Home / Güncel / İRAN PROLETARYASI VE EZİLEN HALKLARIYLA DAYANIŞMAYI YÜKSELTELİM

İRAN PROLETARYASI VE EZİLEN HALKLARIYLA DAYANIŞMAYI YÜKSELTELİM

İran’ın ezilen sınıfları ve halkları bir kez daha tarih yazdılar. Mutaasıplığıyla tanınan Meşhed’de parlayan tek bir kıvılcımın tutuşturduğu alevler bütün İran’ı baştanbaşa sardı. Halk ayaklanması sadece islamcı faşist rejimi değil; doğrudan doğruya kapitalizmi hedefledi. Gösterilerde taşınan pankartlar, atılan sloganlar İran’ın ezilen halklarının ve emekçilerinin siyasal bilinçlerinin oldukça gelişmiş olduğunu ortaya koydu.

Bir hafta kasırga gibi esen halk ayaklanması şimdilik hız kesmiş görünüyor. Ayaklanma öğreticidir. Yıllar boyu yapılacak propaganda ve ajitasyon çalışmasından daha etkili biçimde yığınları eğitir, aydınlatır. Ve her ayaklanma, daha güçlü gelecek olan, bir sonrakinin öncelidir.

İran halklarının başına musallat olmuş rejimin bu haklı ve meşru ayaklanmayı şeytanlaştırma girişimleri tutmayacaktır. İran halkları her meşru eylemlerinin mollalar tarafından ”fitne”, ”fesat” olarak yaftalandığını biliyorlar.

* * *

Mollaların imdadına bunak Trump’la siyonist Netanyahu yetişti. Bunlar İranlıları “mollaları devirmeye ve demokrasiyi kurmaya” çağırdılar… Ne ironik! Her ikisi de, İran’dan daha demokratik olmayan Suudilerin müttefiki… Her ikisi de Filistin halkının yurdunu işgal ve ilhak etmekte hiç bir beis görmüyor. Ve bunlar, bu beyanatlarının İran halkının değil, mollaların işine yarayacağını pekala biliyorlar. Ama kayıkçı döğüşü yapıyorlar. İran’ın demokratik ya da anti – demokratik şekilde yönetilmesi umurlarında değil. Amerika ve İsrail yıllarca Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin monarşik faşist diktatörlüğünden hiç rahatsızlık duymadılar. Devrilinceye kadar dost kaldılar.

Mollalarin Trump’ın, Netanyahu’nun, Suudilerin beyanatlarını ”dış mihrak”, ”dış parmak” kanıtı olarak göstermelerine halk artık aldırmıyor. Tam tersine bunak Trump, siyonist Netanyahu ve kokuşmuş Suudilerin bu tür çıkışlarının esasen mollalara yaradığını gayet iyi biliyorlar. Bu sefillerin kendi ülkelerinde zerre kadar itibarları yok. Trump’ın bunaklıklarını anlatan kitap, daha çıkar çıkmaz kitapçılarda tükendi. İsrailliler, aylardır, yolsuzluk batağına boğazına kadar batmış Netanyahu aleyhine protestolar yapıyorlar. Ve bu Netanyahu kaşla göz arasında, kendi partisinin kongresinde, Batı Şeria’yı ilhak etme kararı çıkarıyor.

Carter’ın Amerikalı rehineleri kurtarma operasyonu, hem kendi sonunu getirmiş, hem de Humeyni’nin dizginleri tamamen ele almasına yardımcı olmuştu. Carter devrildi gitti, Reagan rehine krizi sayesinde iktidar oldu ve iki dönem Amerika başkanlığı yaptı. Yıldız savaşları projesiyle açtığı silahlanma yarışı Sovyet ekonomisinin çökmesinde önemli bir faktör oldu.

Saddam’ın saldırısı ise mollalara İran halk muhalefetinin son kalıntılarını kırma ve sekiz yıllık savaş sayesinde iktidarlarını pekiştirme fırsatı verdi… Toplam bilanço: Gericilik gericiliği, saldırganlık saldırganlığı besliyor. Beride Trump kükrüyor, hem o kazanıyor, hem de mollalar kazanıyor. Gelgelelim bu tahteravalli oyununun sonu var. Bu oyunu proleteryanın ve ezilen halkların devrimci mücadelesi ve enternasyonal dayanışma bozacaktır.

