Aşağıda 15 – 16 Eylül günlerinde yapılan Partiya Kominista Kurdistan – KKP IV. Genel Konferansına sunulan Merkez Komitesi Raporunu yayınlıyoruz.
Yoldaşlar
Hepinizi saygı ve sevgi ile yeniden selamlıyorum…
Mayıs 2017’de toplanan olağanüstü 8. Kongremizden bu yana gerek ülkemizde, gerekse dünyada baş döndürücü gelişmeler yaşandı. Kapitalist sistemin içine düştüğü buhranlar siyasal çalkantıları, komploları, entrikaları had safhaya çıkardı. Savaş coğrafyasının tam ortasında olan ülkemiz Kürdistan bu çalkantıların, komploların, entrikaların en hayasızları ile yüz yüze gelmek zorunda kaldı.
2017 sonu ve 2018 başında İran’da halk kitleleri rejimin yolsuzluklarına, baskılarına ve soygun sistemine karşı baş kaldırdı. Bir aya yakın süren ve bellibaşlı kentlerin tümünde patlak veren ayaklanmalar herhangi bir siyasal önderlikten yoksun olduğu için rejim tarafından bastırıldı. İran rejimi Kürdistan’da terörü daha da artırdı. Onlarca insanımızı çeşitli bahanelerle idam etti. Onlarca insanımız, bilhassa Kolberler faşist Pasdaranlar tarafından yargısız infaz edildi. İran rejimi Kürt düşmanlığını Doğu Kürdistan, Horasan, Tahran ve İran devleti sınırlarında yaşayan öteki Kürtlerle sınırlamadı. Bağımsızlık referandumundan sonra Güney Kürdistan’a aktif müdahale etti ve Türk devletiyle birlikte Güney Kürdistan üzerinde ekonomik ambargo uyguladı; Kürdistan gümrüklerine el koydu ve Irak rejimine teslim etti. 2017 sonlarında yaşanan ve Güney Kürdistan’ın bir çok mıntıkasıyla birlikte Kermanşah ve öteki Kürt şehirlerini harabe eden deprem felaketinden sonra felaketzedelere gönderilen yardımlara engel oldu. Ancak yine de İran kadınları başta olmak üzere geniş yığınlar ayaklandı. Doğu Kürdistan halkımız da aktif olarak harekete geçti ve Kürdistan’da anti – sömürgeci, anti faşist mücadele ruhunun canlılığını bir kez daha sergiledi. Yurtsever Kürt örgütleri İran KDP ve Komala peşmerge savaşını yeniden başlatarak rejimin bu saldırılarını püskürtmeye çalıştılar.
Yoldaşlar
2017 yılının ülkemiz açısından en önemli olaylarından birisi Güney Kürdistanlı halkımızın bağımsızlık referandumuydu. Biz bu referandumu destekledik ve yapılan tüm etkinliklere gücümüz oranında her yerde katıldık. Referandum’da güney halkımız yüksek oy oranıyla bağımsızlık kararı aldı. Ancak harekete geçen Irak, İran ve Türkiye sömürgeci devletleri bu kararı tanımadıklarını; bunu savaş nedeni saydıklarını ilan ettiler. Diğer emperyalist güçlerin de sessiz kalmasıyla uluslararası arenada halkımız yalnız bırakıldı. İran beslemesi Haşdi Şabi ile Irak birlikleri Kerkük ve Şengal başta olmak üzere stratejik bölgeleri işgal etti. YNK ve KDP arasında ulusal bilincin ve birliğin en üst düzeyde sergilenmesi gerektiği bir zamanda işgalcilerle anlaşarak geri çekilen YNK ve onu bahane eden KDP hiç bir direniş göstermedi. Ve böylece bağımsızlık referandumu şimdilik sadece donduruldu.
Yoldaşlar
2017 yılında bunların yanı sıra önemli Kürt büyüklerinden ve şahsiyetlerinden kayıplarımız oldu: Güney Kürdistan’da Kürdistan Komünist Partisi önderi Aziz Muhammet, Goran Hareketi lideri Newşirwan Mustafa ve YNK’nin önderi Mam Celâl’i kaybettik. Halkımızın uğradığı bu kayıpların üstüne bir de Doğu ve Güney Kürdistan’ın kimi bölgelerini yerle bir eden deprem felaketi eklendi. Kirmanşah, Halepçe ve daha başka bölgeler art arda meydana gelen sarsıntılarla enkaza döndü. Çok sayıda insanımız hayatını kaybetti, yaralandı, evsiz ve mağdur durumda kaldı.
