Home / Tartışma / TEŞKİLATLANMA ÜZERİNE TEZ ÖNERMESİ

TEŞKİLATLANMA ÜZERİNE TEZ ÖNERMESİ

Açıklama: Aşağıdaki yazı KKP – ÖSP ayrılıklarının su yüzüne vurmasından evvel, 2015 sonbaharında yapılan ÖSP II. Kongresi öncesinde ÖSP başkanı S. Çiftyüreğin bu kongrede görüşülmesi için tartışmaya açtığı Örgütlenme / Teşkilatlanma Üzerine Tez Önermesi’ni ele alıyor. ÖSP başkanının anti – Leninist örgütlenme anlayışını eleştiriyor. Bu gün de güncelliğini koruyan yazıyı okuyucularımıza sunuyoruz.

TEŞKİLATLANMA ÜZERİNE TEZ ÖNERMESİ

Bu yazıda Sinan yoldaşın Örgütlenme / Teşkilatlanma Üzerine Tez Önermesi üzerinde duracağım.

Yazı ‘’Aşağıdaki önerme II. Kongre ile III. Genel Kongre arası, ‘nasıl bir örgütlenme – teşkilatlanma geliştirmeliyiz’ sorusuna ilişkin görüş ve önerileri içeriyor’’, sözleriyle başlıyor. Amaç ‘nasıl bir örgütsel politika izleyeceğiz’ sorusuna II. Kongre’de verilecek cevap için bir tartışma zemini sunmak.

Sinan yoldaş yazısına “Üzerinde iyi düşünelim – tartışalım kolay karar vermeyelim ama karar verince de, her ne pahasına olursa olsun diyen, diyebilen bir kararlılıkla iki kongre arası arkasında duralım“ diyerek başlıyor. Böylece bunu, kongrede tartışılacak bir Tez olarak sunuyor.

‘’I – Ana Hatlarıyla Örgütsel Sorunlarımız’’ Başlıklı Bölüm Üzerine

Tezlerde sıralanan örgütsel sorunlar iki kategoride toplanabilir. Birincisi objektif durum. İkincisi subjektif sorunlar.

Objektif durum hakkında Sinan yoldaş şu tesbitleri yapıyor:

– Yol almada zorlanıyoruz. Örgütlenme amacıyla geliştirdiğimiz kimi hamleler çoğu kez yarı yolda kalıyor.

– Örgütlenmede Kürdistan’ın belirli alanlarında sıkışıp kaldık. Ülkemizin ulusal bakımdan duyarlı olan iç kentlerinde teşkilat kurmada zorlanıyoruz. Bulunduğumuz yerlerde derinleşip kök salamıyoruz.

– Mali imkansızlıklar
.
Subjektif sorunlar olarak kadroların nitelikleri ya da özellikleriyle ilgili tesbitler yapıyor:

– Kadro yapımızın ağırlıkları bulunuyor. Çoğu yaşlı, mekansal bağımlılıkları var.

-Kadromuz, çok şey istiyor – az iş üretiyor. Çok konuşuyor – az yürüyor. İstekleri ile yaptıkları arasında uçurum var.

– Kadromuzun çalışıp çalışmadığını açığa çıkartan işleyişimiz zayıf.

– Kadromuz, başkası gibi kendisini de ya tanımlayamıyor ya da abartılı tanımlıyor.

– Yönetici kadromuz, parti tabanının eleştirisine yeterince açık değil. Eleştiri kültürüne yeterince açık değil.

Sorunları böyle sıraladıktan sonra şu sonuca varıyor: Bu durum değişmezse ÖSP örgütsel yapısı sürdürülemez.

Sinan yoldaş yazısının bu bölümünde yer yer çözüm önerileri de araya sıkıştırıyor. Örneğin şunları öneriyor:

– Kadroların istekleri ile yaptıkları arasındaki açı farkını ortadan kaldıracak ya da en aza indirecek sistem üretmeliyiz.

– Kadroların çalışıp çalışmadığını, iş ve görevlerini başarıp başarmadıklarını açığa çıkartan; kadrolar arası komünist yarışı da teşvik eden ve sistemin kadroyu çalıştırdığı teşkilatlanma! Öyle ki öğrenen – öğreten, aklı olan çalışma sistemini yaratalım.

– Kadroların hepsinin kendini yeniden tanımlaması, kendine ilişkin nesnel bir tarifi partiye sunması. Başat ve vasat yeteneklerini ortaya koyması. Böylece partinin her kademesinde farklılıkların birliğine dayanan takım çalışmasını geliştirebilelim.

Burda araya sıkışmış üç çözüm önerisi aslında ikiye indirgenebilir: a- Sistem (Bunun ne olduğu burada net değil, ama başka yazılarında var) yaratma, b- Kadroların kendilerini tarif etmesi. Böylece Takım Çalışmasını geliştirebilelim.

Sinan yoldaşın değinmediği ama bir süredir su yüzüne vuran bazı sorunlar daha var:

1- Özellikle Avrupa’daki yoldaşlarla ülkedekilerin arasında taktik konularda farklı yönelişler ve farklı davranışlar var. Parti taktikleri ve yönelişleri ile ilgili görüş ayrılıkları var.

2- Bir örgütlenme aracı olarak yayın politikasında sorunlar var, yayın bir örgütlenme aracı olarak hizmet etmiyor, bu boşluğu dolduracak bülten vb. gibi başka bir araç da yok, yayının bir yayın kurulu bile yok.

3- Aziz Mahmut Ak’ın istifası.

4- Parti kararları yaz boz tahtası gibi. Alınmış bir karar ertesi gün değiştiriliyor ve yepyeni bir karar alınıyor.

5- Çoktandır biriken kriz iyice patlak verince tartışmalar kişilik tartışmalarına dönüşüyor; yoldaşlar birbirlerine : – sen şusun,- sen busun, diyerek veryansın ediyor.

Sinan yoldaş bu sorunlara doğrudan yaklaşmıyor, dolaylı biçimde değiniyor. Örneğin Avrupa ile ülke yapısının tek merkezde birleştirilmesini öneriyor. Besbelli ki bu konuda bir sorun var ve yoldaş, bu metinde bu soruna doğrudan değinmese de çözüm önermekle dolaylı yoldan değinmiş oluyor. Oysa iki yapının ayrıştırılmasını öneren kendisiydi.

Tezlerde sıralanan sorunlardan ilk ikisi merkez yönetimle ilgili:

– Yol almada zorlanıyoruz. Örgütlenme amacıyla geliştirdiğimiz kimi hamleler çoğu kez yarı yolda kalıyor.

– Kürdistan’ın iç kentlerinde teşkilat kurmada zorlanıyoruz.

Üçüncüsü yani:

– ‘’Bulunduğumuz yerlerde derinleşemiyoruz’’ meselesi hem merkez hem de bölgelerle ilgili.

