____________________________________________________________
Dengê Kurdîstan
BİJÎ KURDÎSTAN’A AZAD Û DEMOKRATÎK!..
____________________________________________________________
Hêjmara: 15 / Tirmeh 1990
___________________________________________________________________
KÜRT KADINI ULUSAL DİRENİŞTEKİ YERİNİ
ALIYOR!
delal güngörmüş
Ülkesi işgal edilerek parçalanan, ulusal bütünlüğü bozularak dağıtılan, yabancı bir gücün egemenliği altında olan her ülkedeki kadın, baskıyı, terörü ve zulmü çok daha acımasız, çok daha vahşi ve çok daha çıplak yaşar.
Bu tür ülkelerde kendisini daha açık bir şekilde gösteren ve günlük yaşamında hayatını cehenneme çeviren diğer bir baskı, ulusal çelişkiden kaynaklanan baskı türüdür. Bir ulusun varlığının yok sayılmasına, zorla eritilmesine dayanan bu çelişkiden, genelde o toplumun tüm emekçi kesitleri payını alır. Bu açıdan ezilen ulusun kadını ile erkeği arasında fark yoktur. Ama işin pratik yansımasında durum farklıdır. Herhangi bir savaşta cepheye giderek bir asker, bir gerilla veya bir peşmerge olarak savaşmak ile cephe gerisinde ve fakat işgal edilmiş her bir toprak parçasında, mahallesinde, sokağında yabancı askerin, jandarmanın, polisin, özel timin, ajan ve muhbir ağının kol gezdiği; insanların sorgusuz sualsız kurşuna dizildiği; öldürülenlerin cenazelerinin annelerine, babalarına verilmeyip gizlice derelere, çöplüklere, çukurlara topluca gömüldüğü; işkencenin sorgu odalarından da çıkıp köylere, kasabalara ve tek tek evlere kadar girdiği; insan haysiyet ve namusunun ayaklar altına alınarak kadınlara kızlara sözlü saldırı, sarkıntılık ve hatta tecavüz edildiği; kadınların eşleriyle yatıp yatmadıklarının muayeneyle tesbit edildiği; insanların evlerine, köylerine hapsedilerek ekonomik abluka altına alındığı, aç bırakıldığı, çocukların yiyeceklerine el konulup askerlere dağıtıldığı, halkın yerlerinden yurtlarından sökülerek atıldığı, sürgün edildiği bir yerde savaşmak arasında fark vardır. Genelde birincisi çok daha zormuş gibi gözükür. Gerçekte ise böyle değildir. Birincisinde örgütlü, silahlı ve hedefin bellidir. Ya ölürsün, ya da öldürürsün. Üstelik tek başınasın; yakana yapışmış savunmasız çoluk – çocuk, ihtiyar, hasta vb. derdin yoktur. İkincisinde ise çoluk – çocuğunla, ihtiyarın, hastanla birlikte evinde, mahallende çok yönlü ve çok dolaylı bir mücadelenin, bir kavganın, bir savaşın içindesin. Bu durumda bir de kadın olursan, kadın olarak bu koşullarda yaşarsan hayatın ne kadar acımasız, ne kadar zorlu olduğu ortaya çıkacaktır.
Genelde Kürdistan, özelde de Kuzey Kürdistan kadınının içinde yaşadığı koşullar budur.
Evet, bugün genelde Kürdistan, özelde de Kuzey Kürdistan kadınının içinde yaşadığı durum budur. Evet, 12 Eylül faşist rejimi tüm Türkiye halklarının üzerine çöktü. Bir karşı – devrim hareketi olan 12 Eylül faşizminin terörü ve baskısı, tüm halklar üzerinde esti. Tüm halkların dünyasını kararttı. Ama bu durum, Kuzey Kürdistan’da başka türlü ve başka yöntemlerle yaşandı, yaşanmaya devam ediyor. Kuzey Kürdistan’da devam eden bu ”kirli savaş”tan en çok etkilenen, en çok nasibini alan özellikle de kadınlar oldu. İşte, ”Güneydoğu’da ‘İntifada’ Provası”, ”Kürt İntifadası” ismiyle burjuva basına manşet olan, Kürt halkının SERHILDAN’ı bu koşullarda gelişti.
