_________________________________________________________________________
birlik yolu
BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ BİRLEŞİN!..
_______________________________________________________________________
Sayı: 17
Kasım
1981
_________________________________________________________________________
DEVLET SENDİKACILIĞINA KARŞI MÜCADELE İŞÇİ SINIFININ GÖREVİDİR
Faşist cunta; iktidara el koyduğundan bu yana emekçi kitleleri pasifize etme ya da mücadelelerini sınırlarını kendisinin belirlediği zararsız ve denetlenebilir bir çerçeveye haps etme gayretlerini aralıksız sürdürmektedir. Daha darbenin ilk anında işçi sınıfının ekonomik ve siyasi tüm örgütlenmeleri fiilen işlemez hale getirildi. Yeni koşulların yol açtığı örgütsüzlük durumunu iyice pekiştirmek için öne çıkmış mücadeleci unsurlar ve devrimci kadroların büyük çoğunluğu ya tutuklandı ya da yasa dışı konuma itildi.
Cunta, işçi sınıfını örgütsüz ve başsız bırakma gayretlerinde bir ölçüde başarılı oldu. Bir seneyi aşkındır sendikal örgütlenmenin ve faaliyetlerin bütünüyle felç edilmesiyle belirlenen fiili durum sürüyor. Fakat cuntacılar denetlenemeyen başka çıkış yolları ve kanalların, bugünkü fiili durum devam ettirildiği taktirde, mutlaka bulunacağının farkındalar. Bu nedenle, işçi sınıfını tam anlamıyla denetim altına almak için, artık, zararsızlığını(!) sağlayacakları, kesin sınırları kendileri tarafından çizilmiş bir sendikal örgütlenmeye geçişi planlıyorlar. Bu plan, işçi sınıfının dünyada faşizmi yaşadığı, gördüğü tüm ülkelerde uygulanmaya çalışılmış olan ”Devlet Sendikacılığı” özlemlerinin bir ifadesi. Fiilen TEK SENDİKA sonucuna yol açacak, örgütlenen kesimler üzerinde tam bir kontrol sağlamayı amaçlayan bu plan; örgütsüzlüğü teşvik etmeyi ve ekonomik mücadeleyle siyasi mücadele arasındaki bağları koparmayı da hedefliyor.
İŞÇİ SINIFI BU OYUNA KAPILMAMIŞTIR
Faşist diktanın bu planlarında bir noktaya kadar başarılı olabildiğini belirttik. Çünkü, faşist diktanın politikalarının işçi sınıfı içinde tamamen vücut bulduğunu söylemek mümkün değil:
Birinci olarak; işçi sınıfı, demagoji ve şaşırtmalara kanmamış ve cuntanın ”tarafsızlık” maskesini tekellerle kendisi arasındaki dolaysız ilişkiyi gizlemek için takındığını peşinen sezmiştir. Abartmadan, işçi sınıfının tamamına yakın kesiminin en azından sezgisel olarak cuntayı kendisine düşman olarak gördüğünü söyleyebiliriz.
İkinci olarak; işçi sınıfının ekonomik mücadelesi tamamen sindirilememiştir. Şu veya bu tip eylemler ve çıkışlarla da olsa işçiler, işyerlerinde gittikçe artan bir hareketliliğin adımlarını atmaktadırlar.
Üçüncü olarak da kimilerinin söylediği gibi Türk – İş’e bir akın olmamış ve ”faaliyetten men edilen” DİSK’e bağlı sendikalardan işçilerin istifası ve çekilmesi sağlanamamıştır. Darbeden bu yana bir seneyi aşkın bir süre geçti. Bu süre içinde cuntanın ve işverenlerin açık baskılarına rağmen atılan geri adımlar kısmidir ve hala yüzbinlerce işçi DİSK saflarını resmen terk etmemiştir.
Bütün bunlar cuntanın işçi sınıfına yönelik planlarının tamamen başarılı olmadığının ve boşa çıkarılabileceğinin açık göstergelerdir. Şunu da belirtmek gerekir ki Türkiye’deki tekelci kapitalist sistemin bunalımın girdabında kıvrandığı ve cuntanın bütün emekçi yığınlardan ”hep al”dığı bir dönemde faşizmin işçi sınıfının en azından geri kesimleri arasında bile taban tutturmasının olanağı yoktur. Bu nedenle önümüzdeki günler, cuntanın hedeflerine daha çok yaklaşacağı günler değil, tersine dayanılmaz hal alan yaşam ve çalışma koşullarına karşı işçilerin mücadelesinin yükseleceği günler olacaktır.
İLERİ MEVZİLERİ VE KAZANIMLARI SAVUNMADAN TERK ETMEK ARTÇILIKTIR
İşçi sınıfı üzerinde oynanan oyunların bozulması ve mevzilerinden çok daha geri noktalara püskürtülmesinin engellenmesi asıl olarak işçilerin kendi mücadelelerine bağlıysa da; içi sınıfına yol göstermek, mücadelesinin yükseleceği zemini hazırlamak ve örgütlenmesine yardımcı olmak da ”işçi sınıfının öncüsü” olduğunu ileri sürenlerin vazgeçilmez görevidir. Öncüler yığın hareketlerinin kabarma döneminde nasıl yığınların önünde olmak zorundaysa, gericiliğin saldırısı döneminde de savunma hattının en önünde olmalı ve harcanan bütün çabalara rağmen onları belirli mevzilerde tutmanın olanaksızlığı ortadaysa, yığınlardan sonra geri çekilmelidirler. Öncülük bunu gerektirir.