Sorunların gelip düğümlendiği yer merkez yönetimi olarak görünüyor.

Sinan yoldaş bu üç sorunun nedenleri arasında iki hususu öne çıkarıyor: Kadroların nitelikleri ve örgütlenme politikasındaki eksiklikler.

Sinan yoldaş kadroların nitelikleri konusunda olumsuz bir tablo sunuyor: İş yapmayan, ne başkasını ne kendini tanımlayamayan, çok konuşan bir kadro tablosu çiziyor; kadromuzun çok şey isteyip az iş ürettiğini, çok konuşup az yürüdüğünü, istekleri ile yaptıkları arasında uçurum olduğunu söylüyor.

Yoldaşın kadrolar hakkında yaptığı tasvir, işletmesindeki işçileri beğenmeyen bir işletme müdürünün tasviri gibi.

Örgütlenme politikasındaki eksiklikleri ise kadroyu çalıştıran bir sistemin, öğrenen – öğreten, aklı olan çalışma sisteminin olmaması olarak açıklıyor. Yoldaşın kafasındaki teşkilatlanma kadronun çalışıp çalışmadığını açığa çıkartan, başarı ya da başarısızlığını saptayan, kadrolar arası yarışı teşvik eden, sistemin kadroyu çalıştırdığı postmodern bir kapitalist işletme teşkilatlanması gibi… Kullandığı kavramlar dahi kapitalist firmaların daha fazla kazanç elde etmesi için geliştirdikleri örgüt teorilerinden ödünç alınma. Burada firmanın yerini parti örgütü, ‘insan kaynağı’ (işçinin postmodern işletme örgütü teorilerindeki adı bu; işçi artık para gibi, hammadde gibi, teknoloji gibi bir kaynaktır) kavramının yerini parti kadrosu alıyor. Hatta Sinan yoldaş yer yer ‘insan kaynağı’ terimini de kullanmakta sakınca görmüyor.

Sinan yoldaş, kadromuzun çok şey isteyip, az iş yaptığını söyledikten sonra, ‘kadro yapımızın çalışıp çalışmadığını açığa çıkartan işleyişimiz de zayıf’ diyor. Önce ‘kadro yapımızın çalışıp çalışmadığını açığa çıkartan işleyiş’ nedir, bundan ne anlaşılmalıdır?

ÖSP tüzüğünde Büyük Kongre’den sonra en yetkili merkez yönetim organı Parti Meclisi’dir. En az üç ayda bir toplanmaktadır.

Tüzük’te Genel Başkan da Büyük Kongre tarafından seçilen bir tür kurum gibi düzenlenmiştir. Oldukça geniş yetkiler de verilmiştir. Hem Parti Meclisi, hem Merkez Yürütme Kurulu’nun doğal üyesi ve başkanıdır. Meclis Grubu toplantılarına da başkanlık yapabilmektedir. Yetkili kurullarca verilen kararların uygulanmasını sağlamaktadır.

Merkez Yürütme Kurulu bu iki organdan sonra gelmektedir. Parti Meclisi üyeleri arasından seçilen bu organ üç haftada bir toplanmakta ve iki PM toplantısı arasında PM adına tüm politik ve örgütsel çalışmaları düzenlemekte ve yürütmektedir. Genel Başkan bu kurulun da toplantılarına başkanlık yapmaktadır.

ÖSP tüzüğü gereğince Parti Meclisi gerekli gördüğü takdirde: ‘’Parti işlerini düzenleyen yönetmelikleri belirler, örgüt ve işleyişle ilgili kararları alır’’, ‘’Partide ihtiyaç duyulan konularda partili ve partisiz kişilerin katıldığı danışma ve uzmanlık kurullarını oluşturur.’’ ‘’Parti içi yaşam ve eğitimi ve parti yayınlarını planlayıp örgütler ve yönetir.’’

ÖSP tüzüğü sadece Parti Meclisi’ne değil; Merkez Yürütme Kurulu’na da örgütsel konularda ‘sınırlı’ yetkiler veriyor: ‘’İki PM toplantısı arası PM adına tüm politik ve örgütsel çalışmaları düzenler ve yürütür.’’ ‘’Genel Merkez’de görevlendirilecek kadrolu elemanların sayısı ve görevlerini saptar ve atamalarını yapar.’’

Sinan yoldaş ‘’kadromuz’’ derken muhtemelen hem merkez organlarda yer alan kadroları hem de il yönetiminde yer alan kadroları kastediyor.

PM üç ayda bir, MYK üç haftada bir toplandığı halde, Sinan yoldaş ‘kadro yapımızın çalışıp çalışmadığını açığa çıkartan işleyişimizin zayıf olduğunu’ söylüyor. Bu toplantılarda kadro yapımızın çalışıp çalışmadığı açığa çıkartılamıyorsa, başka türlü nasıl çıkartılır? Toplantılar niye yapılıyor? Ne konuşuluyor? Kadro yapımızın ne yapıp ne yapmadığı konuşulmuyor mu? Konuşuluyorsa neden açığa çıkmıyor?

Merkez yönetim organlarındaki yani PM ve MYK’deki kadroların çalışıp çalışmadıklarını açığa çıkartan işleyiş bu organların düzenli toplantıları, bu toplantılara sunulan faaliyet raporları ve hesaplardır. MYK, toplantılarında kimlerin ne yaptıklarını ve yakın gelecekte ne yapacaklarını saptar, Parti Meclisi’ne sunar, PM’nde kimin ne yapıp ne yapmadığı bir kez daha ele alınır, görüşülür. Bu kadar sık toplanan bu organlarda kimin ne yaptığı açığa çıkmıyorsa ortada çok tuhaf bir durum var demektir.

Merkez yönetiminin tek tek kadrolarının ne yapıp ne yapmadığını denetleyecek olan organ bizzat kendisidir; merkez yönetimin organ olarak çalışıp çalışmadığını değerlendirecek olan ise kongredir. Bunun dışında bir sistem yoktur.

Eğer konu il yönetim kurulları ise burda da aynı ilke geçerlidir. Ayrıca merkez yönetim ile il yönetim kurulları arasındaki ilişkiler ise tüzük tarafından belirlenmiştir.
Diğer bir mekanizma düzenli rapor işleyişidir. Yukardan aşağıya, aşağıdan yukarıya ve yatay, yani organ içi… Eğer bu işleyiş varsa kadro yapımızın çalışıp çalışmadığını açığa çıkartan işleyiş de var demektir; eğer böyle bir işleyiş yoksa yapılacak olan ilk iş toplantıların düzenli yapılmasını, tutanakların ve kararlarının belgelenmesini ve rapor işleyişinin hayata geçirilmesini sağlamaktır.

