Perşembe , Nisan 25 2024
Home / Uncategorized @tr / BOLŞEVİKLEŞME ÜZERİNE II – Veli Saltık

BOLŞEVİKLEŞME ÜZERİNE II – Veli Saltık

TÜRKİYEDE GELİNEN DÜZEY VE SORUNLARIMIZ

Özelde partimizin, genelde Türkiye komünist hareketinin önünde bolşevikleşme gibi bir görevin bulunduğu, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde, gözler önündedir.
Bolşevikleşme, bileşenlerine ayıracak olursak, üç ana alanı kapsayan bir görevdir: 1- İdeolojik bolşevikleşme, 2- Politik bolşevikleşme, 3- Örgütsel bolşevikleşme.
Kuşkusuz sorunun başı ideolojik bolşevikleşmedir. Çünkü, belirli bir ideolojik dünya görüşü, kandisine uygun politik taktikler, örgütlenme ve çalışma tarzını şart koşar. İdeoloji, diğerlerini kendiliğinden ve otomatik olarak çözmez ama diğer alanları da kapsayan bir bütünselliği kendi mantığı içinde dayatır. Bu nedenledir ki, III. Enternasyonal’i oluşturan eski sosyal demokrat partilerin devrimci kanatları işe ideolojik bolşevikleşme halkasından başlamışlardı. Çünkü onlar içerisinden geldikleri II. Enternasyonal’in politik ve örgütsel zaaflarının altında kaynak faktör olarak ideolojik zaafın ve oportünizmin yattığının bilincindeydiler. İdeolojik bakımdan kapitalizmin çöküşü ve proleter devrimlerin başlangıcı çağına girildiği sonucuna ulaşmamış, buradan hareketle proletarya diktatörlüğü uğruna mücadeleyi başa koymamış partilerin, elbette, birer savaş aygıtı, birer devrim partisi gibi örgütlenmeleri beklenemezdi.

İdeolojik hedeflerimize amaç diyecek olursak, parti, onlara erişmek için sahip olunması gereken bir araç, bir aygıttır. Yani esas olan amaçtır. Eğer laf olsun diye benimsenmemişse kendisinin elde edilmesi için gerekli olan aygıtı mutlaka talep eder. ”Daima hatırlanmalıdır ki, parti başlı başına bir amaç değil, savaşmak, proleterya diktatörlüğünü uygulamak ve sosyalizmi gerçekleştirmek için bir aygıttır. Onun örgütü bu büyük görevlerin çıkarına tabi kılınmalıdır. Bu, örgütsel alanda temel bolşevik kuraldır.” (V. Kolarov, Seçme Eserler, s. 137)

Bununla birlikte, ideolojik bolşevikleşme, asla, politik ve örgütsel bolşevikleşmenin kendiliğindenciliğe bırakılmasının gerekçesi olamaz. Her üç alan arasında diyalektik ilişki ve etkileşim mutlaka gözönünde bulundurulmalıdır. En kusursuz bir ideolojik dünya görüşü dahi onu çeşitli yönlerden hayata uygulamayı sağlayacak politik taktikler ve düzenli bir örgüt çalışması olmadan bir işe yaramaz. Son ikisi olmadan, iyi ideolojik araştırma grupları, iyi marksologlar ve belki de iyi bir propaganda örgütü çıkar ama hayatı yönlendiren bir parti ortaya çıkmaz.

Partimizin ihtiyaçlarının doğal bir sonucu olarak yazının ağırlık noktasını örgütsel bolşevikleşmenin oluşturacağını daha önce söylemiştik. Ancak diğer alanlara da kısaca göz atmakta yarar vardır.

İDEOLOJİK BOLŞEVİKLEŞME

Partimiz bu alanda ileri sayılacak bir konumdadır. İdeolojik bolşevikleşmenin esası en temel sorunların Leninist çözümlerini ortaya koymak ve her türlü oportünizmle kesin ayrım çizgilerini çekmektir. Partimiz bu sağlam temeli atmıştır. Fakat ideolojik bolşevikleşme süreci asla bitmiş sayılmaz. Bu temelden hareketle somut koşullara cevap verecek sürekli bir ideolojik çalışma, olayların Leninist inceleme yöntemiyle teorik tahlillerinin yapılması bir görev olarak her zaman vardır. Bunu yapmayan parti dogmatizme ve kısırlığa saplanır. Aksini ileri sürmek, marksizm – leninizme canlı bir ideoloji olarak değil de donmuş kalıplar içinde bir dogma olarak yaklaşmak anlamına gelir. İdeolojik bolşevikleşme alanında partimizin önündeki görev: Bu nitelikteki bir çalışmayı sürekli kılmak, kadroların ideolojik – politik düzeyini yükseltmek ve onları marksizm – leninizm ruhuyla sağlam biçimde donatmaktır.

POLİTİK BOLŞEVİKLEŞME

Bu alanda ideolojik bolşevikleşme düzeyine uygun ve aynı oranda bir ilerilikten bahsedilemez. Politik bolşevikleşme deyince akla ilk gelmesi gerekenler: Partinin taktisyenliği, sınıf savaşına bütün cephelerden kurmayca hükmetme, sürece müdahale etme, devrim süreci üzerinde önderlik sağlama, devrimci eylemi yaratma ve örgütlenme yeteneğidir. Halbuki, Türkiye komünist hareketi açısından genelde olayların gerisinde kalma durumu sözkonusudur. Yani, politik bolşevikleşme konusunda daha alınması gereken çok yol vardır.