Yoldaşlar
Türkiye’de 2017 Nisan Anayasa oylamasıyla faşist Anayasa’nın kabul edilmesi; daha önce fiilen kurulmuş olan faşist diktatörlüğü resmi hale getirdi. Faşist ”Yeni Türkiye” fiili olgu olmanın yanısıra ”Anayasal” hale getirildi. Partimiz bu oylamada faşizmin yeni Anayasa ile meşrulaştırılmak istendiğini deşifre etti ve ”Faşist Anayasa’ya Hayır” sloganı temelinde kitleleri hayır oyu vermeye çağırdı. Ancak gerek burjuva muhalefet partilerinin basiretsizliği yüzünden, gerek hileli oylarla, gerekse OHAL ortamının rejime sağladığı avantajlarla yeni Anayasa kabul ettirildi. 12 Eylül faşist Anayasası daha da faşistleştirilerek yeni rejimin yasal temeli haline getirildi.
Erdoğan’ın liderliğindeki Türk-İslam sentezi eksenli faşist Türk devleti 2017 ve 2018 yıllarını Kürdistan’ın üç parçasına yaptığı yoğun saldırılarla geçirdi. Saldırıların sivri ucu Kuzey Kürdistan ve Rojava oldu. Daha önce Cerabalus, El Bab yörelerini işgal eden istilacı TC ordusu 2018 başında Afrin’e saldırdı. Rusya’nın yeşil ışık yakması; Amerika’nın ”tarafsız” kalacağını belirtmesi ve Avrupa’nın ”Türkiye teröre karşı kendini savunma hakkına sahiptir” diyerek dolaylı destek vermesi, saldırılarda Nato uçaklarının ve Alman panzerlerinin kullanılması Türk devletinin bu işgal saldırısını bir çeşit ”uluslararası rıza” sağlanmış bir saldırıya dönüştürdü. BM vb. uluslararası kuruluşlar TC devletini ”orantılı güç kullanması ve sivillere fazla zarar vermemesi” konusunda ”uyarmak”tan öte gitmediler. Türk hükümetine silah sevkiyatları devam etti; hatta Rusya’nın Afrin saldırısına yeşil ışık yakmasından sonra Rusya Türk hükümetiyle başta yağlı silah satışları olmak üzere, önemli ekonomik – ticari anlaşmalar yaptı.
Afrin işgaline karşı YPG / YPJ güçleri cesur ve kararlı bir direniş gösterdiler. Türk hükümetinin önce ”üç saatte”, sonra ”üç günde alırız” dediği Afrin ancak 2 ay sonra tamamen düştü. TC devletinin kıyaslanmaz teknik ve sayı üstünlüğüne karşı direniş savaşçıları yüksek moral ve işgalciye karşı yurdunu savunmanın haklılığıyla kahramanca çarpıştılar. Ancak vahşette ve gaddarlıkta sınır tanımayan, yalnızca silahlı direnişçileri değil; kadın, çocuk, yaşlı demeden sivilleri de hedef alan işgalci Türk ordusu ve işbirlikçisi El Kaide, İŞİD ve ÖSO çetelerinin teknik ve sayısal üstlükleri karşısında gerilla güçleri en sonunda geri çekilmek zorunda kaldı. Binlerce Afrinli yerini yurdunu terketti. Türk hükümeti onların yerine Suriye iç savaşında uğursuz rol oynayan islamcı çeteleri ve ailelerini yerleştirdi ve Afrin’de kendine bağlı bir işgal idaresi kurdu.
Türk devletinin Afrin’i işgal saldırısına karşı hükümetler ve uluslararası burjuvazi kayıtsız kalırken; dünya emekçileri ve devrimci güçler halkımızın direnişinin yanında saf tuttu. Afrin’de Suriyeli ve Türkiyeli ilerici, devrimci örgütler YPG / YPJ yanında bizzat savaşa katıldılar; Avrupa’dan, Amerika’dan, dünyanın öteki bölgelerinden giden kadın – erkek enternasyonalistler YPG / YPJ saflarında TC ve islamcı faşist çetelerin işgaline karşı çarpıştılar. Sadece Kürtler değil, Türk, Arap, Asuri, İngiliz, Alman ve öteki uluslardan devrimciler Afrin savunmasında can verdiler.
Öte yandan sadece sahada değil; dünyanın her tarafında Kürtlerin öncülüğünde enternasyonalistler ayağa kalktı. Başta Avrupa olmak üzere Kürdistanlıların yaşadığı diasporadaki her yerde aralıksız protestolar, miting, yürüyüş ve gösteriler yapıldı. İki ay boyunca her ulustan devrimciler omuz omuza Türk işgaline karşı seslerini yükselttiler ve kamuoyunu duyarlı hale getirmeyi başardılar. Burjuva basını ve görsel medyası Afrin direnişine ve işgal karşıtı eylemlere haberlerinde yer vermek zorunda kaldı. Dünyanın önemli entelleküelleri imzaladıkları protesto çağrılarıyla halkımızın yanında saf tuttu. Türk hükümetini açıktan desteklemeye kimse cüret edemedi.