Fakat hayır! Sinan yoldaş başka bir çözüm öneriyor:

‘Kadroların başarı – başarısızlığını açığa çıkartan, kadrolar arasında komünist yarışı da teşvik eden ve sistemin kadroyu çalıştırdığı teşkilatlanma! Öyle ki öğrenen – öğreten, aklı olan çalışma sistemini yaratalım.’’

Sinan yoldaş, kapitalist işletme örgütlenmeleri ve yönetimleri ile ilgili geliştirilmiş teorileri öyle benimsemiş ki; bunları genel olarak komünist dünya görüşünün, özel olarak marksist leninist örgüt teorisinin süzgecinden geçirme gereği bile duymuyor. Kalın harflerle yazılan sözler tamamen işletme örgütlenmeleri için geliştirilmiş teorilerden alınma kavramlardır.
Kavram deyip geçmeyelim, kavramlar olguları açıklamak için geliştirilen anahtarlardır, teorilerin temellerini kavramlar oluşturur. Bunlar onları üreten beyinlerin zihniyet tarzını, sınıfsal bakış açılarını yansıtır. Eninde sonunda amaç, çıkarları savunulan sınıfın eline teorik bir silah sunmaktır.

Sinan yoldaş işçi verimliliğini artırmak için kafa patlatan Akıllı Örgüt / Ekonomik Akıllı Örgüt yöneticilerinin mantığıyla düşünüyor; ama kadrolar için verimlilik terimini kullanmıyor, bunun yerine üretkenlik, başarı – başarısızlık gibi kelimeler kullanıyor. Bu üretkenliği açığa çıkartan ve, tıpkı işletmelerde işçiler arasında yarışı teşvik eden kapitalistler gibi, komünistler arasında da yarışı teşvik eden, sistemin kadroyu çalıştırdığı bir teşkilatlanma öneriyor. İş komünistler arası yarışa ve bunu teşvik edecek metotlar uygulamaya kaldıysa yandık! Bu yarışta daha eski, sınanmış ya da genç ve gelecek vaad eden ama ‘ağırlık ve bağımlılıkları bulunan’ bir kadro daha geride kalırken, işini gücünü yoluna koymuş, yoldaşın deyişiyle sırtındaki ağırlıkları epeyce hafifletmiş bir yoldaşın maratonu kazanacağı kesindir.

Örnek vereyim: Partiye bağış toplamak için bir kampanya açılacak. İşe önce parti yapısından ve çevresinden başlamak gerek. A il örgütü bir toplantı yapıyor ve hali vakti biraz iyi bir yoldaş bir işçi maaşı kadar bağış vereceğini söylüyor; onu takibeden biri, o kadar değilse de yarısını verebilirim diyor, bir başkası çeyrek veririm diyor. Derken gözler il başkanını arıyor. Başkan eh, iyi kötü geçiniyor, ama doğrusu üçte bir oranında bir bağışı bile uzun süredir verecek durumda değil. Ezile büzüle bir rakam söylüyor; sonra borç arıyor. Gidip önce en yüksek rakamı söyleyen yoldaştan istiyor, o da haklı olarak daha önce aldıklarını ödemesini söylüyor, arada biraz dargınlık falan da olmuşsa, alttan alta başkanın rezil olmasını istiyor, zaten rakamı öyle söylemesi de bundan. Neticede başkan çuvallıyor. Ve sonuç toplantısında bütün gözlerin kendisine döndüğü esnada istifasını açıklıyor. Oysa, parası yoksa da, o ilin en fazla çalışanlarından biridir. Al sana, komünist yarışma!..

Denecektir ki Akıllı Örgüt, bunu da düşünür! Düşünür mü, düşünmez mi meselesi bir yana, başkan istifa etmiştir, morali bozulmuş, şevki kırılmıştır. Öte yandan Akıllı Örgüt bu tür teferruatlarla fazla ilgilenmez; onun odaklanma noktası, zihniyet tarzı en yüksek verimi, başarıyı elde etmektir. Kafa buna göre çalışır; burda insan sadece bu amaca hizmet eden bir araçtır, özne değil, nesnedir.

Başka bir örnek verelim. Diyelim ki bir gösteri düzenlenecek, ama polis saldırısı bekleniyor, gözaltına alınma ihtimali yüksek. Gençlik örgütü toplanıyor ve buraya güçlü bir şekilde katılma konusunu tartışıyor. O da ne? En atik gençlerden biri o gün çok önemli bir sınavı olduğunu, buna mutlaka katılması gerektiğini söylüyor. Ama başka bir genç yoldaş heyecanla atılıyor: ‘Düzeni olanlar, düzeni değiştiremezler; ya o, ya bu!’ Genç biraz düşünüyor, katılmaya karar veriyor. Aksi gibi gözaltına düşüyor; direniyor, sapasağlam çıkıyor; tabii sınavdan çakıyor ve bir sene kaybediyor… Hikayeyi uzatmayayım. Yoldaşının anlayışsızlığına güceniyor, araya güvensizlik, soğukluk giriyor; artık her eylemde, o yoldaşın kendisi için bir tezgah kurup kurmadığını düşünmeye başlıyor. İlişkiler gerginleşiyor ve sonuçta istenmeyen durumlar ortaya çıkıyor…

Komünist yarış herhangi bir akıllı sistem tarafından teşvik edilerek ortaya çıkan bir yarış değildir; doğrudan doğruya tabandan, işçilerin kendi ‘sivil’ insiyatiflerinden, doğal olarak gelişen bir yarıştır. Denetleme ve teşvik sistemleriyle olmaz; mücadele geliştikçe, zamanla ortaya çıkar; yapay yöntemlerle değil.

Sinan yoldaşın, kadro yarıştırma, kadroların üretkenliklerinin denetimi, onların çok şey isteyip az iş üretmek yerine, daha az şey isteyip daha çok iş üretmesi; çok konuşup az yürümek yerine, az konuşup çok yürümesini sağlayacak özellikler taşıyan aklı olan çalışma sisteminin kurulmasında kilit rol verdiği aygıt ise (5 Ocak 2015 tarihli yazısında tasvir ettiği tipte bir) Teşkilatlanma Bürosudur. Bu büroyu Akıllı Örgüt’ün beyni gibi düşünüyor. Büro kadrolar hakkında informasyon toplayacak, analiz edecek ve buna göre üretkenliği yükseltme planları yapacak. Kafasında tasarladığı, en azından bahsettiğim yazıda sunduğu model bu.