Gerek Dimitrov, gerekse Kolarov politik bolşevikleşmeyi esasta, ”devrim propagandası yapan partilerden devrimci hareket partilerine dönüşme” olarak tanımlarlar. Yani, sadece siyasi gerçekleri açıklama, yığınları eğitme ve aydınlatma, onların örgütlenmesine yardımcı olma, zaten başlamış olan kendiliğinden hareketlerin içinde yer alma değil; aynı zamanda devrimci eylemi bizzat hazırlama ve yaratma, yığınları politik seferberliğe kaldırma ve sürece müdahale yeteneği… İşte politik bolşevikleşme budur.

Açıktır ki, iktidarı zaptetme bilinci ve kesin inancı içinde bulunmayan, moral bakımdan, örgütsel bakımdan buna konsantre olmayan bir partinin devrimci eylemi bizzat yaratması sözkonusu olamaz. Böyle bir parti en iyi durumlarda bile kuyrukçuluktan ya da olayların gerisinde kalmaktan kurtulamaz. Belki sürece ayak uydurur ama onu yönlendiremez.

Dimitrov ”dar sosyalizm”le bolşevizm arasındaki farkları ele alırken bu noktaya vurgulayarak parmak basar: ”Parti, görevinin sadece emekçileri örgütlemek, eğitmek ve günlük mücadelelerini yönetmek, olayları açıklamak olmayıp, aynı zamanda devrimci eylemin yaratılması ve yönlendirilmesine katkıda bulunmak, proleter devrimin hazırlanmasında, örgütlenmesinde ve gelişiminde egemen unsur olmak zorunluluğunu, kendisinin etkin bir güç olduğunu anlamıyordu.” (FKBC II. Kitap, s. 158 – 159)

Kuşkusuz Dimitrov’un ”devrimci eylemin yaratılması”yla kastettiği şeyin, sol sapmaların ”olay yaratma”sıyla, kitlelerle rejim arasındaki ”suni dengeyi” kıvlcımlar tutuşturarak bozmasıyla herhangi bir ilgisi yoktur. Leninizm devrimci girişimciliğe, insiyatife ve cürete her zaman büyük bir önem verir. Fakat aynı zamanda bunun objektif koşullara ve işlemekte olan sürece uygun düşmesini gerekli görür.

Kısacası: 1- Partinin taktisyenlik ve esneklik düzeyinin yükseltilmesi, 2- Sürece müdahale ve devrimci eylemin bizzat hazırlanıp yaratılma yeteneğinin geliştirilmesi, 3- Sınıf savaşına kurmayca hükmedilmesi, proletaryanın mücadelesinin bütün biçimlerinin yönetilmesi, devrimin yedeklerinin bilinçli bir çabayla kazanılması bakımlarından, politik bolşevikleşmeyi sağlamak üzere önümüzde daha bir hayli yol vardır. Şimdi böyle bir sınavı faşist diktatörlük koşulları altında vermek zorundayız. En başta, faşizmin kendi belirlediği koşullarda geri çekilişini beklemeksizin sürece müdahale ederek; devrim güçlerini cepheleştirip, devrimci bir iktidar odağı oluşturarak; faşist diktayı halk hareketinin darbeleri altında çözmek amacıyla aktif bir politik faaliyet sürdürerek; burjuva güçlerin iç çelişkilerinden lafta değil, pratikte fiilen yararlanarak; ve yığınlardaki geri çekilme ve yılgınlık eğilimlerini inatçı bir çabayla tersine çevirmeye çalışarak… Bütün bunlar yapılmadan sadece kuyrukçu ve sürecin pasif bir gözlemcisi olunur, ama politik bakımdan gerekli düzeyde bolşevikleşmiş bir parti haline gelinemez.

ÖRGÜTSEL BOLŞEVİKLEŞME

Bugünkü koşullarda, genelde Türkiye komünistlerinin özelde partimizin önünde duran en önemli görev örgütsel bolşevikleşmedir. Sorunlarımız daha çok bu alandadır. Örgütlenme düzeyi ve tecrübesi düşüktür. Bolşevizmin örgütsel nitelikleri yeterli düzeyde özümlenememiş, kazanılamamış ve partimizde henüz yerleşmiş gelenekler haline getirilememiştir. Bolşevizmin şimdiye kadar değindiğimiz örgütsel nitelikleri göz önüne alındığında ilk göze çarpan eksikliklerimiz şunlardır:

1- Parti, işçi sınıfının öncü müfrezesidir. Bu tanımlama sadece ideolojik öncülüğü değil, sınıfla bütünleşmeyi de şart koşar. Proletaryanın sınıf bilincine sahip en ileri, en fedakar ve en yetenekli kesimleriyle bütünleşme olmadan, parti örgütü proletaryanın bu bölümüne dayandırılmadan kelimenin gerçek anlamında bir öncü müfrezeden bahsedilemez. Partimizin bu bakımdan katettiği mesafe hala yetersizdir. Bu gibi durumlarda öncülük daha fazlasıyla ideolojiktir. Bundan sınıfla bütünleşme ve örgütsel yapıyı ona dayandırma yönünde hala yetersiz olunduğu sonucu çıkar. Dönem tam bir bütünleşmeye ulaşmamızı şart koşmaktadır.

