Değerli yoldaşlar,
9. Kongreden önce programınızı bize göndermiştiniz ve önerilerimizi talep etmiştiniz. Bizde program taslağı hakkında önerilerimizi yazıp size iletmiştik.
Şimdi size 9. Kongre’nizde onaylanmış olan parti programınız hakkındaki eleştirel notlarımızı gönderiyoruz.
Bolşevik selamlar
KKP Programı Üzerine Notlar
Değerli yoldaşlar,
Aşağıda 9. Kongre’de onaylanan “Parti Programı”nız hakkında önemli gördüğümüz kimi konularda düşüncelerimizi iletiyoruz. Sizlerle tartışmayı önemsediğimiz için bu yazıyı size yazıyoruz.
“Genel olarak bir partinin resmi programının, o partinin hareketlerinden çok daha az önemli olduğu doğrudur. Ama yeni bir program, herkesin gözü önünde yükseklere çekilen bir bayrak gibidir ve herkes parti hakkında kararını buna göre verir.” (Engels’in August Bebel’e yazdığı 1875 tarihli mektup, “Gotha Programı’nın Eleştirisi”, Karl Marx, s.51, İnter Yayınları, Kasım 1999, İstanbul)
Görüşümüze göre, “Parti Programı”nızın eksikliklerinden biri gereksiz ayrıntıları barındırması, fakat bunun yanında kimi temel konuların programda yer almamasıdır. “Milli kurtuluş mücadelesi”, “milli ve toplumsal kurtuluş mücadelesi” ertesinde, programda siyasal sistemin nasıl olacağı konusunda temel ilkelerin ortaya konulması bizce yeterli ve doğru olandır. Programda da belirtildiği gibi Kuzey Kürdistan, T.C. devletinin bir sömürgesidir. Devrimin ilk hedefi Kuzey Kürdistan’ın bağımsızlığıdır. Kuzey Kürdistan bağımsız olduğunda, neler yapılacağı programda açıklanmıştır. Ancak programda, sonal hedefin ne olduğu, sosyalizm inşasının nasıl olacağı, proletarya diktatörlüğünün işlevinin ne olduğuna dair tek kelime yoktur.
Partinizin asgari ve azami programıyla ilgili tespitler tüzüğün en başında yapılmaktadır. Burada yazılanlardan şunları okuyoruz: “Ülkemizde sömürgeci Türk egemenliğine son vermek; proletaryanın iktidarını gerçekleştirip kapitalizmi yok ederek burjuva özel mülkiyetin olmadığı sınıfsız ve sömürüsüz sosyalist sistemi kurmaktır. Sosyalizm komünist sisteme gidiş yolu üzerinde ara geçiş dönemidir.” Burada yazılanlar doğru tespitlerdir. Devamında KKP’nin hedefinin komünist toplum olduğu, KKP’nin proletarya diktatörlüğünü savunduğu belirtilmektedir. Burada yapılan tespitlerin yeri tüzük değil, parti programıdır. Tüzük, komünist partinin örgütsel yapı ve işleyişinin genel kurallarını tespit eden bir belgedir. Tüzük, bir program veya program açıklamasının özeti değildir.
Birleşik bir parti
Kürdistan Komünist Partisi’nin örgütlenmedeki çıkış noktası doğru bir konumda değildir. Buna çatıdan da başlanabilir. Bölgesel olarak da!
Aynı politik koşullar altında mücadele eden, aynı düşmana sahip olan değişik ulus ve milliyetlerden proleterlerin, komünistlerin örgütlenmedeki çıkış noktası nasıl olmalıdır?
Tüm ulus ve milliyetlerden öncü işçilerin yekpare bir partide birleşmesi. Bu yerel, bölgesel durumlara göre özerkliği dıştalamaz, tersine ön şart koşar.
Komünistlerin sömürüsüz, sınıfsız bir dünya hedefine varmada çıkış noktası proleter dünya devrimidir. Proleter dünya devrimi çıkış noktası alınmadan, sınıf mücadelesi bu bakış açısıyla verilmeden sömürüsüz, sınıfsız bir dünya hedefine varılamaz. Sömürüsüz, sınıfsız bir toplumu kurmak için, kapitalist sistemin, sermayenin egemenliğinin tüm dünyada yıkılması gerekir. Sermayenin egemenliğini yıkacak sınıf, kendisinin kurtuluşuyla birlikte tüm insanlığın kurtuluşunu da gerçekleştirebilecek, bizzat kapitalist sistemin ürünü olan ve sonuna dek devrimci tek sınıf işçi sınıfıdır, proletaryadır.
