zaten böyle bir talebe sahip değil. Emekçilere gelince onlar için kapitalist sömürü ve zulümden kurtulmak; bu sömürünün bağımlılık koşullarında mı, bağımsızlık koşullarında mı, Türk burjuvalarıyla mı, Kürt burjuvalarıyla mı süreceğini saptamaktan daha önemlidir. Kürdistan devrimi, Türkiye devrim sürecinin bir parçasıdır, proleter devrimin kapsamındadır. Nesnel gerçek bu iken ulusal kurtuluş savaşı başlatmak sadece iradi, duygusal ve tepkiseldir. Kürdistan halkına kurtuluş getirmez. Kürdistan bağımsız bir ülke iken toprakları zorla işgal ve ilhak edilerek işgal rejimine tabi tutulan bir ülke ya da klasik türde bir koloni değildir. Böyle yerlerde merkezi devlet yıkılmadan da ulusal kurtuluş mümkündür. Ama Kürdistan’ın kurtuluşu, şimdiden öngörülemeyecek kimi ihtimaller dışında, TC devleti yıkılmadan imkansızdır. TC devletinin yıkılması ise her iki halkın birleşik mücadelesiyle mümkündür. Türkiye işçi sınıfından ayrı ve ondan kopuk, hatta Kürdistanda bile esas devindiricisi işçi sınıfı ve onun öncülüğündeki kentli sınıflar olmayan bir hareket sağlıklı değildir. Elbette ki bunun bir anlamı vardır, kapitalizmin önemli oranda geliştiği, modern sınıfların ortaya çıktığı bir ülkede Sri Lanka’nın Tamilleri, Kenya’nın Mau – Mauları gibi ilkel yöntemlerle savaşan, daha ziyade Pol Potçu Kızıl Khamerler’e ve Peru’nun Aydınlık Yol’cularına benzeyen bir örgütlenme önderliğinde Kürdistan’ın en geri kalmış yöreleri ve en geri kalmış sınıfları [yoksul köylüleri) sürece damgalarını vuruyorlarsa bu normal değildir ve olumlu değer ve kazanımlarının yanısıra bir dizi zararları da olacaktır. Kuşkusuz hareketin eninde sonunda normal ve sağlıklı çizgiye oturması kaçınılmazdır. Fakat iş oluruna bırakılamaz. Müdahale etmek gerekir. Bunu ancak komünistler yapabilir.

PKK hareketi yığınlarda oluşturduğu sempati ve desteğe rağmen hiç bir kayıt koymadan, gözü kapalı desteklenemez. Çünkü o eninde sonunda kendi savaşını yürütüyor. Bunu ulusal kurtuluş ve Kürt halkı adına yapıyor ama bu, durumu değiştirmiyor. Kürdistan’da düşmanın bizi çekmek istediği zeminde, esas kaynağı yığınların devrimci eylemine dayanmayan temeldeki bir mücadeleye yeşil ışık yakamayız. Ancak PKK’nin TC’yle yürüttüğü savaşta bizim de düşmanımız olan TC’ye karşı PKK’yle dayanışma içinde ve aynı saftayız. Yığın eylemlerinde, günlük kitle mücadelelerinde PKKlilerle güç ve eylem birliği içinde olacağız. PKK’nin ters savrulmaları, dengesizlik ve tutarsızlıkları, devrimci güçlere ve halka karşı yürüteceği mücadelelere ise hoş görü ve anlayış göstermeyeceğiz.

PKK’yi sadece askeri ve politik yönüyle değil aynı zamanda sosyolojik ve psikolojik bir olgu olarak da ele almak ve değerlendirmek gerekir. Kürdistan’da kapitalizmin yarattığı sosyal ve psikolojik yıkım hesaba katılmadan PKK çıkışı ve yükselişi anlaşılamaz.

PKK’nin makyavelizmi, pragmatizmi, değişken ve istikrarsız bir yapıya sahip olması, ideolojik bulanıklığı ve eklektizmi buradan kaynaklanıyor. PKK’nin, ısı değişikliklerini yansıtan, termometrik bir özelliği vardır. O yüzden PKK hareketi hem politik durumu yansıtan bir gösterge gibi değerlendirilebilir ve hem de her somut durumda yeniden ele alınmalıdır. Yine de belirgin değişmez özellikleri de bulunuyor.

PKK küçük burjuvazinin ve yoksul köylülüğün öfkesi ve tepkisidir. Herkese kızabilir. Yenilgi döneminde en uca, yılgınlık ve teslimiyete savrulabildiği gibi ümitsiz çıkışlara, fedakarca serüvenlere de atılabilir. Herkesten etkilenebilir ve uzlaşabilir, ama düşmana olduğu kadar dosta da silah çekebilir. İster KP, ister yurtsever bir örgüt olsun durum değişmez.