2- Yukardaki eksikliğin doğal bir sonucu olarak parti, işletme hücreleri temeli üzerine yeterince oturamamıştır. Sokak örgütlenmesi dengesiz biçimde ağır basmaktadır. İşçi sınıfı hareketinin bel kemiğini oluşturan büyük işletmelerde yeterli bir örgütsel kök salma söz konusu olmadığı sürece proletaryanın mücadelesinin bütün biçimleri üzerinde söz sahibi olmak, sınıfın nabzını, onun üzerindeki etkinliğe dayanarak elde tutmak mümkün olmaz.

3- Bolşevik tipte bir partide olduğu gibi, parti yayını, onun dağıtım şebekesi ve ilişkiler ağı örgütlenme çalışmasının ekseninde değildir. Bir çok kere işaret edildiği gibi sözlü, kişisel yönlendirme ve şekillendirme ağır basmaktadır. Bu koşullarda, haliyle yayının propaganda ve ajitasyonda, örgütlenme çalışmasında, siyasal yönelişlerde parti kollektivitesini, Stalin’in deyimiyle ”ortak bir parti hayatı”nı yeterli düzeyde sağlamasından bahsedilemez. Parti yayını örgütlenme çalışmalarının ve politik faaliyetin ekseninde yer almayınca partide gerekli düzeyde bir standartlaşma ortaya çıkarılamaz. Merkeziyetçilik gerçek muhtevasına bürünemez. Yöresel örgütler merkezle ne kadar kişisel ve fiziki ilişkiler içinde olurlarsa olsunlar kendi mahalli ve özel hayatlarını yaşarlar. Partinin çevresel ilişkileri de yine daha çok kişisel yeteneklere ve şekillendirmeye bırakılmış olur. Halbuki olması gereken partinin çevresel ilişkilerinin yayın tarafından yaratılması, yayına bağlanması ve yine yayındaki ortak parti ruhu tarafından kuşaklar halinde partiye hazırlanmasıdır.

Partimizin bu alanda önemli eksiklikleri vardır. Hatırı sayılır bir illegal yayın örgütlenmesi ancak 12 Eylül’den sonra gerçekleştirilebilmiştir.

4- Bolşevik tipte bir parti örgütlenmesinde olması gerekene göre partimizin profesyonellik düzeyi hala düşüktür. Gerçi bu alanda bir takım eksiklikler ve hataları da içinde barındırarak önemli adımlar atılmıştır ama pek çok konuda işler hala amatörce yürütülmektedir. Devrimci mücadele sanatının bütün inceliklerine nüfuz etmiş, yaratıcı yetenekleri üstün uzmanlarımızın, siyasi ve örgütçü kadrolarımızın sayısı hala yetersiz. Bu alanda 12 Eylül öncesi dönemdeki legalitenin getirdiği alışkanlıklar, biçimlenme ve kolaycılık önümüzdeki en büyük engeldir.

5- Örgütlenmede ilkel komitacılık düzeyi pek fazlasıyla aşılmış, sistemli organizmalar aşamasına yeterince geçilmiş değil. Bu nedenle düzenli bir örgütsel büyüme sözkonusu olamamaktadır. Sahip olunan kadro potansiyeli, çevre ilişkileri çoğu zaman
a) Kollektif örgütlenme yeteneği ve takım çalışması alışkanlığı yeterince gelişmediğinden,
b) Bütün kadrolardan ve ilişkilerden en rasyonal biçimde yararlanacak bir istihdam politikası izlenmediğinden,
c) Örgütlenmede ilkel komitacılık düzeyine denk düşen kolaycı ve kestirme yöntemler terk edilmediğinden, çarçur edilmektedir. Bütün bu eksiklikler aşılmadan örgütlenmede sistemli organizmalara geçişi temin etmek mümkün olmayacaktır.

ZAYIFLIKLARIN NEDENLERİ VE KAYNAKLARI

Kuşkusuz ayrıntılara girildiği zaman daha başka eksiklikleri de sıralamak mümkündür… Daha başka ayrıntıları yeri geldikçe ele alacağız. Burada örgütlenme konusundaki düzey düşüklüğünün, kapasite eksikliğinin objektif nedenlerine de değinmekte yarar vardır. Bunları ele almadan yapılması gerekenleri daha anlaşılır bir şekilde ortaya çıkarmak mümkün olmayacaktır.

Örgütlenmedeki düzey düşüklüğünün başta gelen nedeni Türkiye komünist hareketinin ve kadroların gençliği ve deneysizliğidir. Türkiye işçi sınıfı hareketi uzun süre partisiz, öndersiz kalmıştır. Uzun bir tarihi mücadele sürecinin tecrübelerini üzerinde biriktirmiş bir komünist hareketten ve onun kadrolarından bahsedilemez. Kapitalizmin iç çelişkilerinin, bunalımın derinleştiği, kitle hareketlerinin alabildiğine yayıldığı bir dönemde, yani fırtınanın ortasında geçmişin birikmiş tecrübelerine ve bağışıklığına sahip olmayan bir hareketin sorunların üstesinden kısa sürede gelmesi elbette düşünülemez.