Afrin işgalini protesto eylemleri dört parçadan Kürdistanlıları eylem alanlarında biraraya getirdi. Eylemlerde Ey Raqip marşı, Kürtçe konuşmalar ve sloganlar, Kürdistan bayrakları öne çıktı. Buna rağmen PKK ve KKP dışında diğer Kuzey Kürdistanlı parti ve örgütler bu eylemlerden uzak durdular; bireysel katılım sağlayanlar hariç tutulursa, örgütlü olarak yer almadılar. Türkiyeli devrimci örgütlerin bir kısmı eylemlerde baştan sona yer alırken; çoğunluğu meydanlarda gözükmedi.
Biz KKP olarak Afrin işgalini protesto eylemlerinde aktif yer aldık. İki ay boyunca eylemlerimizin odağına Afrin işgaline karşı mücadeleyi koyduk. Eylemlere katılan Kürdistan’ın dört parçasından halkımızla ve Kürdistanlı örgütlerle yanyana, omuz omuza olduk.
Yoldaşlar
Bu arada 8. Kongremizden bu yana geleneksel etkinliklerimizi de rutin olarak organize etmekten geri durmadık. Kadın yoldaşlarımız bu etkinliklerin bir çoğunda öncü rol oynadı. Yukarda sözünü ettiğimiz ülkemizi yasa boğan depremlerde, depremzedeler için açtığımız yardım kampanyasının öncülüğünü kadın yoldaşlar yaptı. Birer ay arayla iki kamyon yardım malzemesi yollandı. Bir nebze de olsa deprem mağdurlarına dayanışma eli uzatıldı. Öte yandan yine onların öncülüğünde Ekim Devrimi’nin 100. Yıldönümü dolayısıyla panel düzenlendi. Ekim Devrimi’ni, Leninizm’i ve bolşevizmi ”aşılmış, çağdışı kalmış” sayan; devrimci mirasın tarihsel birikimlerine sahip çıkanları ”geçmişi tekrar etmek”le ve ”taklitçilik”le suçlayan; ”aşılmış” diye damgaladıkları ilke ve değerleri terk ederken ”yenilenme” adına tarih – artığı Bakuninizmi, Bernsteinizmi ve öteki çürümüş ve kokuşmuş anarşist, oportünist fikirleri cilalayıp piyasaya süren demagoglara karşı Marksizm – Leninizmin yaşayan özüne sahip çıktık. Kadın yoldaşlar daha bir çok faaliyetin yanı sıra var oldukları alanlarda 8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinliklerine katılırken, Newroz gecesi etkinliğini ve 1 Mayıs standı çalışmasını başarıyla organize etti. Ayrıca kendi aralarında teorik egitimin önemine dikkat çekerek periyodik olarak egitim çalışmasıda başlattılar. Merkez Komitesi olarak bu faaliyetlerinden dolayı kendilerini kutluyor ve selamlıyoruz.
Yoldaşlar
Uzun zamandan beri alarm zilleri çalmakta olan ekonomik krizin yeni Anayasa’ya göre 2019’da yapılması öngörülen Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler öncesinde patlak vereceğini sezinleyen Erdoğan ve müttefiki Bahçeli 18 Nisan’da yaptıkları ortak açıklamayla seçimlerin 24 Haziran 2018’de yapılacağını açıkladılar. ”Baskın seçim” denilen erken seçimlerin Türkiye legal siyaset sirkinde vazife almış kesimlerin hiç biri için sürpriz olmadığı ortaya çıktı. KKP MK 20 Nisan’da yaptığı olağanüstü toplantıda bu gerçeği tesbit etti: Seçimleri bizden, PKK’den ve Veysi Sarısözen’den başka herkesin aylar öncesinden bildiği ve buna göre hazırlık yaptığı anlaşıldı. Bu nedenle partiler erkenden ya kongrelerini yaparak ya da Parti Meclislerini toplayarak parti örgütlerini yeniden yapılandırmış ve seçim politikalarını belirlemiş; seçimler için ittifak görüşmelerini başlatmış, kulis çalışmalarına girişmişlerdi. Özellikle HDP yeniden dizayn edilmiş; başına ”Yetmez ama Evet”çilerden ”makbul” isimler getirilmiş; ”istenmeyen” kimselerden henüz hapse atılmamış ya da yurtdışına kaçmaya zorlanmamış olanlar dışındakileri de yönetimin dışında bırakılmıştı. TC devleti baskın seçimlerde Türkiye solu ve Kürt hareketini rejime dahil edecek, onları yeni düzene asma yaprağı olacak şekilde içselleştirecek bir konsepte yönelmişti.
Bu gerçeğe rağmen seçimler dolayısıyla yığınlara ulaşmak, kitleler arasında devrimci politikaları propaganda etmek ve rejimin çatlaklarından yararlanarak burjuvazi ile kitleler arasındaki farklılığı derinleştirmek maksadıyla seçimler döneminde çalışmalarımızın bütün ağırlığını bu alana kaydırdık. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tek demokrat aday olan Demirtaş’ı ve milletvekilliği seçimlerinde tüm eksikliklerine ve yetersizliklerine rağmen tek demokrat parti olan HDP’yi destekleme politikasını belirledik ve kamuoyuna deklare ettik. Cumhurbaşkanlığı seçmlerinin ikinci tura kalması halinde hiçbir burjuva adaya destek sunmayacağımızı daha baştan belirttik.