PKK, Kürt ulusal kurtuluş hareketinin öncülüğüne soyunmuştur, ne pahasına olursa olsun öncülüğü ele geçirmek, hegemonyasını tesis etmek istiyor. İlk amacı otorite olmak; kendini devlet gibi kabul ettirmektir. Bunun için yığınların ona itaatini sağlamaya çalışıyor. Devlet gibi davranıyor: Ordu kuruyor, mahkeme kuruyor, kanun ve kararname çıkarıyor, yargılama ve cezalandırma yapıyor (zorunlu askerlik, vergi toplama, sürgün cezası vb.). Bütün bunları halk üzerinde saygı, itaat, korku ve otorite yaratmak için yapıyor. TC devletini kopya ediyor, ondan öğrendiklerini uyguluyor. Zor onun en etkili yöntemidir, sadece yöntemi değil ruhu ve mayasıdır. Zora tapıyor, zorun her şeye kadir olduğuna inanıyor. Kendi iç işleyişinde, halkla ilişkilerinde, politik eylemlerinde hep zora baş vuruyor. Böylece güçlü olduğunu göstermek istiyor. Bu arada propaganda ve ajitasyonunda siyasal gerçeklerin açıklanması temelinde değil, kendi savaşının başarıları temelinde sık sık şişirme, abartma ve yalan haberlere, hayali senaryolara, hatta efsanelere, demagojiye baş vurarak bu imajı sürekli besliyor. Sonuçta bir kısım insanı güç gösterisiyle etkiliyor, sempati ve güvenlerini kazanıyor, cezbediyor; bir kısım insanı da korku ve dehşetle bir süre için tarafına kazanıyor, tarafsızlaştırıyor ya da karşı safa itiyor. Herkesi bir tarafı tutmaya zorluyor. Karşısındakileri tehdit ediyor, yanına çekmek için zor uyguluyor ama yanındakilere de (yanında tutmak için) sürekli silahın ucunu gösteriyor.

Zor ve şiddet PKK’nin varlık ve hayat kaynağıdır. PKK, hareketin sürekliliğini sağlamak, kendini yeniden üretmek ve çoğaltmak için zora baş vurur. Bunsuz yapamaz. Dolayısıyla PKK silahlı mücadeleyi sonuna kadar yürütmek zorundadır. Bu son neresidir?

Somut, elle tutulur bir sonuç ve başarı kazanmalıı, kendini bir güç olarak kabul ettirmelidir. Ama bu başarıyı başkaları kapıp sahiplenmemeli, kendine mal etmemelidir. Böyle bir durumda o, yoluna devam edecektir.

Hareketin sürekliliğini, kendini yeniden üreterek, eylemin çapını genişleterek, sürekli hareket halinde olarak sağlayabilir. Hareket berekettir. Hareketin yönü, hedefi önemli değildir. Eylemleri öncelikle yığınları buyruğuna alacak tarzda düzenlenir. Bu yüzden de geniş kesimleri etkileyen tarzda davranır. Bir yörede etkili olmak istiyorsa önce kendisine bir rakip bulur. Bu rakip yerine göre egemen TC devleti de olabilir, onun işbirlikçi ve piyonları olan aşiret ağaları, köy korucuları da olabilir, hatta yerine göre devrimci bir grup ve örgüt de olabilir. Önünde kim varsa ona takılır. TC devletiyle savaşında da düşmanla savaşırken onun aslından ziyade gölgesi ve uzantılarıyla uğraşır. Kısacası tipik bir milliyetçi harekettir.

Böyle bir hareketin proleter ve komünist hareketin önüne geçmesi, kontrol dışına çıkması tehlikelidir. Devrimci komünist güçler Kürdistan’da önderlik boşluğunu doldurmak zorundadırlar; PKK’yi daha sağlıklı bir rotaya ancak bu çekebilir.

PKK’nin gerilla savaşı Kürt halkında var olan silahlı mücadele potansiyelini ortaya çıkardı. Olayın bu yönünün dikkate alınması gerekiyor. PKK’nin gerilla mücadelesinden öğrenilebilecek, yararlanılabilecek çok şey vardır. TC devletinin belirli bir kitle desteğine ve dış desteğe sahip bir gerilla hareketiyle baş edemediği, onu yenilgiye uğratamadığı görülüyor. Bu, öğreticidir.

Komünistlerin Kürdistan’da kitle hareketlerini tamamlayan, daha ziyade kentlerde yürütülecek bir silahlı mücadele halkasını yakalaması gerekiyor.

Bize rağmen bizim dışımızdaki nedenlerle ortaya çıkan savaş bizi de etkiliyor ve girdabına çekiyor. Biz, halkımız, TC devletinin hasmı, düşmanı durumundayız. Bize yapılan saldırılara çaresizce boyun eğemeyiz, savaşmak zorundayız. Ama düşmanın bize dayattığı yol ve araçlarla değil; kendi yöntemlerimizle savaşacağız.

Bütün örgütlenmemizde ve mücadelelerimizde işgal ve savaş koşullarında olduğumuzu, olağanüstü şartlar altında olduğumuzu unutmamalıyız. Yasadışı eylem ve örgütlenme, yeraltı örgütlenmesi esastır.

Yeraltı örgütlenmesi, yer altında direniş hareketinin örülmesi ve KİTLESEL MÜCADELENİN YÜKSELTİLMESİ günün temel görevidir. Bu direnişin içinde yer tutacaktır. Halkın genel silahlı mücadelesine, halk ayaklanmasına dönüşecek olan bugünkü mücadele ancak DİRENİŞ HAREKETİ olabilir.

Bölüme ait diğer yazılardan!

KÜRDİSTAN HAKLARINA! NEWROZ PÎROZ BE!

Kürdistan Halklarına! NEWROZ PÎROZ BE! Dünyanın değişik bölgelerinde Emperyalist güçler arası hegemonya savaşı, Dünyanın zenginliklerine …