SERHILDAN VE KÜRT KADINI
Yaklaşık bir ay boyunca yayılarak süren, eylemliliğiyle kamuoyunun gündemini değiştirip, tüm dikkatleri Kuzey Kürdistan’a çeken Serhıldan’ın önemi ve ayırdedici özelliği, o’nun içinde aktif bir şekilde yer alan kadın unsurunun baskın olmasıdır. Güdümlü ve sansürlü burjuva basınında yüzlerle ifade edilen kadın kitlesinin çoluk çocuğuyla birlikte bu eylemler içinde yer alması; polisi taşlaması, zılgıt çekmesi, TC’nin iki yüzlü ve alçakça savaşına karşı öfkesini, nefretini haykırması, katledilen ulusal şehitlerine, çocuklarına sahip çıkması, erkeklerini bu eylemlere çekmeye çalışması ırkçı, şoven TC devletini, onun akıl hocalarını, strateji uzmanlarını, bekçi köpeklerini ürkütmüş, sarsmış ve kara kara düşündürmeye itmiştir.
21 Mart tarihli GÜNEŞ Gazetesi’nin, ”… Ayrılıkçı teröristler bölgedeki kimi gençleri kandırıp yanlarına almış olabilirler… Peki ya KADINLARI nasıl kandırdılar?
”O KADINLAR Kİ, Yeşilyurt Köyü’ndeki ‘dışkı yedirme’ iddiasında, Derebaşı Köyü’ndeki ‘öldürülen 9 teröristten 6’sının çocukları olduğu’ iddiasında bile, HİÇ SESLERİNİ ÇIKARTMAMIŞTI…
”Güneydoğu’daki olaylar artık ‘OLAĞAN’ DEĞİL… ‘OLAĞANÜSTÜ’ bir şeyler oluyor… Çünkü ortada KADINLAR VAR!..” (altını biz çizdik) yorumu, sıradan bir yorum değildir. Tersine, TC’nin has bekçilerinin akıl hocalarının genelinin düşüncesini dışa vuran bir yorumdur. Kuzey Kürdistan’da bugüne kadar olup biteni olağan sayan TC uzmanlarının, Serhıldan’dan sonra olanları ”olağanüstü” sayması, boş bir korkudan veya kuru bir şaşkınlıktan ileri gelmiyor. Çünkü:
1) Sınıflı toplumlarda genel olarak kadın, toplumsal yapı ve üretimdeki yeri gereği eşitsiz koşullarda yaşamaktadir… Bu eşitsizlik, onun erkeğe göre daha geç uyanması, daha geç bilinçlenmesi, toplumsal ve siyasal çelişkileri daha geriden takip etmesini getiriyor. Dolayısıyla, toplumsal eylemliliğe geçmesi de en zor ve en sona kalıyor. Ayrıca işçi ve memur, öğrenci vb. kadınlardan farklı olarak, ev kadınları ise bilimsel olarak toplumun en geri ve en hareketsiz kesimini oluşturmaktadır.
2) Kuzey Kürdistan gibi ilhak edilmiş, ezilip sömürülerek talan edilmiş, ekonomik, sosyal ve kültürel bakımdan TC tarafından geri bırakılmış, buna bağlı olarak, feodal düşünce yapısının, gelenek göreneklerin, kadına bakıştaki toplumsal çarpıklıkların, alışkanlıkların halâ güçlü bir şekilde devam ettiği (örneğin bir kadının açık bir şekilde eyleme geçmesi, polisle çatışması, tutuklanması, cezaevine düşmesi gibi fiillerin, o ailenin ve erkeğinin namusu ve şerefinin elden gitmesi gibi büyük bir suç, büyük bir ayıp, büyük bir günah olarak görülmesi ve hatta kendi evinde erkek misafirleriyle aynı sofrada yemek yemesi, aynı odada oturmasının bile toplum tarafından yadırgandığını biliyoruz) bir toplumsal yapının devam ettiği – özellikle de eylemlerin geçtiği – bu bölgelerde kadının eyleme geçmesi öyle kolay bir şey değildir. Hele de bu kadınlar ev kadınlarıysa (ki, Kuzey Kürdistan’da sözü edilecek bir sanayi sektörü olmadığı için, fazla kadın işçi de yoktur, çalışan kadın yalnızca hizmetler sektöründe vardır), kırsal kesimin kadınını temsil ediyorsa, çok çocuklu vb. ise harekete geçmesinin ne kadar zor olduğu ortadadır.