Sermayenin egemenliği uluslararasıdır. Bu yüzden, bütün ülkelerin işçilerinin kurtuluş mücadelesi de, ancak bu mücadele, uluslararası sermayeye karşı ortak bir mücadele olduğu zaman başarıya ulaşabilir.
Marx ve Engels, Komünist Partisi Manifesto’unda bu düşünceyi, “Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz” şiarıyla dile getirmişlerdir.
Marx ve Engels, “işçilerin anavatanı yoktur” tespitini de yapmışlardır. Çokça yanlış yorumlanan bu tespitin gerçek içeriğini Lenin şöyle ortaya koymaktadır: “’İşçinin anavatanı yoktur’ –bu a) onun ekonomik konumu ulusal değil, bilakis uluslararasıdır; b) onun sınıf düşmanı uluslararasıdır; c) onun kurtuluşunun koşulları da uluslararasıdır; ve d) uluslararası işçi birliğinin ulusal birlikten daha önemli olduğu anlamına gelir.” (“Ulusal ve Sömürgesel Ulusal Sorun Üzerine”, Lenin, İnes Armand’a 20 Kasım 1916 tarihli mektuptan, s.472, İnter Yayınları, Aralık 1998, İstanbul)
Proleter dünya devriminin çıkış noktası alınması, devrim için mücadelede, uluslararası işçilerin birliğinin çıkış noktası alınması ve yürütülen her mücadelenin, bu amaca hizmet edip etmediğinin sorgulanmasını gerektirir.
Bütünle parça ilişkisi, tam da bu noktada gündeme gelmektedir. Parça mı bütüne, yoksa bütün mü parçaya bağlı ele alınmaktadır. Komünistler, soruna proleter dünya devrimi açısından yaklaştığından, parçayı bütüne bağlı ele alırlar.
T.C. çok uluslu, çok milliyetli bir devlettir. Egemen güç sömürgeci Türk burjuvazisidir. Kuzey Kürdistan, bu sömürgeci devletin egemenlik alanı içindedir. Kuzey Kürdistan, Türkiye’nin bütün milliyetlerinden işçi ve emekçilerini sömüren Türk burjuva devletinin işgali altındadır, onun tarafından yönetilmekte, ezilmekte, sömürülmektedir. Kuzey Kürdistan devriminin hedefi, T.C.’nin diğer egemenlik alanlarında olduğu gibi, Türk burjuva devletidir. Türkiye’de başta Kürt ulusu olmak üzere bütün ezilen ulus ve milliyetlerin düşmanı sömürgeci Türk devletidir. Sömürgeci Türk devleti yıkılmadan, ulus ve azınlık milliyetlerin özgürlüğü söz konusu olamaz. Aynı politik koşullar altında mücadele eden, aynı düşmana sahip olan Kürtlerin, Türklerin, Arapların ve değişik milliyetlerden proleterlerin, birleşik bir komünist partisi çatısı altında örgütlenmeleri, komünistlerin örgütlenmedeki çıkış noktası olmalıdır. Örgütlenmedeki çıkış noktası, tüm ulus ve milliyetlerin proletaryasının ortak düşmanı karşı birliğinin sağlanmasıdır.
Birleşik bir parti çatısı altında örgütlenme demek, bölgesel özellikler dikkate alınarak özel örgütlenmelerin, içinde bölgedeki tüm milliyetlerden işçilerin birlikte örgütlenecekleri bölge partilerinin oluşturulmasının engeli değildir. Komünistlerin görevi, ulusların, milliyetlerin proleterlerini ve emekçilerini demokratik halk devrimi mücadelesinde birbirine yakınlaştırmaktır. Milliyeti ne olursa olsun tüm proleter ve emekçilerin faşist Türk devletine karşı mücadelede ortak bir sınıf savaşımı içinde yer almaları zorunludur. Bunun olmadığı yerde ulusal baskı ve hak eşitsizliğinin gerçek anlamda ortadan kaldırılması mümkün değildir.