* * *

İran ayaklanmasının en telaşa düşürdüğü rejim, faşist Erdoğan rejimi oldu. Komşuda yangın büyürse bize de sıçrar diye telaşa kapılan hükümet alelacele mollalar rejimine desteğini açıkladı ve tıpkı mollalar gibi, ayaklananları dış güçlerin aleti olmakla suçladı. Bu suçlama klasik zalim suçlamasıdır. Zalimler, zulmettikleri mazlumlara, haksızlık ettikleri haklılara yaptıkları zulmden ve haksızlıktan ötürü hiç bir suçluluk duymazlar; tam tersine kendi davranışlarını meşrulaştırmak için ezilenleri ”suçlu, başkalarının aleti” vs. olarak gösterirler. ”Tam da bu kritik dönemde”, ”tam da ülkenin hızla geliştiği bir zamanda” diye başlayan sözlerle taarruza geçer ve ezilenlerin itirazını her türlü yolla bastırmayı kendilerine meşrulaştırırlar. ”Hak ettikleri cezaya kavuşacaklar!”… vs. vs..

* * *

İran’da anti – kapitalist bir demokratik halk devrimi olgunlaşıyor. Mayalanan devrimin baş çekicisi işçi sınıfı. Ancak sadece işçi sınıfı değil; öteki emekçi tabaklar da gitgide devrimcileşiyor. İran’ın nüfusu genç bir nüfus. Gençler, bilhassa genç kadınlar teokratik – faşist rejime karşı en önde, cesaretle döğüşüyorlar. Son kırk yılda mollalar diktatörlüğünün kılıç yoluyla geliştirdiği vahşi kapitalizm bu ülkedeki sınıf çelişkilerini dünyanın herhangi bir ülkesindekinden daha fazla keskinleştirmiş görünüyor.

Lenin’in emperyalizmi tanımlarken sıraladığı iktisadi kriterler bakımından İran’ın emperyalist bir ülke olup olmadığını saptamak İran komünistlerine düşer. Yine de bugünkü İran’ın ”askeri – feodal çarlık emperyalizmi”nden daha emperyalist olduğunu söylemekte sakınca yok. Her şeyden önce teokratik – faşist diktatörlüğün tesisinden itibaren İran egemen sınıfları yayılmacı, emperyalist bir dış politika izliyorlar. Cecil Rhodes’in izinden gidiyor İranlı mollalar: ”Emperyalist olmak zorundayız!..” Açıkça dillendirmedikleri, ama izledikleri siyaset budur. Bunu kendi asalak sistemlerinin beka sorunu olarak görüyorlar; taşıdıkları islam bayrağı ise İran emperyalizminin ideolojik silahı.

Aynı silahı Suudiler de, aynı emperyalist yayılma amaçlarıyla, kullanıyor; Erdoğan Türkiyesi de. Özal ”Adriyatik’ten Çin seddine kadar”, Demirel ”Tarih bizi eteklerimizden çekiyor” diye Türk emperyalizminin heveslerini dile getireli yıllar oldu.

Kapitalizmin eşitsiz gelişimi emperyalistler arasında güç kaymalarına, hegemon güç ya da güçlerin hegemonyalarını yeni güçlere devredip ikincil sıralara geçmelerine, daha önce herhangi bir emperyalist güce bağımlı olan bir devletin aradan sıyrılıp güç kazanmasına ve emperyal iddialar taşımasına yol açabiliyor. Emperyalizm katarına sonradan dahil olan devletlerin önünde tek yol var: Kendilerine alan açmak, bunun için içerde emekçileri iliğine kadar sömürmek, dışarda nüfuz sahalarına yayılmak; her ikisi için gereken temel şart kılıç gücüne dayanmak.

İran, Türkiye, Suudi ve benzeri emperyal hevesli devletler buna dayanıyorlar. İran’ı ara ara sarsıntılarla sarsan neden mollalar rejiminin kurulu emperyalist nizamın iri yırtıcıları ile aşık atmak istemesi. Hırslı teokratik – faşist egemenler geç emperyalistleşmenin handikapını yaşıyorlar. Dünyanın iri yırtıcıları beşyüz yıl ilerde yürüyorlar. İran, önce İngilizlerin sonra Amerikalıların yarı – sömürgesiyken bu emperyalistler dizi dizi sömürgelerinden kendi metropollerine kaynak aktarıyordu. Asya, Afrika, Latin Amerika ve Pasifikten metropollere gürül gürül akan kaynaklarla sağlanan zenginliğin üzerine kurulmuş kıdemli emperyalistlerle bu olanaklardan yoksun halde emperyalist arenada bilek güreşine çıkan “geç kalmis” emperyalist bir devletin başvuracağı ilk kaynak elbette kendi iç kaynaklarıdır.