Merkez yönetiminin kendi içinde şu ya da bu büroyu oluşturması için herhangi bir engel yoktur. Bunun için özel kongre kararı gerekmez. Böyle bir büro, gerekli idiyse, bugüne kadar pekala oluşturulabilirdi. Bu konu bir TEZ konusu gibi öne sürülecek kadar bilinmeyen bir konu değil. Kongrenin tartışıp çözeceği bir konu da değil. Kongre parti politikalarını tartışır. Program ve tüzüğü önceden tartışılmış ve netleştirilmiştir. Tüzük, seçilecek olan merkez yönetime gerekli yetkileri vermektedir. Bu yönetim ister teşkilatlanma bürosu kurar, isterse başka bir büro. Bu böyleyken, kongre gündemine teknik bir sorun, bir nüans olan Teşkilatlanma Bürosu sorunu neden getiriliyor? Nedeni açık: klasik sınıf partisi modeli yerine işletmecilik mantığına dayalı yeni tipte bir örgütlenme anlayışı ileri sürülüyor.

Sinan yoldaşın TEZ Önermesi’nde 5 Ocak tarihli yazıda andığı Teşkilatlanma Bürosu’na hiç atıf yapılmış değil, bu kelimelerin adı bile geçmiyor. Ama aynı mantık, aynı düşünüş tarzı olduğu gibi duruyor. Öyleyken bir de bu kelimelerden bahsetmemesinin nedeni ne? Şu: Önemli olan şey isim değil; yeter ki ‘’Kadroların başarı – başarısızlığını açığa çıkartan, kadrolar arası komünist yarışı teşvik eden ve sistemin kadroyu çalıştırdığı teşkilatlanma! Öyle ki öğrenen – öğreten, aklı olan çalışma sistemini yaratalım.’’ Buna firmaların personel müdürlüğünü andıran Teşkilatlanma Bürosu adı mı verilir, başka bir ad mı verilir; hiç önemli değil.

ÖSP tüzüğünde merkez yönetimin, ki bu Parti Meclisi’dir, gerekli göreceği kurulları oluşturacağı yazılıdır. ‘’Partide ihtiyaç duyulan konularda danışma ve uzmanlık kurulları’’ oluşturabilir. Ama tüzük gereği kurulması öngörülmüş tek kurul şu anda MYK’dır. Tüzükte adları anılmasa da Teşkilatlanma Bürosu ve başka büroları kurması önünde engel yoktur. Ama bunların hiç biri PM üstünde olamaz, onun kadrolarını denetleyemez; tersi doğrudur. Tüm bu kurullar PM’ne bağlıdırlar. Kadroların çalışıp çalışmadığını açığa çıkartacak olan işleyiş budur.
Sinan yoldaşın kadrolar hakkındaki değerlendirmesi o kadar olumsuz ki bundan ancak ÖSP’nin değil bir parti, bir dernek kadar bile olmadığı anlamı çıkar:

‘’Kadromuz, başkası gibi kendisini de ya tanımlayamıyor veya abartılı tanımlıyor. Hepimizin … kendini yeniden tanımlamaya ihtiyacı var.’’

Kadro nedir, kimler kadrodur? Parti kadroları partinin merkez ve il yönetimlerinde ve basın, gençlik örgütü, kadın örgütü, sendika yönetimlerinde yer alan üyelerdir. Vasıflı üyeler, yöneticiler, uzmanlar… Kadro bunlardır. Oralara kural olarak seçimle gelirler. Kadroların bir kısmı profesyöneldir. Yani parti çalışmasının bütün alanlarına az çok vakıf olmakla beraber, esasen bir veya birden fazla alanda derinleşmiş ve yoğunlaşmıştırlar.

Bu kadroların ağırlıkları, aile düzenleri, sosyal düzenleri, iş hayatları, çoluk çocukları olabilir; kural olarak her üye gibi, kadrolar da kendi geçimlerini kendileri sağlamalıdırlar. Bu durumda 24 saatlerinin tümünü parti faaliyetine ayıran kuş kadar hafif devrimciler olmaları beklenemez. Ama partinin böyle kadrolara da ihtiyacı vardır ve böyle kadrolara sahip olmayan bir parti fazla gelişemez. Böyle kadroların ve ailelerinin temel ihtiyaçlarını parti karşılar.

Gerek kadro olsun, gerek üye olsun parti faaliyetleri yüzünden hapse düşenlere ve ailelerine, yaşamını kaybedenlerin geride kalan yetimlerine hem parti, hem imkanı olan üyeler yardım eder.

Partiye emek vermiş, ama şu ya da bu nedenle parti dışına düşmüş, karşıt saflara geçmemiş eski üyelerle dostluk ilişkileri koparılmaz; muhtaç durumda olanlara olanaklar ölçüsünde yardım edilir; kara günlerinde ak günlerinde yanlarında olunur.

Partinin üyelerine ve kadrolarına yaklaşımı budur; olanakları, gücü dahilinde.

Parti amaç ve gönül birliği içinde olanlar topluluğudur. İşletmelerde ücret karşılığı çalışan, patronları tarafından kaç saniyede kaç parça ürettiğine kadar ölçülerek ona göre muamele edilen; işi bitince ya da iş organizasyonunun değişmesi nedeniyle kendisine ihtiyaç kalmayınca kapı dışarı edilen insanlar değildir. Bundan parti içinde üstlendiği görevleri yapmayan, yahut disiplin kurallarını ihlal eden kimselere göz yumulacağı anlamı çıkmaz. Tüzük gereği ne ise o yapılır. Yani parti hukukuna göre işlem yapılır.

Sinan yoldaş maksadı aşan sözler söylüyor. Bunun sebebini onun düşünce tarzına bağlıyorum. Sinan yoldaş örgüt teorisine dair Leninci ilkelerin yerine Amerikan düşünce kuruluşlarınca geliştirilen ve kapitalist işletmelerin daha fazla kazanması için örgütlenme modelleri, metotları sunan teorilere gereğinden fazla paça kaptırmış görünüyor. Bu konuda dili bile onlardan alınma kavramlar kullanıyor. Mesela ‘sistemin kadroyu çalıştırdığı teşkilatlanma!’ diyor ve peşine bir de ünlem koyuyor. Arkasından ‘öğrenen – öğreten, aklı olan çalışma sistemi’ yaratmaktan söz ediyor.

Burjuvaziden öğrenmek iyi, ama burjuvazi için geliştirilen teorilerin mantığını unutmadan. Bu mantık elemanı iliğine kadar sömürmek mantığıdır. Ödül ceza sistemi vardır, elemanların karakterleri hakkında ölçümler yapar, müşterilerin eğilimlerini anlamak için bilgi havuzları açar vs. Sonra bir sistem düşüncesi kurar, bu sistemde herkes yolunacak kazdır, ama öyle olduğunu hissetmemesi için bazı tedbirler konmuştur. Bu tedbirler sayesinde kaz, kendini sistemin parçası olarak görmeye koşullandırılır ve sistemin işleyişinin herkese, bu arada kendisine kazanç sağladığını sanır. Bu sanıyı vermek için teşvik primleri verilir. Kazanan patrondur, ama kaz mutludur. Kaz kendisini özgür hisseder, sisteme dahil oldukça kanatlandığını sanır, iflahı sökülünceye kadar çalışır ve bir gün sistemin dışına atılır.