Referandum bağlamında
“KKP, sömürgeci Türk hâkimiyetinin ortadan kaldırıldığı tamamen özgür ortamda, kapitalizmi yıkmış sosyalist Türkiye’den ayrılma ya da birlikte kalmanın belirlenmesi için, Kuzey Kürdistan’da referanduma başvurmayı reddetmez. Referandum sonucunda eşit haklara sahip iki cumhuriyetli federasyon ya da bağımsız devlet olmaktan hangisi belirlenirse belirlensin KKP, Kürdistan Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ve egemenlik haklarını titizce savunur.” Burada yapılan tespitler doğrudur, ancak eksiktir. KKP, referandum yapıldığında hangi görüşü savunacaktır? Sosyalist bir Türkiye ile birliği mi savunacak ya da Kürdistan’ın ayrı bir devlet olmasını mı savunacaktır? “Sömürgeci Türk hâkimiyetinin ortadan kaldırılmış olduğu tamamen özgür ortam” faşist Türk devletinin devrimle yıkılmış olduğu, işçi ve emekçilerin iktidarını kurduğu bir ortamdır. Bunun dışında “tamamen özgür bir ortam” zaten mümkün değildir. Bu şartlarda ezilen ulus komünistlerinin savunacağı şey tabii ki, özgürce ayrılma hakkının korunduğu şartlarda, bir devlet içinde birliktir! Komünistler, demokratik halk devletinde bütün uluslardan, milliyetlerden işçi ve emekçilerin gönüllü birliğinden yanadır. Sömürgeci devletin yıkılmasının ertesinde komünistler, “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği” biçiminde federatif bir çözümü savunur. Referandum propagandası sırasında da ayrılıktan yana değil birlikte federatif bir yapının propagandasını yapar. Özgür birlikte yaşamak için mücadele yürütür. Hangi sonuç çıkarsa çıksın, demokratik halk devleti sonucu saygıyla karşılayacaktır.
KKP, “20. Yüzyılın sonunda ”reel sosyalizm”in çöküşüne tanık olduk. Sosyalizm tarihinin bir dönemi kapandı. Bağlantısız ülkeler hareketi dağıldı. Emperyalist – kapitalist sistem yeniden dünyanın tek egemen sistemi haline geldi” tespitlerini yapmaktadır. Biz “reel sosyalizmin çöküşü” ve SB’de geri dönüş sorununu şöyle görüyoruz: Sovyetler Birliği’nde 1956’da iktidar tümü ile revizyonistlerin eline geçti. Sosyalizmden geri dönüşün siyasi ve ekonomik temellerini 2015’te araştırıp ortaya koyduk. Bu araştırmamızın “Genel Değerlendirme” tezlerimizi sizinle paylaşmak istiyoruz.
“Bir Genel Değerlendirme Denemesi/Tezler
1. Rusya (daha sonra SSCB), şimdiye dek, RKP(B) (Daha sonra SBKP (B); 1952 den sonra SBKP) önderliğinde sosyalist devrimin zafer kazandığı ve proletarya diktatörlüğünün bir süre de olsa yaşandığı tek ülkedir. Bu yüzden sosyalizmin inşası ve sosyalizmden geri dönüş konusunda yapılan analizin çıkış noktası olarak Sovyetler Birliği deneyimi temel alınmalıdır. Bugünkü mücadelemiz için öncelikle Sovyetler Birliği’ndeki toplumsal süreçlerin teori ve pratiğinin değerlendirilmesi ve bunlardan öğrenilmesi gereklidir.
2. İkinci Dünya Savaşı ertesinde kurulan halk demokrasili devletler, proletarya diktatörlükleri değildir. Buralarda proletarya diktatörlüğüne geçiş için olumlu şartlar doğru bir biçimde değerlendirilmemiş; proletarya diktatörlüğü marksist-leninist öğretisi çarpıtılarak, demokratik halk iktidarları, proletarya diktatörlüğünün özgün bir biçimi ilan edilmiştir. ÇHC’de BPKD döneminde proletarya diktatörlüğünün kurulması yönünde belli radikal atılımlar yaşanmış olmasına rağmen, proletarya diktatörlüğüne geçiş başarılamamıştır.
3. İlk proletarya diktatörlüğü deneyimi olan Paris Komünü 72 gün yaşamıştır. Paris Komünü sosyalizmin inşası konusunda ancak genel bazı ilkeleri ve alınması gereken tedbirleri ilan edebildi ve fakat bunları hayata geçirebilecek durumda değildi.
4. Sovyetler Birliği’ndeki sosyalist inşa deneyimi, insanlık tarihi açısından anlık bir zaman dilimi içinde yaşanmış olan ilk ve şimdiye kadarki tek sosyalizmi inşa deneyimidir. Gerisinde hatalarından da öğreneceği herhangi bir sosyalizmi inşa deneyimi yoktur. Pratik inşa konusunda hemen her şey, Lenin tarafından Rusya devrimi pratiği içinde geliştirilen, yeni bir aşamaya yükseltilen Marksizm’in teorisine de dayanarak, deneme/yanılma yoluyla da öğrenerek yapılmak durumundadır. Toplumun bütün çalışma ve diğer yaşam alanlarında; temelde ve üst yapıda, sınıf ilişkilerinde, tüm insani ilişkilerde gerekli olan radikal değişiklikler konusunda hemen her şey pratikte ilk kez yapılmak durumundaydı. Her ilkte olduğu gibi, pratik içinde deneyip, eleştiri özeleştiri yöntemiyle doğru olan, ileriye götüren bulunmak, işe yaramayan bir kenara konmak zorundaydı. Bazen ilerlemek için geri adımlar atıp, başka yollar, yöntemler bulunmak, yeniden başlamak gerekiyordu. Sömürüsüz, antagonist sınıfların olmadığı bir toplum yaratmak, devrimi kesintisiz sürdürerek komünizme yürümek projesinin bu ilk gerçek uygulamasında yanlışlar, yetersizlikler, kimi çıkmazlara girmek kaçınılmazdı.