Türkiye’de önemli toplumsal olaylar, çalkantılar, ülkenin iktisadi ve sosyal çehresini değiştiren gelişmeler Komünist Partisi olmaksızın yol almıştır. Kapitalizmin yaygınlaşması, çelişkilerin keskinleşmesi ve kendiliğinden hareketlerdeki muazzam büyüme partiyi adeta dayattığı halde 1970’lerde işçi sınıfı hala güçlü, birleşik ve merkezi bir Komünist Parti’den yoksun kalmıştır. Bir çok önemli toplumsal gelişmenin üzerinde komünist parti damgası yoktur. Bu nedenle kendiliğinden hareketin ortaya çıkardığı sınıfın ileri unsurlarının örgütlülüğe çekilmemesi, İş Yasası’na uygun ”emekli” olmaları, sendikalizmin girdabına sürüklenmeleri, kapitalistler ve onların hükümetleri tarafından fabrikalardan atılarak işsizliğe mahkum edilmeleri ve böylece kuşaklar halinde telef edilmesi devam edegelen bir durumdu.

Komünist hareket badireler görmüş, zorlu dönemlerde sınav vermiş ve yeteri kadar tecrübe kazanmış bir kuşağa sahip olmadan bolşevikleşemez. 12 Eylül faşizminin komünistleri bolşevikleşme sınavıyla yüzyüze getirdiğini ileri sürmemiz bu yüzdendir. Zinovyev Komünist Enternasyonal’de ”Partilerin Bolşevikleştirilmesi” adlı konuşmasında bu gerçeğe şöyle işaret eder: ”Partilerimizden bazılarının kesin olarak bolşevikleşmek için hapishanelerden, olağanüstü yasa ve yasadışı bir dönemden geçmeye ihtiyacı olduğunu hala anlayamadınız mı?

”Fırtına gibi esen kovuşturmalar döneminden geçmek, bir yasadışı dönemde hayatını sürdürmek, evet bu kadar, işte tam da bir partinin bolşevikleşmesinin bir öğesi.” (Komünist Enternasyonal – Belgeler, s. 85)

Aynı şekilde Dimitrov Bulgar Komünist Partisinin düzenlediği 1923 Eylül ayaklanmasını ve parti üzerindeki faşist terörün alabildiğine yoğunlaşmasıyla belirlenen dönemi BKP’nin bolşevikleşmesinde bir dönüm noktası sayar.

Örgütlenmedeki düzey düşüklüğünün ikinci nedeni Türkiye’nin bir küçük burjuvalar ülkesi olması, küçük burjuva tabakaların son yıllarda devrimci harekete çok yoğun bir şekilde katılmaları, kendi etkilerini ve alışkanlıklarını komünist harekete taşımaları ve modern sanayi proletaryasının gençliğidir.

Bolşevik tipte bir parti ancak modern sanayi proletaryası hareketi üzerine inşa edilebilir. Başka herhangi bir sosyal kesim, hatta proletaryanın başka tabakaları bile yüksek bir sistemciliği ve kollektif örgütlenme yeteneğini gerektiren bolşevik tipte bir örgütlenmeye sınıfsal taban olamazlar. Elbette bundan modern sanayi proletaryası dışındaki emekçi tabakalara hiçbir şekilde dayanılamayacağı sonucu çıkarılamaz. Ancak başka emekçi kesimlerin kendi alışkanlıklarını, ideolojik dünya görüşlerini ve örgütsüzlüğe yatkınlıklarını partiye taşımamalarının biricik güvencesi, modern sanayi proletaryası eksenine dayanmaktır.

Kautsky henüz bir marksistken proletaryanın örgütlenme yeteneği konusunda şunları söylüyordu:

”Tecrit edilmiş bir kişi olarak proleter hiçbir şeydir. Onun bütün gücü, bütün gelişmesi, bütün umutları ve bekleyişi ÖRGÜTTEN; arkadaşlarıyla birlikte yürüttüğü sistematik hareketten gelir. Bu organizma onun için temeldir. Proleter, anonim kitlenin bir parçası olarak, herhangi bir kişisel ilerleme, kişisel zafer sağlamayı düşünmeksizin, nerede görevlendirilirse orada ve bütün benliğini ve düşüncesini saran gönüllü bir disiplinle bağlılığın had derecesiyle savaşır.” (Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri, s. 147 -148)