Sinan yoldaş ‘Ana Hatlarıyla Örgütsel Sorunlarımız’ başlıklı bölümde örgütsel tıkanma nedenlerini özet olarak üç noktaya bağlıyor: a- Kadroların ehven nitelikleri, b- Kadroları çalıştıracak sistem (öğrenen – öğreten, Aklı Olan sistem) yokluğu, c- Mali imkansızlıklar.

Bu bölümü ‘’Özetlediğimiz mevcut politik ve örgütsel durumu devam ederse, ÖSP örgütsel yapısı moda ekonomik tabirle sürdürebilinir olmaktan çıkabilir! Dolayısıyla kadromuz; görev üstlendiği alanda, ya ‘kimse yok bu alanda; ben ve bir avuç kadroyla yeniden örgüt yaratacağız’ diyerek işe koyulacak ve yol alacak, ya da tehlike çanları çalacak demek!’’ sözleriyle bitirerek; çözümün kilit öznesini kadrolar olarak tanımlıyor. Örgütsel sorunları baştan sona ‘ekonomik örgüt’ terimleriyle tarif eden Sinan yoldaş, ÖSP’yi bekleyen akıbeti de ‘moda ekonomik tabirle’ açıklıyor: ’özetlediğimiz mevcut politik ve örgütsel durumu devam ederse, ÖSP örgütsel yapısı moda ekonomik tabirle sürdürebilinir olmaktan çıkabilir!’

Ancak tezlerin bu ilk bölümündeki özetlemede ÖSP’nin ‘mevcut örgütsel durum’u tasvir edilmişken; ‘mevcut politik durumu’ hakkında herhangi bir özetleme, değinme göze çarpmıyor.
Örgütsel sorunlar parti taktiğinden kopuk ele alınamazlar. Ama önce Sinan yoldaşın Tez Önermesi’ndeki sıralamayı izleyelim. Bu konuya tekrar döneceğiz. Tezlerin ikinci bölümüne geçelim.

‘’II- Ana Hatlarıyla Yapılacaklar’’ Başlıklı Bölüm Üzerine

‘’Ana Hatlarıyla Örgütsel Sorunlarımız’ başlıklı bölümde tasvir edilen sorunların nedenleri üç noktada toplanmıştı: Kadrolar, Sistem ve Para. Dolayısıyla da ana hatlarıyla yapılacakların ele alacağı konuların bunlar olması beklenir. Zaten Sinan yoldaş da ‘’Ana hatlarıyla örgütsel meselelerimiz bunlar. Mesele sorunlarımızın listesini çıkarmak değil çözüm üretmektir’’ diyerek, bunun işaretini veriyor. Sinan yoldaş ‘’Bu açıdan ÖSP PM 27 Haziran toplantı sonuç perspektifi önemli’’ diyerek bu toplantıda benimsenen yaklaşımı aktarıyor. Burda üç seçenek sunuluyor. Bunlar üzerinde tartışılması ve II. Kongre’de bir karara varılması öneriliyor:

‘’II. Kongre hazırlık tartışmalarını yürütürken ‘nasıl bir örgütsel politika izleyeceğiz’? Bu sorunun yanıtı kilit önemdedir. Bu açıdan yüzleştiğimiz mesele şudur:

a- Ya; profesyonel ve yarı profesyonel kadrolara dayalı, belli başlı görev ve sorumlulukları PM ve MYK içerisinde merkezileştiren bir örgütlenme planını uygulayacağız. Örneğin; dış ilişkiler, teşkilatlanma, işçi hareketi, kadın ve gençlik mücadelesi, maliye gibi belli başlı görevleri Parti Meclisi ve MYK içerisinde merkezileştiren bir yapılanma üzerinden gideceğiz. Bu yönelim az çok profesyonel bir merkezi tarif eder.

b- Ya; yine Kürdistan ve Türkiye’yi birkaç alt bölgeye bölerek ve elbette Parti Meclisi ile MYK üyelerini de bu alt bölgelere göre uygun dağıtımını yaparak, ‘herkes kendini bulunduğu bölgeyi merkez kabul edip III. Genel Kongre’ye gelsin’ diyeceğiz. Böylece her bölge bulunduğu alanı merkez kabul ederek büyümeyi genişlemeyi esas alacak.
Bu yönelimde ise, III. Genel Kongre’ye kadar merkez zayıf kalacak. Bunu bilerek davranacağız.

c- Ya da, bir üçüncü seçeneği tartışıp önümüze koymalıyız. Bu konuda da somut yazılı, sözlü görüş, öneri ve tezler şimdiden tartışma sürecine aktarılmalıdır’’ denilmişti.
Demek ki örgütlenme – teşkilatlanma odaklı çalışma sistemi üretmede, yukardaki alternatiflerden biri veya farklı bir sistem üzerinden netleşmemiz gerekiyor.’’

ÖSP PM ‘nin 27 Haziran toplantı sonuç perspektifi birbiriyle çelişen bir tesbit ile bir öneriyi içeriyor. Tesbite göre ‘’PM ve MYK’nun ‘ülkeyi’ (burdaki ülke Tükiye ve Kürdistan) altı alt bölgeye ayıran ‘’ÖRGÜTSEL VE SİYASAL ÇALIŞMANIN ANA HATLARI’’ başlıklı teşkilatlanma – örgütlenme planında fiiliyatta önemli aksamalar yaşanmış; buna uygun görev dağılımı yapılmış; ama plan Tuncay yoldaşın beklenmeyen ölümü ve Aziz Mahmut yoldaşın istifası gibi gelişmeler nedeniyle yarım yamalak uygulanmış.’’

Bu önemli ölçüde aksayan ve yarım yamalak uygulanan plan şimdi bir kez daha gündeme getiriliyor; fakat bir farkla: Kongreden ya bu öneriyi (b- şıkkı); ya a- şıkkında belirtilen planı ya da üçüncü bir seçeneği tartışıp kabul etmesi isteniyor.

Yukarda değinmiştik, ÖSP tüzüğü PM’ne uygun bulduğu örgütlenme planları yapma ve uygulama yetkisi veriyor. Gerek kongrenin saptayacağı politikalar, gerek PM tarafından güncel duruma göre saptanacak olan politikalar PM tarafından hayata geçirilecektir. PM, partinin güç ve imkanlarını, kadroların durumunu vb. hesaba katarak örgütlenme planları hazırlayacak ve hayata geçirecektir. Planlama, ayrıntıların dikkate alınmasını, mevcut potansiyelin gözönünde bulundurulmasını gerektiren hassas bir çalışmadır. Kongre hangi örgütlenme modelinin uygulanacağını saptayacak olan faktörleri tek tek gözönünde bulundurup planlama yapamaz. O yüzden tüzük bu görevi kongreye değil; kongrede seçilen PM’ne vermiştir.