5. Sovyetler Birliği’nde proletarya diktatörlüğü 1917 Ekim Devrimi’nin hemen ertesinde kuruldu. Fakat bu proletarya diktatörlüğü ilk yıllarında emperyalist devletlerin dış desteğine sahip iç gericiliğe karşı bir iç savaş yürütmek zorunda kaldı. Bu dönemde uygulanan savaş komünizmi, iktidarın ayakta kalabilmesi için uygulanan, geçici ve zorunlu bir aşama idi. Batı Avrupa’da beklenen sosyalist devrimler gelmeyince Rusya tek başına, etrafı emperyalist kapitalist dünya ile çevrili olunan şartlarda, sosyalizmi tek ülkede inşa görevi ile karşı karşıya kaldı. Proletarya diktatörlüğü devrimin ilk yıllarında esas olarak demokratik devrimin çözülmemiş görevlerini çözdü. İç savaş kazanıldıktan sonra geniş köylü kitlelerinin, kent küçük ve orta burjuvazisinin proletarya diktatörlüğüne karşı, karşı devrim saflarına geçmesini engellemek ve sosyalizmin maddi temellerini geliştirmek için NEP’e geçildi. 1929 yılında kırda karşı devrimin sınıfsal temelini oluşturan kulaklara karşı, kısıtlama siyasetinden tasfiye siyasetine geçildi. Bu siyaset aslında sömürücü burjuvazinin arta kalan kesimini sınıf olarak ortadan kaldırmak için ikinci bir devrim hareketi idi. Bu devrim 1934’de kulakların sınıf olarak tasfiyesi ile zafere ulaştı.
6. Sovyetler Birliği’nde proletarya diktatörlüğü şartlarında çok zor şartlar altında, etrafı emperyalist ve gerici abluka altındaki tek bir ülkede sosyalizmin inşasına girişilmiş ve sosyalist inşada kısa sürede büyük başarılar elde edilmiştir.
7. Sovyetler Birliği’ndeki sosyalizmi inşa deneyimi, inşa döneminde yapılan bütün hatalara rağmen, proletarya diktatörlüğü şartları altında hayatın bütün alanlarında işçiler ve emekçiler lehine muazzam kazanımların mücadeleyle elde edilebileceğini, işçi ve emekçilerin hayatının proletarya diktatörlüğü şartlarında kökten değiştirilebileceğini göstermiştir. Hiçbir sonraki gelişme, hiçbir “geri dönüş” proletarya diktatörlüğü altında elde edilen muazzam kazanımları ortadan kaldıramaz, unutturamaz. Bu bağlamda proletarya önderliğindeki demokratik halk iktidarları döneminde de işçiler ve emekçiler açısından hayatın her alanında elde edilen kazanımlar, hiçbir burjuva iktidarı döneminde kazanılmış ve kazanılabilecek başarılarla karşılaştırılamayacak kadar büyüktür.
8. Sovyetler Birliği’nde 1917’de Ekim Devrimi ertesinde kurulan proletarya diktatörlüğü, proletaryanın öncü kesimini kazanmış olan, proletarya ile yoksul köylülüğün ittifakını pratikte sağlamış olan Komünist Partisi’nin (Bolşevik Parti’nin) iktidarı hiçbir burjuva partisi ile paylaşmadığı bir diktatörlüktür. Bolşevik Parti bu diktatörlüğün siyasi yönetici/yönlendirici gücüdür.
9. Sovyetler Birliği’nde proletarya diktatörlüğü, Kruşçef modern revizyonist kliği şahsında, burjuvazinin SBKP(B)’de ve dolayısıyla SBKP(B) önderliğindeki tüm devlet ve ekonomi aygıtında iktidarı ele geçirmesi ile sonlanmıştır. Revizyonizmin egemenliği burjuvazinin egemenliğidir. Revizyonizmin egemen olduğu yerde proletarya diktatörlüğünden, dolayısıyla sosyalizmden de söz edilemez. Revizyonizmin egemenliği altında “yaşayan sosyalizm” ülkeleri ilan edilen ülkeler, gerçekte yeni tipte bir burjuvazinin, bürokrat-teknokrat devlet burjuvazisinin sosyalist maskeli, sosyal faşist diktatörlükleridir.