Bu anlayış temelinde kendi adaylarımızı da çıkarmak için çalıştık; ancak çabalarımız gereken sonuca erişmedi. Bunun kendi yönümüzdeki nedeni seçimlere çok önceden hazırlanmamaktı. Ama kendi dışımızda da nedenleri vardı; bunların başında ise seçim politikamızın bazı çevreleri rahatsız etmesi, ”tercih” edilmemesi, ”makbul” ve ”makul” bulunmaması geliyordu.
Buna rağmen seçim çalışmalarımız bizi partimizin geçmişteki emektar mensupları ve taraftarları ile ortak politikalarda, ortak duygu ve düşüncelerde ve ortak davranış hattında buluşturdu ve hem seçim kampanyasına katıldık hem de oylara sahip çıkmak için yoğun bir çalışma içine girdik. Kendileriyle henüz organik ilişki halinde olmadığımız yoldaşlarımız da mücadele cephesinde parti taktiğimizle paralel taktik izlediler. Aynı çalışmalar örgütsel eksikliklerimizi; özellikle ülkede örgütlenme konusundaki acil görevlerimizi bir kez daha gözler önüne sergiledi.
Seçim sonuçları, faşist diktatörlük koşullarında yapılan bir seçimden bekleneceği gibi oldu; yeni Anayasa ile yasama gücü ve yürütmeyi denetleme gücü sıfıra inen; vitrinlik bir süsten öte işlevi olmayan bir meclis seçildi. Bu meclise girme şerefine erişen Erdoğan, Bahçeli, Akşener liderliğindeki faşist partiler ve Kılıçdaroğlu liderliğindeki kokmaz bulaşmaz CHP’den müteşekkil ‘’Yeni Kapı’’ partilerinin yanısıra artık epeyce yontulduğu varsayılan HDP faşist rejimin parlementosunda sandalye elde etti.
Biz sadece seçimlere hile karıştırıldığı, oylar çalındığı, OHAL koşullarında hem devlet hem de AKPli – MHPli çeteler aracılığıyla terör estirildiği için değil; bunların yanısıra seçimler faşist 2017 Nisan anayasası temelinde düzenlendiği ve sonucu baştan belli olduğu için bu seçimleri ve onun oluşturduğu parlamentoyu meşru bulmuyor; bunları tanımıyoruz. Biz KKP olarak daha seçimler yapılmadan sonucu belli olan seçimlerden sonra neler yapılması gerektiğini devrimci, direnişçi güçlerle tartışmaya açtık; sonucu ne olursa olsun seçimlerden sonra kızışacak mücadeleye hazırlıklı olmak gerektiğini vurguladık. Bu günlerde cezaevinde bulunan sayın Selahattin Demirtaş’ın bu anlamdaki eleştirilerini yerinde buluyor ve katılıyoruz.
Yoldaşlar
4. Konferansımıza sunduğumuz bu raporda bundan sonra 8. Kongremizde aldığımız bazı kararları hatırlatmakta fayda görüyoruz. Çünkü Konferansa sunduğumuz raporun daha anlaşılır ve objektif olması açısından bu süreçte önümüze koymuş olduğumuz hedefler doğrultusunda hangi adımların atıldığı ve bunları ne oranda gerçekleştirdiğimizi ya da gerçekleştiremediğimizi ancak bu şekilde net olarak ortaya çıkarabiliriz. Burda bulunan tüm yoldaşların çoğunun bildiği gibi uzun süre partimizi likide etme çabaları delegelerin çoğunluğu tarafından 8. Kongremizde boşa çıkartılarak likidasyona kesin tutum alındı. Likidasyon hayalleri suya düşen ve azınlıkta kalan grup ortaya çıkan iradeyi tanımayarak kongreyi terk etti. 8. Kongremiz normal kaldığı yerden oturumunu sürdürerek önüne koymuş olduğu gündem maddelerini tartışarak; yeni süreçte partimizin izleyeceği ideolojik, politik ve örgütsel sorunları ele aldı ve bunların çözümüne yönelik bazı kararlar aldı.