Buna rağmen şu ya da bu plan ve model kongre gündemine getirilemez mi? Elbette getirilir. Tüzük değişikliği gerektiren örgütsel politikalar kongrede kararlaştırılır.

Başarısızlıkla sonuçlanmasına rağmen b- şıkkında ifade edilen plan bu kez de kongre gündemine neden getiriliyor?

Bu model Sinan yoldaşın çoktandır savunduğu ‘gövdeden örgütlenme’ modelidir. Bir çeşit yatay örgütlenme modeli. Sinan yoldaş Ecevit’in ‘tabandan örgütlenme’ modeli ile Bolşeviklerin ‘tepeden örgütlenme’ modeli arasında bir ara model tasarlamıştır. 21’inci Yüzyıl’ın komünist örgütlenme modeli olarak bunu önermektedir. Buna göre partinin merkez kadroları merkezi görevlere değil, dağıldıkları bölgelerdeki görevler üzerine yoğunlaşacak, ‘ayağımın bastığı yer merkezdir’ anlayışıyla ‘gövdede güçlü’ bir örgütlenme yaratacaklardır. Böylece güç yoğunlaşmasının merkezde toplanması önlenecek, parti her tarafında güçlü bir yapı olacaktır. Merkeze gelince merkez biraz zayıflayacak ama etrafında bir kaç yardımcı sekreter bulunan güçlü bir Genel Başkan olduktan sonra mesele yok!

Bu, tüzük değişikliği gerektirir. Komunist parti örgütlenmesinde ya o, ya bu, ya da üçüncü seçenek modelleri yoktur. Model, parti tüzüklerine içerilmiş olandır.

PM kadrolarının bölgelere gidip oralarda faaliyetlere katılması, bunun için aralarında görev paylaşımı yapması ayrı bir şeydir. Fakat her bölgeyi ‘ayağının bastığı yeri merkez’ görecek şekilde temel alıp enine ve dikine örgütlemesi gereken kurum bölgelerin kendi özerk yönetim organlarıdır. Bu, ÖSP tüzüğünde İl Örgütleridir. Bu örgütler kendi alanlarında birer merkez durumundadırlar. PM kadrolarının rutin ziyaretler ya da dönem dönem bir süre beraber çalışmalar yapmak yoluyla genel merkezle il örgütleri arasında gidip gelmesi bu durumu değiştirmez.
PM kadrolarının bölgelerin başına atanmaları sadece merkezi zayıflatmakla kalmaz, bölgeleri de zayıflatır, onların insiyatifini kırır, ‘ayaklarını bastıkları yeri merkez haline getirmelerini’ önler.

Yeni alanlara yayılır, yeni örgütler kurarken ne olacak? Bu PM’nin görevidir. Özel bir kongre kararına gerek yoktur. PM gözüne kestirdiği, politik bakımdan önemli bulduğu yerlere, imkanlarını da zorlayarak örgütleyiciler gönderecektir. Fakat merkezde imkanları zorlamanın sınırları vardır. Örgütlenme kadrosu gittiği yerlerde de yeni imkanlar yaratmaya çalışacaktır. Gittiği yerlerde başarılı olduğu takdirde bazı imkanların da oluşacağı açıktır.

PM, bu amaçla teşkilatlanma bürosu kurabilir mi? Tüzüksel bakımdan engel yoktur. Bir partinin yığınlar arasında örgütlenebilmesi için en zorunlu organlardan biri olan teşkilatlanma bürosu, klasik tanımı çerçevesinde, oluşturulabilir; ama Sinan yoldaşın tasarladığı tarzda değil.

O halde geriye a- şıkkı kalmaktadır. Daha doğrusu olanaklar dahilinde uygulanması gereken örgütlenme modeli bu olmalıydı. Bu, tüzüğün de gereğidir; bizim kendi deneylerimizin de, devrimci komünist partilerin yüzyıllık deneylerinin de. Bunu uygulamak için kongre kararına bile gerek yok. Tüzük açık.

Bir yoldaşın beklenmeyen ölümü, bir başkasının istifa etmesi, bir diğerinin hapse düşmesi gibi terslikler halinde PM bu boşluğu bir biçimiyle takviye edebilecek, ya da hedef küçülterek çalışmaların sürekliliğini sağlayabilecektir. Ama diğer durumda faaliyetlerin önemli ölçüde aksayacağı, yarım yamalak kalacağı deneyle açığa çıkmıştır. 27 Haziran tarihli PM perspektifi bunu teyit etmektedir.

Profesyönel ve yarı profesyönel kadrolar meselesi de kongrede değil, buna olanak olup olmadığını bilebilecek durumda olan PM’nde kararlaştırılmalıdır. Bu gün olanak olmaz, ama yarın bir yoldaş, partiden destek almadan böyle bir imkana kavuşabilir. Mirasa konabilir, devrimcilere sempati duyan zengin bir dulla evlenebilir, daha başka olanaklar doğabilir… Parti bu imkana eriştiğinde zaten yapmalıdır.

Sonuç olarak, kongreyi değişik sistem meseleleriyle meşgul etmeye gerek yok.

‘’III- İki Kongre Arası (iki yıllık sürede) Varmak İstediğimiz Bellibaşlı Hedefler Olarak’’ Başlıklı Bölüm Üzerine

Bu bölümde önce, yani a- şıkkında, ÖSP’yi üç aşamada siyasete müdahale edebilen bir parti haline getirme hedeflendiği belirtildikten sonra bu aşamalar sıralanıyor:

İlk aşamada bir yandan yeni teşkilatlar kurarken aynı süreçte belli başlı kentlerde işçi emekçiler arasında tutunup kök salma ve derinleşme hedefi belirleniyor. Süre olarak üç – dört yıllık bir zaman öngörülüyor.

Yeni teşkilatlar kurmak için şimdiden hazır bir altyapı, ön örgütlenme var mı; bunu bilmiyorum. Nerelerde yeni teşkilatlar kurabiliriz? Hangi belli başlı kentler? Bu soruların cevapları Tezlerde yok.

Yeni ilişki kurulan veya kurulacak olan kentlerde parti teşkilatları açmadan önce onların parti adı ve sembolleriyle pratik etkinliklerde öne çıkması, mümkünse çeşitli dernekler kurmaları, ondan sonra parti teşkilatları açılması uygun olur kanısındayım. Daha önceden ilişkilerimizin mevcut olduğu, fakat uzun süredir atıl kaldıkları yerlerde de aynı süreç takip edilmelidir; ama buralarda hedefe daha kısa sürede varılabilir.