10. Modern revizyonist Kruşçef kliğinin Sovyetler Birliği’nde iktidarı bütünü ile ele geçirdiği SBKP 20. Parti Kongresi’nde resmen ilan edilmiştir. 20. Parti Kongresi’nin önemi, açıkça bütünlüklü revizyonist bir çizgiyi Parti Kongresi’nin yüksek otoritesi ile resmi parti çizgisi haline getirmesidir.
11. SBKP’de revizyonizm bir anda, 20. Parti Kongresi ile egemen hale gelmemiştir. Bu tarih, bu egemenliğin resmen ve açıkça ilan edildiği tarihtir yalnızca. Revizyonizm aslında Stalin’in parti önderliğini yaptığı yıllarda da değişik biçimlerde kendisini göstermiştir. Reziyonizm, Sovyetler Birliği’nde 1930’lu yılların ortalarından itibaren parti, devlet ve ekonomi örgütlerinde yöneticiler arasından çıkan, ekonomik olarak küçük üreticilerin ve kolektif çiftçilerin; devlet işletmeleri ve kolektiflerde yöneticilerin; parti ve devlet bürokrasisinde kendi çıkar ve imtiyazlarını “sosyalizm” maskesi adı altında siyasi olarak savunan görüşler biçiminde kendisini göstermektedir. Sovyetler Birliği’nde 1930’lu, 1940’lı yıllarda da bu görüşlere ve taşıyıcılarına karşı sürekli ideolojik ve siyasi mücadele yürütülmüştür. Bu mücadelede yöntemde yer yer küçümsenmeyecek hatalar yapılmıştır. Yöntemdeki bu hatalar revizyonistlere önemli fırsatlar sunmuş, revizyonistler kendilerini gizleme imkânı bulmuştur. 1950’li yılların başlarında yer yer kendisini gizleyen revizyonizm parti içinde çok önemli mevziler kazanmış durumdadır.
12. Bunda, bir yandan İkinci Dünya Savaşı içinde verilen muazzam kadro kayıpları ve diğer yandan İkinci Dünya Savaşı ertesinde yeniden inşada kazanılan büyük başarıların yarattığı “sosyalizm kesin zafer kazandı, artık geri dönüş mümkün değildir” düşüncesinin yaygın olduğu ortam, belirleyici rol oynamıştır. Aslında bu düşüncenin yanlış olduğunu, 1952’deki 19. Parti Kongresi Raporu’nun “Parti” bölümü açıkça ortaya koymaktadır. 19. Parti Kongresi’nin “Parti” başlıklı bölümü aslında revizyonizmin parti içinde ne büyük tehlike haline gelmiş olduğunu göstermektedir. SBKP içinde ve DKH içinde İkinci Dünya Savaşı ertesinde iyice gelişen revizyonist görüşlere karşı en başta Stalin mücadele etmiştir.
13. Stalin’in 1953 Mart’ında ölümü SBKP’deki revizyonistlerin önündeki tek ve son freni de ortadan kaldırmış, Stalin’in ölümünden sonra, Temmuz 1953’te yapılan MK toplantısında, Kruşçef revizyonizmi ekonomi politikasında, Stalin’in katıldığı Politik Ekonomi Ders Kitabı tartışmalarında görüşlerini açıkladığı, “SSCB’de Sosyalist Ekonominin Problemleri” adı altında toplanan yazılarında açıkça karşı çıktığı kimi kararları almayı başarmıştır. Söz konusu toplantıda alınan ilk ekonomik kararlardan biri Makine Traktör İstasyonları’nın tasfiyesine götürecek yolu açan bir karar; bir diğeri ağır sanayinin öncelliğini konjonktürel olarak gören bir karardır. Bu aslında revizyonizmin daha Stalin’in son döneminde, partinin yönetici kesimi açısından çoğunlukta olduğunu, bu kesimin kendisini gizlediğini gösteren bir olgudur. Revizyonist çizginin daha bu dönemde resmi parti çizgisi haline gelmesini engelleyen faktör Sovyetler Birliği ve SBKP ve bütün Dünya Komünist Hareketi içinde haklı bir saygınlığa ve otoriteye sahip olan Stalin’in varlığıdır.