1978 – 79 devriminin sadece Şah’ı yıkmakla kalmayıp, bir bütün olarak sistemi yıkma, kapitalizmi aşma tehlikesine karşı mollalardan başka alternatifi bulunmayan İran burjuvazisi teokratik – faşist rejim altında yeniden yapılanırken bir değişim geçirdi. Özal ve Erdoğan iktidarlarının yaptıkları gibi, mollalar da kendi kapitalistlerini yarattılar, mollalar – devlet ve kapitalizm iç içe geçti; ”mücahit”ler müteahhitlere, Ayetullahlar büyük servetler üzerine tünemiş devasa vampirlere dönüştü; rejim, düzenli ordudan başka Pasdaranlarla, Besiçlerle güçlendirilmiş militarist bir yapı kurdu. ”Şeytanlarla, iblislerle, keferelerle, tağuti” yönetimlerle kuşatılmış bir dünyada ”Allah’ın düzeni”ni kuran mollaların bu düzeni korumak için dev silahlanma projelerine yöneldi, ekonomilerini militaristleştirdiler. Bir yandan dünya silah ticaretinin en ”iyi” müşterileri oldular; bir yandan kendi silahlanma projelerini uyguladılar. Öte yandan İran Körfezi’nden Akdeniz’e kadar olan sahada nüfuzlarını yaymak için hiç bir fırsatı kaçırmadılar. Bunun bedeli İran halklarınının kanı ve terini zerresine kadar emmek oldu. Yolu ise kurşun, idam sehpası, işkence, zulüm… Tek kelimeyle kılıç…

Galiba Napolyon’un sözüdür: ”Kılıçla iktidar olursun; ama üzerine oturamazsın!” İran rejiminin açmazlarından biri budur. Bir diğeri, İran emperyalizminin yayılmacılık politikasının astarının kumaşından pahalıya gelmesidir. Kıdemli emperyalistler için savaş ve yayılmacılığın ”kazancı” maliyetinden kat kat fazladır. Onlar artık yurttaşlarını bile kolay kolay savaş sahalarına sürmüyorlar; sürdükleri durumlarda eğer insan kayıpları olursa ”seçmenler” kıyamet koparıyor. Öte yandan en iri emperyalistlerin ekonomilerinin bel kemiğini oluşturan silahlanma sektörü ilgili devlet bir savaşa iştirak etsin ya da etmesin, dünyanın herhangi bir yerindeki savaştan, ya da olası bir ”dış taarruza karşı savunma”(!) amacıyla silahlanma yarışına giren ülkelerden milyarlar kazanıyor. Sadece bu da değil; askeri amaçlarla geliştirilip daha sonra sivil alanlarda da kullanılan pek çok ürün kıdemli emperyalistlerin kasalarına servet olarak geri dönüyor. Sonradan gelmelere kala kala kendi yağıyla kavrulmak kalıyor.

Falih Rıfkı, Osmanlı’nın birinci dünya savaşındaki pozisyonunu anlatırken bazen Osmanlı emperyalizmi; bazen İslam emperyalizmi, bazen de Bab-ı Ali emperyalizmi tabirlerini kullanıyor. Bu emperyalizmin, ”bizim” saydığı Arabistan’da, Suriye’de, Filistin’de, Yemen’deki masrafının kazancından daha fazlaya patladığından yakınıyor. İran emperyalizminin durumu budur. Irak savaşında çocuk yaştaki gençleri dalga dalga savaşa sürerek kırdıran, bu savaşı daha erken sonlandırma imkanı varken içerdeki despotik rejimi pekiştirmek için uzattıkça uzatan ve şimdi de Suriye’de, Lübnan’da, Irak’ta İranlı gençlerin canlarını bozuk para gibi harcayan İran emperyalizminin hem can kayıpları, hem de, külfeti emekçilere yüklenen, mali kayıpları hesapla ölçülemez.

İran’ı emperyalizmin zayıf halkası yapan daha pek çok kırılganlıkları var. Bunlar bu yazının sınırlarını aşar. Dikkat edilmesi gereken esas nokta şudur: Devrim volkanının en sıcak kaynadığı ülke İran’dır. İran mollalar rejimi yeterli örgütsel hazırlık, güçlü siyasal önderlik, devrimci güçler arasında ittifak ve koordinasyon olmadığı için bir süreliğine kontrolü elde tutabilir. Fakat bu rejim çökmeye mahkumdur. Rejimin burjuva alternatifi, yeni bir diktatörlüktür. Askeri bir diktatörlük, laik bir diktatörlük… Bu ise eski tas eski hamam tellaklar değişti deyişinden öte anlam taşımaz; yani alternatif değildir. Tek alternatif devrimdir: “Tek yol devrim; Anti fasist anti kapitalist demokratik halk devrimi!”