Yeni teşkilat kurma esnasında bunların tabelaları var olan, ama etkinlikleri bulunmayan partiler olmamaları için hazırlık dönemi önemlidir. Parti bir yerde tabela açmadan önce var olduğunu hissettirebilmelidir. Bu da daha teşkilat olarak ortaya çıkmadan önce siyasi süreçte ismi geçen, varlığını gösteren bir güç olmakla mümkündür. Tabela ondan sonra açılmalıdır; genel merkez gelişmeleri izlemeli, yardımcı olmalı, gerekirse zaman zaman kadro göndermeli, ama mümkünse parti teşkilatı açma talebinin bizzat onlardan gelmesini sağlamalıdır. Partinin açılması ordaki yoldaşların talebi haline gelmeli, onlar genel merkezi zorlamalıdır. Fakat bu pasif genel merkezin pasif bekleyeceği anlamına gelmez, her adımda desteklemeli, yol göstermeli, yüreklendirmeli, ihtiyaçları halinde yanlarında olmaya çabalamalıdır.

İkinci Aşama: parti örgütlerimizi bulundukları yerlerde az çok sürece müdahale edebilen siyasal aktörler haline getirmek olarak belirleniyor. Bu, daha baştan, hatta teşkilat kurmadan önce hedeflenmesi gereken temel bir fonksiyondur. Parti bunun için vardır. Sürece müdahale etmek, çok kuvvetli olmayı gerektirmez. Gücün kadar müdahale edersin, hem de daha baştan itibaren. Bu, ayrı bir aşama değil, bütün parti faaliyetleri boyunca izlenmesi gereken ana hattır.

Üçüncü aşama: merkezileştirilmiş yerel üzerinden ÖSP’yi ülke genelinde bir siyasal aktör haline getirmeyi başarma olarak belirleniyor.

Sinan yoldaşın bütünden değil parçadan, merkezden değil yerelden, yukardan değil aşağıdan siyasal aktör olma yaklaşımı arabayı atın önüne koyma yaklaşımıdır.

Yerel örgütlerin kurulması ve güçlendirilmesi güçlü bir merkezi faaliyet olmadan imkansızdır. Güçlü bir merkezi yönlendirme ile yerel örgütlerin tüm faaliyetleri ortak siyasal, pratik hedefler etrafında yoğunlaştırılabilir.

Devrimci parti çalışması, Liebknecht’in sözleriyle, birbirleriyle sıkı sıkıya bağlı üç temel üzerinde yükselir: Studieren, Propagandieren, Organisieren… Teorik İnceleme, Propaganda ve Ajitasyon ve Örgütlenme.

Birincisi, yani teorik üretim, ülkemizde ulusal ve sınıfsal mücadeleye etki eden bütün tarihsel, güncel, iç ve dış ekonomik, sosyal, politik etkenlerin derinlemesine araştırılmasını gerektirir. Böyle bir araştırma – inceleme çalışması sürekli olmak ve ülke genelinde yürütülen pratik mücadelenin verileriyle beslenmek zorundadır. Bu, merkezi bir faaliyettir; yerel ‘merkezler’in katkılarıyla beslenir, desteklenir. Aracı teorik yayın organları, inceleme – araştırma kitapları vb.’dir.

Merkezleştirilmiş ya da merkezleştirilmemiş yereller üzerinden ülkesel çapta / genellikte studieren / teorik üretim çalışması yapmak mümkün değildir. Herşeyden önce ciddi teorik çalışma yapacak kadro sayısı azdır. Bir partide bu türden insanlar bir elin parmaklarını geçmez. Bu sınırlı sayıda kadroyu ancak bir kaç merkezleşmiş yerele dağıtabilirsin. İkincisi merkezleşmiş yereller, lafta değil gerçekte merkezleşmiş olacaklarsa, teorik yayın organlarıyla da böyle olmalıdırlar. 10 merkezde 10 ayrı teorik yayın organı hem lükstür, hem ağır yüktür. Bunların yayınlanması ve dağıtılması için harcanacak emek ve para fuzuli savrulmuş olacaktır. Kaldı ki bu teorik organların düzeyinin adına layık olacakları da kuşkuludur.

Merkezleşmiş yereller üzerinden ülkesel çapta / genellikte Propagandieren / propaganda ve ajitasyon çalışması yapmak da aynı kapıya çıkar. Bütün partinin ülke genelinde aynı propaganda ve ajitasyonu yürütmesi yerel merkezlerden sağlanamaz. Yerel merkezler propaganda ve ajitasyonda parti merkezini takip ederler. Partinin yazılı ve sesli – görsel propaganda ve ajitasyon çalışmaları da merkezi yürütülmelidir. Şimdilik aylık, daha sonra haftalık ve nihayet günlük gazete ve televizyon kanalı merkezden yönetilmelidir. İllerdeki parti örgütleri var olan olanaklarını yerel propaganda aygıtları için harcamak yerine, merkezi desteklemelidirler. Bu, gerekli hallerde yerel bildiriler, bültenler çıkarmayacakları anlamına gelmez.

Merkezleşmiş yereller üzerinden ülkesel çapta / genellikte Organizieren / örgütlenme de olmaz. Yerellerdeki merkezler (yani il yönetim kurulları) kendi yörelerinde derinleşmeli; ayrıca parti örgütlerinin bulunmadığı komşu illere uzanmaya çalışmalıdırlar.

Merkezleşmiş yereller üzerinden ülkesel çapta / genellikte pratik politika yapılamaz. Yerellerdeki pratik politika ülkesel çapta / genellikte izlenen – belirlenen merkezi politikayı takip etmelidir.

Yerellerin güçlü yereller, kendi bölgelerinde merkezler haline gelmeleri merkezde güçlü bir merkezi faaliyetin olmasıyla mümkündür. Merkez kadrolarının gerek iş, gerek yerleşim mecburiyetleri yüzünden değişik illerde kalacakları açıktır. Bu kadrolar bulundukları ya da yakınlarındaki il örgütlerinin faaliyetlerine katılacaklardır. Ayrıca merkezden zaman zaman yollanan özel görevliler, propagandacı ve örgütçüler de yerel örgütlerle işbirliği içinde çalışacaklardır. Bütün bu değişik faaliyetlerden elde edilen sonuçlar merkez toplantılarında sentezlenecek ve ortaya çıkacak olan manzaraya göre merkezde yeni politikalar belirlenecektir.

Bu konuda, başka partilerin çalışma tarzlarını gözlemenin de yararı vardır. Mesela başka partiler, parti çizgisinde merkezi bir yayın organı, merkezi olarak belirlenen taktik ve örgütsel yönelişler tamelinde yerellerde merkezi politikaların hayata geçirilmesi çalışmalarını esas alırlar; bu, oralara özgü yerel çalışmaları engellemez; güçlendirir.