Türkiye’de modern sanayi proleteryasının gerçek anlamda oluşumu 1950’lerden sonraya rastlar. Üstelik bu oluşma sanayi devriminin yol açtığı dengeli bir gelişmenin değil, dışa bağımlı sanayileşmenin geniş küçük burjuva köylü kitleleri büyük bir hızla fabrika hayatına çekmesinin bir ürünüdür. Bu nedenle, sayıca muazzam bir büyümenin meydana geldiği ilk dönemlerde, 1950 – 1960 arasında proletaryanın çoğunluğu hala köy kökenlidir. Küçük burjuva etkiler ve köy hayatıyla devam eden organik ilişkiler proletaryaya özgü sınıf bilincinin olgunlaşmasını engellemektedir. Üstelik köylü yığınları, feodal beylere karşı devrimci köylü hareketlerinden geçmeden, bunun gerektirdiği örgütlenme tecrübesini ve siyasal olgunluğu edinmeden, olanca gerilikleriyle proleterleşmişlerdir. Uzun süre, köyün geriliğine, sefaletine ve tekniğin nimetlerinden mahrum oluşuna karşılık işçiliği ve şehir hayatını bir avantaj olar görmüşlerdir. Köyden kopan marabalar işçiliği, para kazanma özgürlüğünü ve karşılaştıkları tekniği köydeki hayata kıyasla ilk önce nimet saymışlardır. Toplumsal zenginliğin düzeyini kavramaları, bu zenginliğin kendi ürünleri olduğunu bilince çıkarmaları ve durumlarını köye kıyasla değil de, toplumsal zenginlikten kendilerine düşen paya göre ölçmeleri belli bir süreyi almıştır. Ülkemizde şehrin bir cazibe merkezi olmaktan çıkması ve kapitalist sömürünün buralardaki yoğunlaşmasının ve çekilmezliğinin hissedilmesi 1965’lerden sonralara rastlar.

Bu tarihten itibaren kapitalizmin iç çelişkilerinin ve bunalımın derinleşmesi proletarya dışındaki küçük burjuva yığınları hızla ve dengesiz bir biçimde radikalleştirdi. Hatta çoğu zaman bu tabakaların gelişen eylemi proletaryayı aştı ve onu kendi etkisi altında bıraktı. 15 – 16 Haziran’a kadar Türkiye devrimci hareketi içinde yaygın bir eğilim olarak önderlik rolünün proletarya dışındaki tabakalara yüklenmesi bundandır. Hızla radikalleşen bu tabakalar: gençlik, aydınlar, yarı proleterler, işsizler ordusu ve küçük üretici köylülüktür…

Türkiye kadar öğrenci gençliğin dinamizme sahip olduğu, kadro ürettiği başka bir ülke yok gibidir. Elbette bunun kaynağında gençliğin ezikliği, yarına güvensizliği ve gerici faşist güçlerin gençliğe yönelttiği saldırılar yatmaktadır.Gençlik kitlelerindeki bu devrimci dinamizmin devrim hareketinin yaygınlaşmasına elbette çok büyük yararları olmuştur. Ancak gençlik hareketinin yerli yerine oturmaması, işçi sınıfı hareketini izleyememesi, tersine, kaldıramayacağı misyonlar yüklenmesi bir çok olumsuz sonuçlara da yol açmiştir. Karikatürüze edecek olursak bir kaç büyük okulda etkinliğe sahip olmak bir ”Siyaset” olmak için yeterli olmuştur. Aynı olanağı, gençlikle aynı oranda olmasa dahi, belli bir ölçüde aydınlar ve işsiz kitleler de sunmuşlardır. Bu kolaylık, bu cazibe, sözkonusu tabakaların hızlı, hırçın ama dengesiz radikalleşmesi, bütün hareketlerin örgütsel şekillenişini, hatta politik tutumunu az ya da çok etkilemiştir. Kapitalizmin hızla yıkıma uğrattığı tabakaların yarattığı bu fırtına hemen herkesi paçasından kapmış, perspektifini aç çok bozmuştur.

Diğer yandan, işçi sınıfı hareketi içerisinde henüz yeterince kökleşmeden devlet destekli ve kışkırtmalı sivil faşist çetelere karşı kıyasıya bir mücadele vermek zorunda kalmamız sokak çatışmalarını, sokak hakimiyeti sağlama mücadelesini ve sokak örgütlenmesini birinci plana çıkarmıştır. Semt sakinlerine dayanan halk hareketi karakterli anti – faşist mücadele özellikle 12 Eylül öncesi döneme damgasını vurmaya başlamıştır. Komünist bakış açısına yeterince sahip olmayan daha çok devrimci – demokrat nitelikte pek çok unsur harekete ve örgütlü mücadeleye katılmıştır. Bu, işçi sınıfı hareketinin rolünü ve önemini belli ölçülerde gölgeledi ve salt bir anti – faşizm çizgisini güçlendirdi. Öte yandan, işçi sınıfının sendikal örgütlenmesi üzerinde burjuvazinin Türk – İş vasıtasıyla bir ambargo kurması, bu çerçevede bir toplusözleşme düzeninin uzun yıllardır kökleşmesi işçi sınıfı hareketine burjuva etkilerin taşındığı güçlü bir kanalın oluşmasına yol açmıştır.

Bütün bunlar örgütlenme düzeyinin düşüklüğünün objektif nedenleridir. Burada ”objektif” terimini partimizin iradesi dışında var olan ortam anlamında kullanmaktayız. Ancak bu koşullar bilinçli çabayla değiştirilemekeycek türden değildirler.

Nitekim V. Kolarov, Balkan Komünist Partilerinin bolşevikleştirilmesi görevlerini ele alırken bizim değişik koşullarda karşılaştığımız bu tehlikeleree işaret eder:

”… Bu tehlikelerden ikisi şudur: 1- Partilerde işçiler, proleter olmayan öğeler çoğunluğu tarafından yutulabilir, yani komünist partileri sosyal bileşimleri bakımından proleter olmayan partilere dönüşebilir ve böylece proletarya diktatörlüğü ve sosyalizm savaşımında öncülük rolü oynamayacak duruma düşerler; 2- Küçük burjuva yığınlarına özgü savaş görüşleri ve yöntemleri, komünist partilerin ideolojisi ve taktiği üzerinde etki gösterebilir, yani onlarda oportünistlik ve ademi merkeziyetçilik, anarşik ve taşkın solculuk eğilimleri baş gösterebilir.” (Seçme Eserler s. 126)

Türkiye koşullarında bolşevik tipte bir örgütlenme yaratmak amacıyla mücadele edenler bu tehlikelerle boğuşmak zorundadırlar.