İran halkları buna hazırdır. Kürdistan’da, Azerbaycan’da, Belucistan’da, Gilan’da, Tahran’da; kısacası İran boyunduruğu altındaki ezilen halkların ve İranlı proleter ve emekçilerin yaşadıkları her yerde mücadele aralıksız devam etmiştir. Tek başına rejimin niteliği dahi bunun kanıtıdır. Rejim milyonlarca asker, polis, istihbarat, milis, pasdaran vs’ye rağmen kendini güvende hissetmiyor.

* * *

İranlı faşist mollaların pratiği, iktidarda tutunmak için iç ve dış savaşı göze almaktan kaçınmadıklarını pek çok örnekte gösterdi. Bu anlamda İran teokratik – faşist rejimi bir “savaş rejimi”dir. İran devrimi, Şah’ı yıkmakta olduğu gibi, mollalar rejimini de tek vuruşta yıkmakla mükelleftir. Bunun aksi İran halklarına korkunç acılar getirecek olan bir iç savaştır. Komünistlerin ve İranlı halkların bunda çıkarları yoktur. Bunu engelleme olanakları vardır. 78 – 79 devrimi esnasında daha önceki kapitalist birikim modeli, bilhassa Şah’ın Ak – Devrimi, nedeniyle kırlardan kopup başta Tahran olmak üzere önemli merkezlere dolan insanları henüz geleneksel zihin kalıpları, islami bağlar etkiliyordu. Mollaların bunları mobilize etmeleri nispeten daha kolay oldu. Ama 40 yıllık mollalar rejimi, devrimcilerin belki seksen senede yapamayacağı ölçüde islamcılığın iflasını getirdi. Öte yandan o yıllarda İran solunun başta TUDEH, Halkın Fedaileri (Çoğunluk) ve Halkın Mücahitleri gibi önemli kesimleri Ayetullahların ”anti emperyalist, halkçı”(!) oldukları konusunda gafilane yanılgılar taşıyordu. Bu yanılgıların sonuçları çok ağır oldu. İranlı proleter devrimcilerin bundan ders çıkarttıklarına kuşku yoktur.

Fakat proleter devrimcilerden söz ediyoruz; taşıdığı sıfat komünist de olsa, sınıfsal olarak proletaryadan uzak, küçük burjuva nitelik taşıyan örgütlerin aynı hatalara düşmeyeceklerinin garantisi yoktur. Onların politik tavrını önce kendi sınıf kökenleri, dayandıkları sınıf ve tabakalar; ikinci olarak teorik – ideolojik pozisyonları ve nihayet yığınların pratik mücadelesi karşısında aldıkları konum belirler. Bu mücadelenin doğrudan içinde ve en önünde yer alanların kendi hatalarını görme şansları fazladır; ama bağımsız bir duruşları olmayan, siyasi atmosferi kollayan, burjuva güçler arasındaki çelişki ve çatlaklardan yararlanma adına burjuvazinin kuyruğuna takılan, dost – düşman ayrımı konusunda kafası bulanık olan ve “marksizm lenizmi yenileme” hevesiyle bilimsel sosyalizmden tamamen kopan kesimlerin böyle bir şansları yoktur.

* * *

Güçlü bir mücadele geçmişine sahip olan Doğu Kürdistan ve öteki İran halklarının devrimcileri ile sadece uzaktan dayanışmak değil; yakın temas içinde olmak Kuzey Kürdistan ve Türkiye devrimcileri için ayrıca önem taşıyor. Bölgede komünist bir enternasyonal örgütlenme yaratmak, bunu ezilen halkların enternasyonal dayanışmasıyla zenginleştirmek için atılacak ilk adım İran halklarıyla dayanışmayı yükseltmektir. İranlı mülteci, göçmen, sürgünlerin bulunduğu her yerde; Türkiye’de, Avrupa’da İranlı devrimcilerle yeniden bir araya gelmenin, düzenli ilişkiler kurmanın zamanıdır.

9. 1. 2018

s. erdogdu

Bölüme ait diğer yazılardan!

KÜRDİSTAN HALKLARINA!

KÜRDİSTAN HALKLARINA! TC’yi ve Mahkemelerini Tanımıyoruz! Sömürgeci TC devleti Kürtler ve Kürdistan’nın inkarı üzerine kurulmuştur. …