14. Bu durum 1953-1954 yıllarında SBKP içinde örgütlenmiş olan komünistlerin önemli bölümünün de gerçek anlamda Marksizm-Leninizm bilimini içselleştirmiş komünistler olmadığını, parti üyelerinin çoğunluğunun marksist-leninist görüşlerle, Marksizm-Leninizm adına savunulan revizyonist görüşler arasındaki ayrımı yapacak durumda olmadığını göstermektedir. Bu durum revizyonistlerin görüşlerini önemli bir direnişle karşılaşmadan parti çizgisi haline getirebilecek durumda olduklarını göstermektedir. Öncü örgütün durumunun bu olduğu bir ortamda Sovyetler Birliği’ndeki sosyalizmin henüz işçi ve emekçi kitlelere mal olmamış, yeterince gelişmemiş olduğu çıplak bir gerçektir. Sonuçta bir kişinin varlığı veya yokluğu sosyalizmin varlığı veya yokluğunu belirleyecek durumdaysa, o zaman Sovyetler Birliği’nde işçi ve emekçilerin sosyalizme sahip çıktıklarını, onu içselleştirdiklerini söylemek, sosyalist düzenin geri döndürülemeyecek biçimde sağlam olduğunu söylemek yanlıştı, yanlıştır.
15. Bu durumda Stalin’in ismi ve kişiliği etrafında yaratılan kişiye tapma kültünün büyük payı vardır. Bu kültün arkasına en ateşli Stalin savunucuları olarak gizlenen revizyonistlerin gerçek yüzünü tabandaki birçok gerçek komünist ve sosyalizmi gerçekten isteyen işçi ve emekçi yığınları görmemiş, görememiştir. Kişiye tapma kültü aslında geçmiş sömürücü toplumlardan devralınan bir kötülüktür. Stalin konusunda kişiye tapma kültünün yaratıcıları ve en ateşli savunucuları ve geliştiricileri, 20. Parti Kongresi’nde bu külte karşı mücadele adına Marksizm-Leninizm’e saldıran revizyonistler olmuştur. Başta Stalin olmak üzere SBKP içindeki ML’lerin bu külte karşı mücadeleleri yeterli bir mücadele değildir. Bunun tehlikeleri marksist-leninistlerce yeterince görülmemiştir, tersine bu tehlike küçümsenmiştir.
16. Geri dönüş konusunda marksist-leninistlerin yaptığı en önemli teorik/siyasi hata, 1930’lu yılların ortalarında ulaşılmış olan büyük başarıyı (eski toplumun sömürücü sınıflarının tasfiye edilmiş olmaları başarısını) “kapitalizmin restorasyonunun tüm kaynaklarının kurutulması” olarak değerlendirmiş olmalarıdır. Bu her dönemde de var olan küçük üretimden; kolektif çiftlik mülkiyeti içinde gelişen küçük mülkiyetten; kolektif çiftlik mülkiyetinden/grup mülkiyetinden kaynaklanan ekonomik, ideolojik ve siyasi tehlikelerin küçümsenmesi veya görülmemesi anlamına geliyordu. Eski toplumun kalıntılarının gücünün, geleneklerin, alışkanlıkların gücünün küçümsenmesi anlamına geliyordu. Bunun yanında geri dönüş sorunu yalnızca eski kapitalist toplumun -şimdi sınıf olarak tasfiye edilmiş olan sömürücü sınıflarının iktidarının yeniden kurulması sorunu olarak görülüyor; bizzat yeni kurulan toplumun içinde yönetici bürokrat-teknokrat kesim içinden yeni bir burjuvazinin çıkma tehlikesi yeterince görülmüyordu. Sovyetler Birliği’nde sosyalizmden “Geri dönüş” eski sömürücü sınıfların iktidarının restorasyonu biçiminde değil, sosyalizmde yeni toplumun bağrından çıkıp gelişen yeni tipte bir burjuvazinin, bürokrat-teknokrat devlet burjuvazisinin iktidarı ele geçirmesi biçiminde oldu.