Bu açıdan Türkiye devrimci hareketine baktığımızda durumun pek iç açıcı olduğunu söylemek mümkün değil. Dünün sayıları iki elin parmaklarını kat kat aşan siyasi gruplarının işçi sınıfının mücadelesine yönelik politikalarına ve bu politikaları hayata geçirme uğraşlarına şu sıralar rastlamak pek mümkün değil. Elbette bunda baş etken faşizmin azgın terörü ve devrimci hareketin verdiği kayıplardır. Ama durum sadece buna bağlanamaz. Çünkü komünist bir hareket olarak var olabilmek işçi sınıfının mücadelesine gösterilen ilgiye ve bu uğurda aktif politikaya bağlıyken ”önemli darbe yemedik”leriyle övünen kimi hareketlerin bile bu noktada politikasız olduklarını ya da kendiliğindenci politikaların akıntısında kulaç attıklarını görüyoruz.
Örneğin KURTULUŞ, askeri faşist diktatörlüğü yanlış kavramanın yanı sıra (Türkiye’de TKP ve KURTULUŞ dışında bugünkü yönetimi ”faşist” olarak nitelemeyen hemen hemen kimse yok) işçi sınıfı mücadelesi için hemen hiç bir şey önermemektedir. ”Varlığını garantileme” politikasının gereği olarak ”propaganda ve ajitasyonun sınırlandırılması” ilkesini benimseyen KURTULUŞ’un başka bir tutum alması ve sınırsız propaganda – ajitasyon gerektiren işçi sınıfının sınıf hareketinin örgütlenmesi sorununa eğilmesi beklenemez.
İŞÇİNİN SESİ (TKP Leninciler Kanadı) bu konuda muğlak ve ”utangaç” bir politika izlemektedir. İleri mevzileri ve kazanımları savunmak için çaba sarfetmeksizin bir yandan ”yığınların eğiliminin öyle olduğu” ileri sürülerek ”Türk – İş alternatifi” önerilmekte ama yine de, ”temkini elden bırakmamak” endişesinden olacak, bekleyiş tavrı seçilerek işçi kitleleri açıktan Türk – İş’e yönlendirilmektedir:
”… komünistler gerçekçi olmak zorundadırlar. Tutum belirlerken isteklerden değil, var olan durumdan hareket etmelidirler. Bu gün örgütsüz kalan geniş bir işçi kesimi, özellikle sınıfın geri kesimleri TÜRK – İŞ’e üye olmaktadır. (…) Bu gün yapılması gereken sendikal konuda işçi yığınlarının eğilimine kulak vermek, yığından kopmamaktır. Tersi bir tutum, ileri işçileri işçi yığınından soyutlayacak ve kırdıracaktır. (…) Komünistler bu dönemde TÜRK – İŞ içinde çalışmaya özel bir önem vermelidirler. Öte yandan TÜRK – İŞ içinde çalışma sürdürecek ileri işçilerin bir iç örgütlenmesi olması gerekir ki, bu sendikanın geri ve feşistleştirilmeye çalışılan yapısı içinde erimesinler, onu anti – faşist devrim savaşımı yönünde değerlendirebilsinler.
Bu günkü ortamda illegal anti – faşist savaşım merkezleri bu görevi de üstlenmiştir. Bu merkezlerin dışında ayrı bir illegal sendikal örgütlenmeye gitmek güçleri bölecek, illegal sendikal çalışmayı geri bir düzeyle sınırlayacak, anti – faşist örgütlenmeleri de güçlü bir silahtan yoksun bırakacaktır.” (II. Konferans Kararları, s. 75 – 76)
FAŞİZMİN DAYATMALARI BOŞA ÇIKARILABİLİR
Partimiz ise daha darbenin ilk aylarından beri işçi sınıfına ”Mücadele” yolunu göstermekte ve bu mücadelenin faşizmin dayatmaları ve yasallığıyla sınırlı bir çerçeveyi temel almaması gerektiğini söylemektedir. Bu amaçla tüm devrimci siyasi akımları ve sendikal önderleri DEVRİMCİ SENDİKAL KONSEY’i oluşturmaya çağırmaktadır. Bu örgütlenmenin taban örgütleri olacak DEVRİMCİ İŞÇİ KOMİTELERİ’nin oluşturulması uğruna mücadelenin yükseltilmesini de temel görevlerden biri olarak belirlemiştir. Ve belirtmek gerekir ki Devrimci Sendikal Konsey politikası bir örgütlenme ve mücadele politikasıdır. İşçi sınıfının tek cephesinin, mücadele birliğinin sağlanabilmesi yolunda sınıf sendikacılığı hattıdır. Onun için sadece ”faaliyetten men edilmiş” sendikaların yerine önerilen bir örgütlenme politikası ve önerisi olarak görülemez. Devrimci Sendikal Konsey önerisi temel ve tek mücadele alanı olarak Türk – İş’i görmemekle birlikte Türk – İş içindeki mücadeleyi de göz ardı etmemektedir. Aksine Türk – İş içindeki çalışmanın örgütlü biçimde sürdürülmesi ve işçi sınıfının sendikal mücadelesinin Türk – İş’in yasal hiyerarşisine bağlı kalmaksızın devam ettirilmesinin güvencesi böyle bir örgütlenmedir.
İçine girdiğimiz dönem; bir yandan cuntanın sendikal örgütlenme ve iş yasalarına ait düzenlemeler yapacağı; diğer yandan bu dayatmaları geçersiz kılmayı mümkün kılacak olan işçi sınıfının mücadelesinin adım adım yükseleceği bir dönem olacaktır. Yeter ki öncü olduğunu söyleyenler işçi sınıfının geri kesimlerinin önyargılarına kapılmasın.