Yoldaşlar
8. Kongremizde detaylı bir şekilde ele aldığımız en önemli gündem maddelerinden birisi partimizin yeniden yapılanması ve ülkede tekrar örgütlendirilmesi konusu olmuştur. Yine burada bulunan bir çok yoldaşın bildiği gibi 2003’te 5. Kongremizin onayladığı yöneliş gereğince partimiz ülkede Kürdistan komünistlerini bünyesinde sentezleyecek bir yasal parti girişimini başlatmıştı. Bu yöneliş partimizin yurtiçi ve yurtdışındaki örgütlü varlığını ve ideolojik politik hattını korumak kaydıyla kabul görmüştü. Ancak 2004 yılından başlayarak adım adım partimizin ülkedeki yapılanması tasfiye edilmeye başlanmış ve 2011 yılında toplanan KKP II. Genel Konferansı da bu süreci onaylayarak likidasyon sürecine bilerek ya da bilmeyerek ortak olmuştur. Bu Konferans sonrasında KKP YURTİÇİ ÖRGÜTLENMESİ neredeyse bir bütün olarak FİİLEN fesh olmuştu. 8. Kongremiz bütün bu sürecin baş sorumlusu olan 5. Kongrenin seçtiği MK’ni kınamış ona itiraz etmeyen parti yapımız adına özeleştirisini vererek partimizin bağımsız ideolojik, politik ve örgütsel varlığını yeniden üretmenin bugün her zamankinden daha elzem olduğunu; partimiz KKP’nin günümüz koşullarına yaratıcı tarzda uyarlanmış bir bolşevikleşme temelinde yenilenerek güçlendirilmesi gerektiğini kabul ederek, 6. Kongre’de alınan ’’KKP’nin ülkedeki alanlardan çekilerek başka alanlarda konumlanması’’ şeklinde aldığı kararı iptal etmiş ve partimizin kuruluş ilkeleri ve temel perspektifi olan ”yasa dışı parti – yasal çalışma” anlayışı temelinde ülkede, yurtdışında, kısacası her alanda Partimizi yeniden yapılandırmayı atmamız gereken en önemli adımlardan birisi olarak belirlemişti. TC sömürgeciliğinin ve Ülkemiz Kürdistan’ın bugünkü koşullarında laçka, gevşek, düşman karşısında herşeyi açıkta bir KKP düşünülemeyeceğini önemle belirtmişti.
Yoldaşlar
Bu kararlılığımızdan taviz vermeden yolumuza devam ediyoruz. Gerek ülkede, gerekse yurtdışında mevcut parti ilişkilerini biçimlendirmek, komiteleşme temelinde sistemli bir örgütsel işleyişe kavuşturmak, tasfiyecilik sürecinde oluşan laçkalıkları gidermek için çalıştık. Ancak örgütsel adımlar bakımından hem ülkede hem ülke dışında halen yapacağımız çok şey var. Ülke içindeki ve dışındaki gerek örgütsel, gerekse politik faaliyetler tüzüğümüzün parti örgütlerinin özerkliği ilkesi gereği, birinci derecede alandaki yoldaşlarımızın sorumluluğundadır. Elbette, anarşik bir başına buyruklukluk, kendini KKP’li sayan herkesin KKP adına davranması, partinin genel politikalarından ve Merkez Komitesinden bağımsızlık sözkonusu değildir. Bu anlayış temelinde ülke içi örgütlenmenin şekillendirilmesi hususunda ilk adımlar atılmasına rağmen; henüz istenen düzeye erişilmemiştir. Gizlilik nedeniyle ülkedeki ve ülke dışındaki örgütsel durumumuzun ayrıntılarını yazılı rapora yansıtmayacağız; konferansımızda sözlü olarak izah edecek ve yoldaşlarımızı bilgilendireceğiz.
Yoldaşlar
8. Kongremiz Partimizin reorganizasyonunda önemli bir adım olan parti propaganda ve ajtasyon kanallarının güçlendirilmesini; gerek dijital, gerekse yazılı ve görsel basının, sosyal medyanın vs. kullanılması amacıyla güçlü bir parti basını veya medyası yaratılması kararını almıştı. Çünkü kongremiz partimizin önünde duran en önemli konulardan birisinin reformist – tasfiyeci çizginin yıllar içinde partimizde yarattığı ideolojik dejenerasyonla şiddetli bir mücadelenin verilmesi; ideolojik arınma temelinde partimizin Marxist – Leninist özünün pekiştirilmesi olduğunu tesbit etmişti. Örgütlenme ve mücadele anlayışında tasfiyecilik ve oportünizm, politikada reformizm ve liberalizm ile köklü bir ideolojik hesaplaşma yapmak; aynı zamanda ciddi bir özeleştiri çalışması yürütmek zorunda olduğumuzu vurgulayan 8. Kongremiz, burjuvaziyle, rejimle üstü örtük uzlaşma ve burjuva siyasetiyle flört etme politikalarını teşhir etmenin ve ”rüzgara göre yelken açma” siyasetine karşı amansız bir mücadele yapılmasının zorunlu olduğunu belirtmişti.
Bu amaçla en son sayısı Haziran 1999’da basılan ve ondan sonra yayını durdurulan merkez yayın organımız Denge Kurdistan’ın dijital ve basılı yayınını yeniden başlattık; aynı şekilde 2003’te açılan ve atıl halde olan KKP / Denge Kurdistan sitesini kısmen yeniden canlandırdık ve ek olarak KKP Parti sitesi açtık.