17. Bu yeni tipte burjuvazinin özelliği esas olarak, üretim araçları üzerinde özel mülkiyete sahip olan, bu konumları ile üretim aracı üzerinde özel mülkiyete sahip olmayan ve yaşamak için emeklerini satmak zorunda olan, işçileri-emekçileri sömüren eski tipte burjuvaziden ayrı olarak, üretim araçları üzerinde özel mülkiyete sahip olmamasıdır. Bu burjuvazi tanımını üretim araçları üzerinde özel mülkiyet üzerinden tanımlayan Marksizm için yeni bir olgu, yeni bir görüngüdür. Sosyalist Sovyetler Birliği’nde ve yeni demokratik ülkelerde ortaya çıkan ve gelişen bu yeni tipte burjuvazinin emekçileri sömürüsü doğrudan özel mülkiyet sahipliği üzerinden ücretli emek satın almak ve artı değere bu yolla el koymak biçiminde yürümez. Bunlar görünürde toplumun diğer üyeleri gibi toplumdan emekleri karşılığında, emekleri oranında pay alan bürokratlar, teknokratlardır. Bunları diğer emekçilerden ayıran temel özellik yönetici, karar alıcı, toplumsal mülkiyetin nasıl kullanılacağı konusunda belirleyici konumlarıdır. Bunlar toplumsal mülkiyet üzerinde tasarruf hakkına sahiptir. Neyin, ne ölçüde, nasıl üretileceğine, toplumsal ürünün kimler arasında nasıl paylaşılacağına son çözümlemede bunlar karar verir. Toplumsal mülkiyetin nasıl kullanılacağına karar verme konumları, onları toplumun diğer kesimlerinden ayırır. Sosyalist demokrasinin henüz fazla gelişmemiş olduğu, toplumda sosyalist komünist düşüncelerin henüz içselleştirilmemiş olduğu bir ortamda -ki bu başlangıcında, kapitalist toplumdan çıkıp gelen bir sosyalist toplum, birkaç kuşak içinde zaten olacak bir iş değildir- bu kesimin bu konumunu kendi zenginleşmesi için kullanması için bütün şartlar vardır. Bu kesimin bu konumlarını kendi zenginleşmeleri için kullanmaları halinde, bu kesimin ekonomik olarak da, toplumsal zenginlikten toplumun geri kalan büyük çoğunluğundan onlarca kez fazla alması; imtiyazlarını sürekli genişletmesi ile ortaya yaşam tarzları itibarıyla, toplumsal zenginlikten aldıkları pay itibarıyla kapitalist toplumdaki burjuvaziden özde farkı olmayan partiyi, sosyalist devlet aracını kullanan yeni tipte bir burjuvazi çıkar: Bürokrat/teknokrat devlet burjuvazisi. Modern Revizyonizm bunların ideolojisi ve siyasetidir.
18. Sovyetler Birliği’nde sosyalizmden “geri dönüş”ün ekonomideki sınıfsal temelleri şunlardır:
Sanayide: Devlet işletmelerinde büyük ekonomik fonların (müdür fonu) yönetimi tek başlarına kendilerine verilmiş olan, büyük imtiyazlara ve imtiyaz dağıtma imkânlarına sahip işletme müdürleri; onların yardımcıları; işletme bürokrasisinin yönetici kesimleri; işletmelerde plan hedeflerine varıldığında ve bunlar aşıldığında büyük ikramiyeler alan kısım şefleri. Birçoğu işçilikten çıkıp gelen, “yükselen” yeni teknokrat Sovyet aydınlarıdır. Tabii ki burada saydığım kesimler içinde yozlaşmayan komünistler de vardır. Bunlar revizyonizmin egemenliği sürecinde tasfiye edildiler.
Tarımda: Sovhozlarda ve en başta da kolhozlarda toplumsal fonların kullanılmasında belirleyici konumda olan, büyük fonların nasıl kullanılacağı konusunda “tek başlarına” karar verme yetkisine sahip yöneticiler; bunların yardımcıları; bunların yanında kolhozlarda giderek büyüyen kolhoz çiftçilerinin “kişisel çiftlikler”indeki özel mülkiyet ve küçük üretim; bunların yanında küçük üretimin henüz bütünüyle tasfiye edilmemiş; kolhoz çiftçilerinin özel/kişisel küçük üretiminin eklenmesi ile giderek büyüyen küçük özel mülkiyet ve küçük özel üretim. Burada da yukarıda yaptığım sınırlama geçerlidir. Her sovhoz yöneticisi vb. mutlaka yozlaşacaktır diye bir kural yoktur.
Hizmetler ve Finans alanında: Devletin hizmet örgütlerinin yöneticileri de hem karar verici konumları, hem toplumsal zenginlikten aldıkları pay, hem imtiyazları ile yeni tipte burjuvazinin parçalarıdır. Finans alanında devlet tekeli vardır. Bunların yöneticileri de -ki tümü partilidir- yozlaşmaları halinde, yeni tipte devlet bürokrat/teknokrat burjuvazisinin parçalarıdır.
19. Bu yeni tipte bürokrat devlet burjuvazisi üretim araçları üzerinde özel mülkiyete sahip olmaksızın da var olabilir. Ama küçük özel mülkiyete de, küçük özel mülk sahiplerinin de desteğine ihtiyacı olduğu sürece ve ölçüde bir itirazı yoktur. Tersine bu kesimin de temsilciliğini yapar, onun gelişmesinin yolunu açar. Uzun vadede üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin bilinçli tasfiyesi gündeme getirilmediği zaman, özel mülkiyete dayalı kapitalizmin devlet kapitalizmi yanında gelişmesi, bu sektörün büyümesi ve kendisini dayatması kaçınılmazdır. Bu yöndeki gelişmede bürokrat devlet kapitalistleri klasik kapitalizme geçiş sürecinde ülkenin en büyük “özel” patronları haline gelirler. Rusya’da “oligarklar” denen kesim bu gelişmenin bir örneğini sunmaktadır.” (Bkz. Bolşevik Partizan sayı 171, s.71-77, Nisan 2015)
Diğer bazı konular
Parti programınızda eksik olan veya yanlış anlamalara yol açacak olan kimi saptamalar var: Biz şöyle düşünüyoruz:
*Osmanlı devleti esas olarak askeri güç temelinde fetihlere dayanan merkezi feodal bir devlettir. Osmanlı devleti emperyalist bir devlet değildir. AKP hükümetinin Osmanlı devletinin güçlü yapısına öykündüğü doğrudur.