Yerellerin özerkliği, kendi çalışmalarını merkezi politikalar doğrultusunda kendi başlarına yürütebilmeleri, kendi yerel örgüt binalarının kiralarını ve örgütsel faaliyetlerini finanse etmek için fonlar ayırmaları (bu, belli bir norma bağlanmalıdır; mesela yerel örgütler, zorunlu masraflar dışında kendi gelirlerinin hiç olmazsa yüzde onunu bir fonda biriktirmeli, ihtiyaç halinde kullanmalıdırlar) güçlendikçe her yerel gerçekten bir merkez haline gelecektir. Parti lokallerinin her gün açık tutulması bir çok nedenle ilk başlarda mümkün olmayabilir; hatta uzun süre zorunlu bir ihtiyaç da olmayabilir. Bu gibi durumlarda çeşitli kurslar için lokaller haftada bir kaç saatliğine düşük bir ücretle kendi yoldaşlarımıza veya yakın çevremizdeki kimselere kiraya verilebilir; böylelikle hem burdan elde edilecek, hem de gelen kimselere yapılan çay vb satışlarından elde edilecek küçük katkılar değerlendirilebilir.

b- şıkkında yine, dönüp dolaşıp, ‘’belirlenecek örgütlenme sistemiyle başarı – başarısızlığın, verim – verimsizliğin, kadronun öne çıkan güçlü (başat) yönü ile vasat ya da zayıf yönü ayrımında pratiğin nesnel verilerini arkalama’’ fikri tekrarlanıyor. Parti faaliyeti, adeta kadroların verimini ölçme aracı. Parti faaliyeti bir verimlilik ölçme aracı olarak değildir; kadroları ve üyeleri, giderek yığınları istenen amaçlar doğrultusunda seferber etme, düzenleme aracıdır. Her adımda ölçülecek olan şey, kadroların ne yapığı değil, örgütün ne yaptığı ya da yapmadığıdır. Bu muhasebe esnasında tek tek kadroların yaptıkları – yapmadıkları, vasat ve gelişkin yönleri ortaya çıkacaktır. Esas olarak buna yoğunlaşılmalıdır. Aksi takdirde olay kim ne yaptı, ne yapmadı; kim başarılı, kim başarısız türünden kısır çekişmelere dönüşür.

Kadro verimi ölçme sisteminin amacı ise şöyle açıklanıyor: ‘Böylece kadrolarda, hedefledikleriyle yaptıkları arasındaki makası küçültmek!’’

Bir şirket müdürü açısından fena olmayan bu fikrin, bir parti için doğru olmadığı kanaatındayım. Sinan yoldaş meseleyi yine ters tarafından ele alıyor. Hedefleriyle yaptıkları arasındaki makasın küçültülmesi gereken özne ilk elde kadrolar değil; örgütlerdir, organlardır.

c- şıkkında ‘Teşkilatların olduğu mevcut illerde gelişme – büyüme – derinleşme ve il teşkilatları sayısını Kürdistan merkezli olarak 10’a çıkartmayı gerçekleştirme’ hedefi belirleniyor. Sinan yoldaşın tasvir ettiği kadro fotoğrafı ile belirlediği hedef birbiriyle çelişiyor. ‘Çok şey isteyen – az iş üreten, çok konuşan – az yürüyen, istekleri ile yaptıkları arasında uçurum olan, başkası gibi kendisini de ya tanımlayamayan ya da abartılı tanımlayan’ bir kadro yapısı iflah olmaz Sinan yoldaş. Bu tiplemeyi en az 25 yıldır yapıyorsun; 25 yılda kurulamayan sistem ya kurulamıyordur; ya da bize uymuyordur. 25 yılda değişmeyen kadroyu ise bundan böyle değiştirmek çok zordur. Bu durumda bu kadro yapısına dayanarak ne mevcut illerde derinleşmek, ne de parti gibi parti il teşkilatları kurmak mümkün değildir…

Böyle bir kadro tanımı yapıp, bu kadrolardan oluşan bir partiye genel başkanlık yapmak da ayrıca çelişkidir. Bence yanlış olan kadrolar değil; Sinan yoldaşın kadrolara bakış açısıdır. Sinan yoldaşın kadrolara bakış açısı şirket mantığıdır. Bu durumda kadroların istekleri ile yaptıkları arasındaki makastan daha büyük bir makas Sinan yoldaşla kadrolar arasında ortaya çıkmaktadır. Asıl bu makasın küçültülmesi gerekir.

d- şıkkında ‘mevcut parti üye sayısını en az ikiye katlamak’ hedefi konuyor. Burda ölçüt nedir, neden üç, dört ya da beş kat değil de iki kat öneriliyor; bu belirtilmiş değil. Üyelerin / kadroların niteliği hakkında onca yakınan Sinan yoldaş bu kadar problemli üye ile başa çıkamazken iki katı ile nasıl başa çıkacak; bu da ayrı bir problem.

e-, f-, g-, h-, i-, j- şıklarında belirtilen hedeflere katılıyorum. Bunlarla ilgili olarak mevcut durumun, potansiyelin net bir tablosu ve yapılabileceklerin somut bir taslağı kongreye sunulmalıdır.

IV- Bu maddedeki öneriye katılıyorum.

V- Bu maddedeki öneriye katılıyorum.

VI- Kongreye katılacak nicelik önemlidir. Doğal delegeler hariç, bunlardan kaçı delege, kaçı konuk? Umarım kongre delegelerinin nitelikleri, Sinan yoldaşın tasvir ettiği kadro tipinden farklıdır.

İsim değişikliği Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve yasalarında Kürdistan sözü yasaklıyken düşünülmemelidir. Bu noktada, istisnai olarak, şirket mantığıyla düşünebiliriz. Parti kapatılmasının ve yeniden açılmasının maliyet ve zaman kaybını kastediyorum.

VII- Böyle bir madde Teşkilatlanma Üzerine Tezler’de yok, ama parti taktiği ile örgütlenmesi arasında sıkı bağı gözden ırak tutamayız. Bu nedenle geçen dönemde izlenen seçim politikaları başta olmak üzere parti taktiği hakkında da görüşlerimi yazacağım. Bunu dolaşıma sokulan diğer metinleri değerlendirirken yapacağımı umuyorum.

Kongremize, ona katılacak, güç verecek delegelere, yoldaşlara şimdiden başarılar diliyorum.

21. 08. 2015

samet erdoğdu

Bölüme ait diğer yazılardan!

KKP PROGRAM KOMİSYONU’NA

Müslümanlaştırılmış Pontoslu Rumlar ve Devrimci Karadeniz adına Tamer Çilingir Yoldaşın, KKP Program taslağına yönelik yapmış …