Fakat düzenli bir periyot tutturmayı ve basınımızı sürekli taze yazılar ve haberlerle beslemeyi tam anlamıyla başaramadık. Ayrıca teknik beceri eksikliğimizi giderme konusunda ileri adım atamadık. Öte yandan bizi kitlelelerle buluşturacak açık yasal yayın projemizde geciktiysek de yasal basılı yayının zeminini oluşturma çabalarımızı sürdürüyoruz: dijital yayını zaten başlattık. Bu konudaki ayrıntıları da sadece sözlü paylaşacağız. Delegelerimizin illegal partinin her üyesinin sorumlu olduğu ”parti işleri konusunda mutlak gizlilik” ilkesine uyması ve ”kesin suskunluk yükümlülüğü”nü burada vurgulamaya gerek görüyoruz; zira tasfiyecilik döneminin alışkanlıkları bu konuda da bir laçkalığa yol açmıştır. Üstelik Whatsapp, elektronik posta, Messenger, telefon görüşmeleri gibi yeni teknik imkanların dikkatsiz ve rasgele kullanımı sözkonusudur. Bu konuda hiç bir yoldaşımız gafil davranmamalı; su uyur düşman uyumaz prensibini hatırdan çıkarmamalıdır. Öte yandan örgütsel işleyiş bakımından da uzaktan haberleşme kanalları asla düzenli parti toplantılarının yerini tutamaz. Asıl olan düzenli hücre, komite, organ vs. toplantılarıdır.
Yoldaşlar
8. Kongremiz, tüm parti organ ve üyelerinin önüne önemle KKP’yi daha fazla PROLETERLEŞTİRME ve KÜRDİSTANLILAŞTIRMA hedefini koymuştu. Bunun anlamı nicelik olarak parti yönetimi başta olmak üzere üye bileşiminde proleter ve iç Kürdistanlı emekçilerin oranının yükseltilmesi; nitelik olarak mevcut yapının ideolojik – manevi bakımdan daha proleter ve Kürdistanlı bir ruhla donatılması; partimizin Kürdistanın derinliklerine ulaştırılıp ilk etapta önemli merkezlerde yeniden örgütlendirilmesi gerektiğini vurgulamıştı. Bunun yanı sıra 8. Kongremiz toplumsal muhalefetin en dinamik, en kararlı, en direngen unsurları olan KADIN ve GENÇ emekçileri örgütlemeyi acil ihtiyaç olarak saptayıp KKP’nin önünde KADINLAŞMA ve GENÇLEŞME hedefini koyarak; başta parti yönetimi olmak üzere üye bileşiminde nicelik olarak kadın ve gençlerin oranının yükseltilmesi; nitelik olarak mevcut yapının ideolojik – manevi bakımdan daha kadıncıl ve gençlik dolu bir ruhla donatılması gerektiğinin de önemle altını çizmişti.
Bu hedefler hiç kuşkusuz kısa vadeli hedefler değildir; ancak giderek daha fazla yol alınması gereken adımlardır. İlk adımları zaten 8. Kongre atmıştı; 16 aylık pratiğimizde de bu konuda belli bir ilerleme sağladığımızı söyleyebiliriz. Fakat bunlar henüz istediğimiz düzeyde değil; kat etmemiz gereken daha çok yol var. Üstlendikleri bir çok görevin üstesinden hakkıyla gelen kadın yoldaşlarımızın geniş emekçi kadın yığınlarıyla da en kısa zamanda buluşacaklarından kuşkumuz yoktur. KKP’nin kadınlaşması, kadınların KKPlileştirilmesi ile sıkı sıkıya bağlıdır. KKPlileşemeyen kadınlar KKP’yi kadınlaştıramaz.
Yoldaşlar
8.Kongremizde en çok öne çıkan başlıklardan birisi parti tüzüğümüzün tanımladığı örgüt niteliklerinin ve kurallarının işletilmemiş olmasından kaynaklanan tüzük ihlallerinin yaratmış olduğu tahribatlar olmuştu. Bu ihlaller partimizde fiilen tek adam hakimiyetinin ve tarikatvari ilişkilerin doğmasına neden olmuştur. 8. Kongremiz: Parti tüzüğümüzün bu kadar ihlal edilmesini ağır suç saymış ve parti tüzüğümüzü ve marksist – leninist örgüt teorisini ve kendi deneylerimiz başta gelmek üzere dünya devrimci mücadelesinin örgütlenme deneylerini kapsayan bir çalışma programı hazırlamayı yeni MK’nın önüne görev olarak koymuştu. Bu bağlamda parti tüzüğümüzün yenilenmesi gerekmektedir. 9’uncu olağan kongremize sunulacak bir program ve tüzük taslağı şu anda hazırlanmaktadır. Bunu kongreden evvel açık tartışmaya sunacak ve kongremizde karara bağlayacağız. Bu, aslında 6. Kongremizin önümüze koyduğu bir görevdi; fakat 7’inci olağan ve 8’inci olağanüstü kongrelerimizde ele almak imkanı olmadı. Dolayısıyla bu görevi tarih 9’uncu kongremizin hedefi haline getirdi.