Küçük burjuvazinin dengesiz çıkışlarını örgütlemek nispeten kolaydır. Ama bu kalıcı ve istikrarlı bir örgütlenme olmayacaktır. Küçük burjuva ögelere, sanayi toplumunun ve fabrika hayatının havasını yeterince teneffüs etmemiş unsurlara, genel olarak takım çalışmasına uygun olmayan çeşitli tabakalara dayanarak örgütlenme düzeyini yükseltmek mümkün değildir. Lenin aşağıdaki sözleriyle bu gerçeği ortaya koymaktadır:

”Çalışan nüfusun geniş – küçük burjuva – kitleleri bilgi elde etmeye çabalar ve eskiyi bozarken örgütlülüğü ya da örgütsel değeri olan hiçbir şey ortaya koyamamaktadırlar.” (Krupskaya, Lenin’den Anılar, 3. Kitap)

Kuşkusuz proleter kitleler, özellikle devrimci coşku ve kabarış dönemlerindeki ani çıkışları ve taşkınlıkları göz önüne alındığında, küçük burjuva yığınlara göre, partili çalışmaya çok daha zor kazanılırlar. Ama istikrarlı ve sistemli bir örgüt emin ve dengeli adımlarla ilerleyen bir sınıfın üzerine inşa edilebilir. Anarşik, dengesiz, sabun köpüğü gibi kabarıp sönen çıkışlarla, proletaryanın kendinden emin ve sarsılmaz kararlılığını her zaman ayırt eden Lenin bu gerçeğe şu sözlerle parmak basar: ”… Histerik ani hamleler bizim işimize yaramaz. Bizim için gerekli olan, proletaryanın demir gibi kıtalarının düzenli yürüyüşüdür.” (age. s. 100)

ÖRGÜTSEL BOLŞEVİKLEŞME KONUSUNDA YAPILMASI GEREKENLER

A- MERKEZİYETÇİLİĞİ GÜÇLENDİRME

Burada kstedilen disiplin, sadece ve esas olarak alt organların üst organlara uymaları, parti örgütleriyle merkez arasında sıkı bir ilişkiler ağı yaratma değildir. Elbette, özellikle günümüz koşullarında, demokratik – merkeziyetçiliğin merkeziyetçilik yönünün ağır basması çok önemli. Ne var ki sorunun özü gözardı edildiğinde bütün bunların biçimsel şeyler haline gelmesi ve gerçek anlamda bir merkeziyetçilik sağlanamaması tehlikesi vardır.

Öz olarak merkeziyetçilik sözkonusu edildiğinde, bugün bizim sorunumuz tek tip ve ileri düzeyde standartlaşmış bir parti örgütleri ağı yaratmak; propaganda ve ajitasyonda, örgütlenme yöntemlerinde bütün parti örgütlerinin birliğini sağlamaktır. Bu temel güçlendirilmeden merkeziyetçiliğin diğer yönleri gittikçe biçimsel kalmaya mahkumdur. Bu türden bir merkeziyetçiliği sağlamanın başta gelen koşulu parti yayınını her yerde siyasi çalışmanın ve örgütlenmenin ekseni haline getirmek, parti örgütleri ve kadrolarla yayın arasında en sıkı bağları kurarak bölgesel koşulların doğal bir sonucu olanların dışında varolan çeşitli farklılıkları gidermek ve Merkez Komitesi’ni kapsamlı raporlarla sürekli bilgilendirmektir. Bu koşullar olmaksızın parti tek bir yumruk gibi hareket edemez.

B- TABAN ÖRGÜTLENMESİNİ GÜÇLENDİRME

Partimiz enerjisini ve gücünü belli başlı sanayi merkezlerinde, staratejik işkollarında ve büyük işletmelerde yoğunlaştırmak ve buralarda ”işletme hücreleri” ağını yaygınlaştırmak zorundadır. Kuşkusuz ”taban örgütlenmesi” denilince akla tek başına işletme hücreleri gelmez. Taban örgütlenmesinin diğer yanını, işletme hücreleri gibi temel olmamakla birlikte, ”sokak hücreleri” oluşturur. Ne var ki parti olarak esas yetersizliğimizi işletme hücrelerinin sayıca azlığı ve semt ilişkilerinin işletmelere sıçramak için bir basamak olarak gerektiği gibi değerlendirilememesi oluşturmaktadır. Şimdiye kadar, işletme ilişkileri ve buradaki kadrolar kendi doğal koşulları içinde siyaset yapmaya ve örgütlenme çalışmasına sevk edilecek yerde daha çok kampanyalara, sokak çalışmasına ve genel parti çalışmalarına çekilmekle yetinilmiştir. Ağırlıklı olan budur. Kuşkusuz bu da gereklidir. Ancak tek yanlı hareket edildiği ve yeterince temkinli davranılmadığı taktirde hem işletmelerde örgütsel bakımdan kök salınamaz, hem de varolan ilişkiler telef edilir. İşletme hücreleri temelinde zayıflığın esas nedenini ilişki eksikliği değil, bu nokta oluşturmaktadır.