3) Tüm bu olumsuz koşullara rağmen, Kuzey Kürdistan tarihinde kadın, ilk defa olarak bu kadar kitlesel birşekilde açık eyleme geçmiştir. Ve yine Kuzey Kürdistan tarihinde ilk defa olarak geçtiğimiz Haziran’ın başında 40 kadar kadın toplu olarak gözaltına alınıyor, sorgulanıyor, mahkemelik oluyor. (Bilindiği gibi Haziran’ın başında cezaevlerindeki açlık grevlerini desteklemek için Dargeçit Kaymakamlığı önünde oturma eylemi yapan kadınlardan 40 kadarı polis tarafından zorla alınıp götürülüyor ve henüz bir haber de yok.) Hakeza ilk defa olarak, sadece ve sadece toplu olarak gözaltına alınan kadınların serbest bırakılması için Dargeçit halkı tümden kepenk kapatma direnişine geçiyor. Şimdiye kadar Kuzey Kürdistan’da şu veya bu örgüt içinde, tek tek kadınların tutuklanması, eylem başında yakalanması, cezaevine düşmesii, şehit düşmesi vb. oldu. Ama bu türden toplu olarak eyleme geçmesi, tutuklanması, mahkemelik olması ilk defa oluyor.
4) Serhıldan’da aktif bir şekilde yer alan kadın sadece işgalci devlet güçlerini zor duruma düşürmek, çaresiz bırakmakla kalmamış, aynı zamanda, Kuzey Kürdistan’da bir üst yapı kurumu olarak düşüncede, davranışta, kadına bakıştaki varolan geleneksel yapıyı da bozmaya başlamıştır. Ve artık bu eylemliliğiyle utanılacak, kınanacak bir unsur olmaktan çıkıp, övünülecek, gurur duyulacak bir olgu haline gelmiştir.
Kendisi de Kürt olan ama TC’nin bekçi köpekliğini üstlenen İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, Kürtlerin geri geleneksel yapılarını iyi bildiği için kadınla erkeği karşı karşıya getirecek, toplumun kadın üzerindeki baskısını harekete geçirecek bilinçli bir laf etmiştir. Gazetelere manşet olan, ”Güneydoğu’da Kadın Parmağı Var” lafı bir taraftan bu amacı taşıyor (bilindiği gibi bizde herhangi bir olayda ”kadın parmağının” olması fitnecilik, kışkırtıcılık, erkekleri birbirine düşürme gibi olumsuz anlamlarda kullanılır); öbür tarafta ise gerçekten de devletin, resmi ağzıyla ”kadın parmağından”, kadın faktöründen ne kadar korktuğunu yansıtıyor. Ama korkunun ecele faydası yoktur. TC ektiğini biçiyor. Yıllardır uygulanan baskı ve terör politikası öyle bir karşı tepki (ulusal bilinç) yarattı ki, normal zamanlarda toplumun en geri, en durağan, en sessiz kesimini oluşturan (ağırlıklı olarak ev kadını ve kırsal kökenli) bu kadınları harekete geçirmiş, sokağa dökmüştür.
Tüm bu olgular, Kuzey Kürdistan’da, toplumun yarısını oluşturan kadının ulusal ve toplumsal mücadeledeki yerini aldığını, TC için korkutucu bir faktör haline geldiğini, toplumun kafasındaki gerici – aşiretçi değer yargılarını, düşünce sistemlerini, kadına bakıştaki çarpıklığı kırmaya başladığını gösteriyor.
Şimdi devrimcilere, komünistlere, ulusal yurtsever güçlere düşen görev; Kürt kadınının gelmiş olduğu bu düzeyi iyi kavramak, eylemlilik potansiyellerini hızla örgütlü bir güce dönüştürmek, Kürt ulusunun, ulusal ve sosyal kurtuluş davası için, toplumun diğer eylemli kesimleriyle bütünleştirmek, devrimimizin bir ordusu haline getirmektir. Bilinmelidir ki, ev ve aile içindeki fonksiyonu itibarıyla kadının harekete geçmesi, ailenin bir bütün olarak harekete geçmesini getirecektir. Yeter ki, biz onların bu eylemli düzeye gelmiş potansiyelini bilinçli ve örgütlü bir güce dönüştürelim!..