Yoldaşlar
Kürdistan’da en kitlesel parti HDP’nin hem fiziki baskılar, tutuklamalar, kovuşturmalar yüzünden hem de içerden müdahalelerle kötürümleştirilmesi; Kürt siyaseti adına var olan öteki legal partilerin küçük dükkanlarını yaşatmaya çalışan tabela partileri olmaktan ileri gitmemeleri ve herşeyden fecisi de bütün legal siyasetin kendini faşist devlete kabul ettirme gayreti içinde iyice oportünistleşmesi; Kürt partilerinin çoğunun Anayasal güvence dahi olmadan legal siyasete yönelmeleri ve bu uğurda var olan devrimci özlerini de yitirmeleri; öte yandan en başta partimiz KKP ve PKK gelmek üzere halen illegal parti ve örgütlerin gerek legal gerekse illegal alanda yeni mücadele yol ve araçları yaratamaması Kürdistan’da ciddi bir siyasal boşluğun ortaya çıkmasına yol açıyor. Halkımız her vesile ile güçlü bir kitle potansiyelinin var olduğunu sergilemektedir; ancak TC devleti bu potansiyelin devrimci önderlikle kaynaşmasını engellemek için elinden geleni yapıyor. Bu yüzden devrimci siyasal önderlikle Kürdistan ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin kitle tabanını doğrudan örgütsel bağlarla kaynaştırmak acil görev haline gelmiştir. Bu, önümüzdeki dönemin en yakıcı görevlerinden biridir. Bu görevler HDP de dahil olmak üzere, legal siyaset sahnesinde ayakta kalmaya çalışan partilerle yerine getirilemez.
Bununla bağlantılı diğer bir önemli görev de mücadelenin sınıf ekseni, kır ve kent proletaryası ekseni üzerine oturtulmasıdır. Gerek ulusal ve demokratik talepler ekseninde; gerekse sınıf ekseninde kitlelerle doğrudan organik bağ kurmak; yani hücreler, komiteler, birlikler, dernekler vs. şeklinde çok çeşitli araçlarla derinlemesine ve enlemesine kitleler arasında kök ve dal salmak yalnızca Kürdistan’la sınırlandırılmamalıdır. Kürdistan ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin özelliği onun coğrafi sınırlarla değil; demografik dağılım kriteri temel alınarak örgütlenmesini gerektirmektedir. Bu temelde Kürt ve Kürdistanlıların yaşadığı, çalıştığı her yer ”Kürdistan” olarak algılanmalı; bu temelde örgütlenilmelidir. Bu bakış açısıyla Hakkari’de örgütlenmek kadar İstanbul’da örgütlenmek; Kürdistanlıların kitleler, koloniler halinde yaşadıkları Batı Avrupa, Amerika, Avusturalya vb.de örgütlenmek vazgeçilmez bir zorunluluktur. Bu anlayış, mücadelenin önderliğinin sınıf eksenine dayandırılması için gereklidir. Kuşkusuz Kürdistan haricinde yaşayan Kürt ve Kürdistanlıların hepsi proleter öğelerden oluşmuyor; aralarında sınıf dışı unsurlar, burjuvalaşmış kesimler, esnaflar vs. de bulunuyor; fakat ağırlıklı kesim proleterler ve öteki emekçilerdir. Bizim dayanacağımız temel işte bu emekçilerdir. Tarım işçileri, inşaat işçileri, hamallık, amelelik, fabrika işçiliği, maden işçiliği, yol yapımı, limanlarda yükleme boşaltma işleri, kısacası el emeği ve beden gücü ile yapılan her türlü kaba iş Kürdistanlılar tarafından yapılmaktadır. Evlerde ve bürolarda temizlik, çocuk bakımı, hasta bakımı, bahçıvanlık gibi pek çok iş alanı Kürt kadınlarının adeta köle gibi boğaz tokluğuna çalıştığı alanlardır. Buna son yıllarda Suriye, Afganistan gibi yerlerden gelen mültecilerle, özellikle Asya’dan gelen kadın ev köleleri de eklenmiştir.
Gizli kölelik, özellikle Asyalı, Kürdistanlı ve Suriyeli kadınlar ve çocuklar arasında son derece yaygındır. Bunlara ulaşmak, onları örgütlemek oldukça güçtür; ancak Kürdistanlı ücretli işçilere her yerde ulaşılabilir ve mutlaka ulaşılmalıdır.