İşletme hücreleri, ya da işletmelerdeki kadrolar en başta işçilerin bütün sıradan mücadelelerinde, kapitalistler ile ve rejimle aralarındaki bütün çelişkilerde rol almaya ve kendi doğal koşulları içinde örgütlenmeye sevkedilmelidirler. ”Ancak proletaryanın bütün mücadelelerine, böyle sıradan görevle katılımların her gün icrasıyla Komünist Parti gerçek bir komünist partisi olabilir… Sömürülenlerin sömürenlerle günlük uyuşmazlıkları ve mücadelelerine bütün partili üyelerin fedakar ve bilinçli katılımı, proletarya diktatörlüğünü yalnızca yaratmak için değil, daha yüksek bir ölçüde sürdürmek için de esasen gereklidir. Komünist parti, ancak kapitalistlerin saldırılarına karşı, küçük muharebelerde emekçi kitleleri yöneterek, proletaryanın burjuvaziye üstünlük mücadelesinde sistemli önderlik kapasitesine sahip bir işçi sınıfı öncüsü olabilecektir.” (Parti Örgütlenmesinin İlkeleri, s. 22)

Partinin taban örgütlenmesini güçlendirme çalışmasında şu noktalar her zaman gözönünde bulundurulmalıdır:

1- Her türlü şekilcilikten kaçınılmalıdır. Hücreler şeklen ya da sadece dışarıdan dürtüyle çalışacak durumda var olmamalıdırlar. Öz ve işlerlik kazanmalı; bulundukları alanda birer siyasi merkez gibi çalışmalıdırlar. Bolşevik tipte partide, partinin her kademedeki örgütü bulunduğu alanda birer merkez komitesi proto-tipi olarak davranır. Bu olmadan örgütlenmmede şekilcilik organların gerçek gücünün ve fonksiyonlarının birbirine karışması, sadece dürtüyle çalışmaya alışma alır, yürür.

2- Taban hücreler en başta parti yayınına dayanarak parti çevresine belli bir biçim vermeli, onları parti dışı gruplar halinde örgütlemeli ve içlerinden en ileri unsurları dikkatli ve seçici bir çabayla partiye hazırlamalı, parti ruhuna uygun olarak şekillendirmeli ve partiye üye kazanma çalışmasını görevleri olarak bilince çıkarmalıdırlar.

3- Hücreler ”Proleter sınıf mücadelesinin bütün merkez noktalarında” (age. s. 15) harekete geçmeli, mutlaka bu kitle kollektivitesini ve önderliğini temsil eder bir konuma yükselmelidirler. İllegal partiyi kitlelerin hareketiyle örtme anlayışı salt kadroların kişisel ilişki kurma gücü ve parti çevresinin bu yolla güçlendirilmesi olarak anlaşılmamalıdır. Partiyi kitlelerle örtme, esas olarak yasal olanaklar bulunsun bulunmasın, parti organlarının kapitalizm koşullarında kaçınılmaz olarak oluşacak olan çeşitli ve çok sayıdaki kitle kollektivitesinin temsilcileri haline gelmeleridir.

Bu kitle kollektivitesi merkezleri yasal dernekler, sendikalar, kooperatifler vb. olabileceği gibi işçilerin ve emekçilerin toplu olarak harekete geçtikleri grev, direniş, çeşitli ortak taleplerin yol açtığı çok değişik protestolar da olabilir. Büyük işletmeler kitle kollektivitesinin yatakları sayılmalıdır. Bu koşullar olmaksızın, parti organlarının ya da tek tek kadroların kitle kollektivitelerinin temsilcileri haline gelmeleri sağlanmaksızın her zaman yığın bağlarının zayıflaması ve kitlelerden tecrit olma tehlikesi sözkonusu olabilir.

C- KADROLARIN NİTELİKLERİNİ GELİŞTİRME VE ÜYELİK ANLAYIŞINI TEKLEŞTİRME

Partinin üyelerinin nitelik düzeyi ne kadar düşükse, onların sıradan insanlar olarak kitle içinde erime tehlikesi, ya da en iyi durumlarda dahi partinin canlı ve dinamik bir organizmadan çok bir ”tarikat”a dönüşmesi ihtimali o kadar var demektir. Kuşkusuz, bolşevik tipte bir parti herşeyden önce bir kitle partisidir. Ama bunu örgütsel bakımdan gittikçe şekilsizleştirmek ve nitelik düzeyi düşürmek pahasına üye sayısını rastgele artırmak olarak anlamamak gerekir. Kitle partisi kavramı, herşeyden önce, partinin kitleler üzerindeki ideolojik – politik etkisinin yaygınlığı anlamına gelir. Unutulmamalıdır ki, proleter devrimi hazırlayan illegal bir parti, devrimci ayaklanma dönemlerinden önce, legal ya da yarı – legal örgütlenme olanaklarına kavuşmadan önce, örgütsel bakımdan tam anlamıyla bir kitle partisine dönüşemez.