*Türkiye orta düzeyde gelişmiş kapitalist bir devlettir. Andaki durumda Türkiye emperyal hedefler peşinden koşmaktadır. Ancak Türkiye henüz emperyalist bir devlet değildir. Önü kesilmezse Türkiye emperyalist bir devlet olma yönünde ilerlemektedir.
*Parti programında ülke isminin yazılması doğrudur. Ancak “milletimiz Kürt Milleti” diyerek, partinin bir ulusun partisi olduğunu yazması doğru değildir. Komünist partiler “ulus”un değil, sınıfın partisidirler. Kuzey Kürdistan ülkesinde küçümsenmeyecek oranda Kürt olmayan ulus ve milliyetlerden insanlar da yaşamaktadır. Kürdistan’da komünist partisinin görevi; Kürdistan’da yaşayan tüm ulus ve milliyetlerden işçi ve emekçilerin parti bünyesinde birleştirmektir. Eğer komünist partisi “milletimiz Kürt milletidir” açıklamasını yaparsa bu komünist bir tavır olmaz.
*Kadınlar bölümünde, kadınları “sahiplenici” bir dil kullanılmasını doğru bulmuyoruz. Metinde sürekli “kadınlarımız” deniliyor. Egemenlik ve kölelik sisteminin varolduğu koşullarda buna özel dikkat etmekte fayda vardır!
*16 değil, 18 yaşından küçük çocukların çalıştırılmasının yasaklanması en doğru olandır.
*Zorunlu eğitim’in 8 yıl değil 12 yıl olması bugünkü şartlarda doğru olandır. Demokratik halk devleti bütün vatandaşlarına 12 yıllık zorunlu, ücretsiz, tüm masrafları devlet tarafından karşılanan, içerik olarak gerçek anlamda laik ve demokratik eğitim sunacaktır.
Resmi dil
Programda bu konuda şöyle denmektedir:
“KDHC’nin resmi dili Kürtçe olacaktır. KDHC; Zazaca’nın yanısıra öteki parçalardaki Kürtçe lehçeleri arasında yer alan Sorani, Gorani ve Luri lehçelerinin Bağımsız Kuzey Kürdistan Halk Cumhuriyeti’nin üniversitelerinin Kürdoloji bölümlerinde öğretilmesini sağlayacaktır. Eğitim ve yazım dilinin tekleştirilmesi çabalarını destekleyecektir.” (Programdan)
Diğer yandan aynı programda şu da söylenmektedir:
“Kürdistan’da yaşayan halkların bütün milli ve demokratik hakları Kürdistan Anayasası’ndaki temel ilkeler dâhilinde tanınacak; kendi dili ile eğitim-öğretim, ibadet yapmalarına, mahkemelerde ve devlet dairelerinde dillerini konuşmalarına imkân sağlanacak; kendi yazılı basın, radyo, tv, sinema, tiyatro vb. araçlarını oluşturmalarına destek olunacaktır.” (Programdan)
Bu tavrın olduğu yerde, “resmi dil” Kürtçe’dir denilmesine gerek yoktur, bu yanlıştır. Kuzey Kürdistan’da yaşayan halkların kendi dillerini özgürce geliştirmesinin olanaklarının yaratılacağı herkese anadilde eğitimin sağlanacağı yazılması doğru ve yeterlidir.
*Kürt ulusu uluslaşma süreci içerisinde iken dört parçaya bölündü. Kuzey Kürdistan, T.C. devletinin “payı”na düştü! Kuzey Kürdistan’ın, Türkiye’nin genel ekonomisinden bağımsız, kendisine özgü bir ekonomisi olmadı. Olan, Kuzey Kürdistan’ın yaşamına kapitalizmin toplum hayatına girmesidir. Tabii ki sömürgeci devlet programda da belirtildiği gibi Kuzey Kürdistan’ın yeraltı ve yer üstü zenginlik kaynaklarını sömürmektedir.
Yoldaşlar,
Eleştiri ve önerilerimiz üzerine tartışacağınızı, dikkate alacağınızı ve parti basınınızda yayınlayacağınızı umuyoruz.
Bolşevik selamlar.
26 Nisan 2020