Yoldaşlar
Emperyalist – kapitalist dünyanın sorunları ve çelişkileri gitgide büyümektedir. Lenin’in tekelci kapitalizmi kapitalizmin ölümcül aşaması olarak değerlendirmesi gün geçtikçe daha da doğrulanmaktadır. Emperyalist – kapitalist dünya 20’inci yüzyılın başlarında içine girmiş olduğu genel bunalımdan bir türlü kurtulamamaktadır. Kapitalizmin olağan devrevi bunalımları bu genel bunalımı daha net sergileyen göstergelerden başka bir şey değildir. Emperyalist – kapitalist düzenin genel bunalımı yeni bir döneme girmiş durumdadır. Bu dönemde bellibaşlı emperyalist ülkelerin hepsinde aşırı gerici, faşizan, otoriter yönetimler iş başına gelmekte; faşist parti ve hareketler güç kazanmakta, emperyalist ülkelerin doğrudan yahut vekalet savaşları yoluyla enerji ve hammadde kaynaklarına sahip ülkelere silahlı saldırıları bitmek bilmemektedir. Kendi aralarında da şiddetli bir it dalaşına tutuşan emperyalist güçler akıl almaz ölçüde silahlanmakta, ekonomilerini askerileşme üzerinde ayakta tutmaktadırlar.
Bu durumun faturasını genelde dünya proleteryası, özelde emperyalizme bağımlı ya da kapitalistleşme ve emperyalistleşmede daha gerilerde gelen ülkelerin emekçileri çekmektedir. Bu sonuncular sık sık ağır ekonomik krizlerle sarsılmakta ve bir çırpıda emperyalist metropollere milyarlarca dolar kaynağın uçmasına seyirci kalmaktadırlar. Bu bağlamda Türkiye’nin AKP’yi iktidara getiren 2001 krizi ve şu anda yaşamakta olduğu ağır kriz ibret vericidir. Türkiye’nin kaynaklarını talan eden tekelci burjuvazinin ve onun siyasal temsilcilerinin halkın değerlerini yağma ve talan üzerine kurdukları ekonomi siyasetleri TC kapitalizminin yapısal zayıflıklarıyla birleşince ortaya çıkan krizler daha yıkıcı olmaktadır. Son kriz de böyle bir krizdir. Bu krizi ”Amerika’nın Türkiye’ye karşı ekonomik savaşı” olarak saptırmak isteyen hükümet demagoji yapmaktadır. Krizin Amerikan yaptırımlarıyla alakası yoktur. Amerikan yaptırımları sadece tetikleyici olmuştur. 2001’de A. N. Sezer Ecevit’in kafasına Anayasa kitapçığı fırlatınca kriz açığa çıkmıştı; şimdi Trump bir Twitt sallayınca kriz açığa patlayıverdi. Yani bunlar aşırı şişmiş balona bir iğne batması işlevi gördü; ama temel neden balonun aşırı şişmesiydi. Baskın seçimlere de zaten o yüzden başvurdular; krizin elleri altındaki göstergelerini gayet iyi görüyorlardı.
Faşist Erdoğan rejimi ve Türk tekelci sermayesi bu krizin faturasını proletarya ve emekçilere yüklemek için ellerinden geleni yapıyorlar. TL’nin değeri düşerken faşizmin sopası da inip – kalkıyor; aynı anda muazzam bir propaganda makinası ve demagoji taarruzu harekete geçirilerek kitleler şaşırtılıyor. Geri yığınlar faşist demagogların daima başvurduğu ırkçı milliyetçilik ve din aldatmacalarıyla kandırılıyor. TC devleti dikkatleri dışa çeviriyor, dışta, özellikle Rojava ve Güney’e yönelik saldırgan politikalar izliyor ve böylece halkın ilgisini dışa yöneltiyor.
Fakat bunlar emekçilerin hoşnutsuzluğunu ortadan kaldırmıyor; AKP ve öteki faşist partilerin destekleyici kitleleri yalan ve demagojilere halen inansalar da halkın büyük bir bölümü olup bitenlerin farkındadır. Başta Kürdistan emekçi halklarımızın ulusal demokratik talepleri uğruna kavgası olmak üzere kitlelerin devrimci mücadelesi yine de durmadan yükselmektedir. KHK mağdurları, işçiler, küçük üreticiler, esnaflar parça parça, dağınık biçimde olsa da sürekli mücadele halindedir. Bütün bu mücadeleleri güçlü bir anti faşist, anti tekelci, anti kapitalist mücadeleye dönüştürmek ve sömürgeci Türk devletinin saltanatına son vermek için gereken tek şey birleşik bir devrimci muhalefet odağı oluşturmaktır. KKP böyle bir emek ve mücadele cephesinin yaratılması için elinden gelen çabayı gösterecektir.
26 Ağustos 2018
Partiya Kominista Kurdistan
KKP
Komitaya Navendi [Merkez Komitesi]
adına Genel Sekreter
Kasım Hesinker