Bu yüzden, bolşevik tipte bir partinin, gücünü herşeyden önce üyelerinin niteliğiyle ölçtüğünü daha önce söyledik. Çünkü, çok tekrarlandığı gibi, sonucu kadrolar tayin edecektir. Sonucu kadroların tayin etmesinin ilk ön koşulu kadroların yetenekli oluşları, kitleler içinde erimeden her yerde ve her koşul altında parti çizgisine bağlılığı korumaları ve kitleleri partinin düzeyine çıkarmak için ısrarlı bir çaba sürdürmeleridir. Şu nokta her zaman gözönünde bulundurulmalıdır: Bolşevik tipte bir parti, hem kitlelerle en güçlü bağlara sahip olmak, hem de kendisini kitlelerin geri bölümlerinden korumak, onların düzeyine düşmemek zorundadır. Bu bir çelişki gibi görünebilir. Ancak devrimin politik ordusu olarak kitlelerin çoğunluğu bundan başka bir yolla kazanılamaz. Rosa Luxemburg’un söylediği gibi, kitlelerin çoğunluğu onların düzeyine düşülerek değil, onlar partinin devrimci taktiklerini benimsemeye mecbur edilerek kazanılmalıdır.

Bu görevi yerine getirecek bir parti mutlaka işçi sınıfının ve diğer emekçi kesimlerin en ileri unsurlarını bağrında toplamalı, yetenekli kadrolara sahip olmalı, yeteneklerini sürekli olarak yükseltmeli ve deyim uygunsa, sınıfın ortalama düzeyine kıyasla o bir ”elit” olmalıdır. Ama işçi sınıfıyla, emekçi kitlelerle organik bağlarını kesmiş bir ”elit” değil, onların içinde yaşayan, onlarla en güçlü bağlara sahip bir ”elit”.

O halde:

1- Kadrolar Marksizm – Leninizm ruhuyla donatılmalı, yaratıcılığa ve girişimciliğe alıştırılmalı ve yeteneklerinin özgürce açığa çıkacağı bir biçimde görevlendirilmelidirler.

2- Kadrolar yaygın ilişkiler kurmaya ve herbiri kendi çapında bir örgüt nüvasi gibi davranmaya alıştırılmalıdırlar.

3- Kadrolar parti çalışmasına günlük olarak katılmalı, özel yaşantılarını buna uyarlamalıdırlar. Asgari olarak: Sahip olduğu ilişkilere devrimci bir içerik kazandırmak, bazılarını partiye kazanmak, bazılarını parti çevresi haline getirmek için günbegün çaba sürdürmeyen; propaganda – ajitasyon ve yayın dağıtımı gibi günlük ve düzenli parti görevlerini yerine getirmeyen kadrolarla örgüt çalışmasının kapsamının genişletilemeyeceği, kaçınılmaz bir kısırlaşmanın baş göstereceği gün gibi açıktır. ”Eğer komünist faaliyet yoksa ve kitle içindeki üyelerin pasifliği hala duruyorsa o zaman parti komünist programı kabul etmekle üzerine aldığı yükümlülüğün en ufak bir parçasını bile yerine getiremiyordur. PROGRAMIN İÇTENLİKLE YÜRÜTÜLMESİ İÇİN BİRİNCİ KOŞUL BÜTÜN ÜYELERİN PARTİNİN DAİMİ GÜNLÜK İŞLERİNE KATILIMIDIR.” (age., s. 10 11)

Burada bir noktaya işaret etmeden geçmeyelim: Çeşitli nedenlerle bazı yoldaşlar geçici olarak organsız kaldıklarında ”organım yok” gerekçesiyle faaliyet sürdürmemeyi haklı bir şeymiş gibi savunmaktadırlar. Bu, kişisel yeteneksizliği ya da tembelliği gizleme çabasından başka bir şey değildir. Tek başına insiyatifli olarak faaliyet sürdürmeyen bir kişi bir organa katılsa da oraya gerçek bir katılımda bulunamaz. Kişisel yetenek, beceri ve çabalarını organdan aldığı kollektif güçle birleştiremez. Organlar kişisel yetenekleri, çabaları, insiyatifleri ve enerjiyi kollektif bir yetenek halinde sentezleştirirler. Yani ilk önce birinciler gereklidir. İlk önce hangi koşul altında olursa olsun üyenin partisine karşı yükümlülükleri vardır. ”Enerjik bir örgütsel çalışma, bütün parti üyelerinin günlük parti faaliyetlerine katılmayı yerleşmiş bir alışkanlık haline getirmeleriyle mümkündür.” (age.)

O halde partiye yeni üyeler kazanılırken bütün bunlar gözönünde bulundurulmalıdır. Daha doğrusu pasif biçimde gözönünde bulundurulmakla yetinilmemeli, parti çevresi yeni üyeler veya aday üyeler için bir hazırlık okulu olarak değerlendirilmelidir. Açıktır ki her şey parti çevresinde kazandırılacak değildir. Parti hayatının da eğiticiliği vardır. Yeni üyelere birçok şeyi parti yaşamının içinde verme cesaretine her zaman sahip olmalıyız. Ancak partiye karşı sorumluluk ve sıradan parti görevlerini yerine getirmeyi bir alışkanlık olarak kazanma partiye kabulde asgari ölçü olarak gözönünde bulundurulmalıdır.

D- TAKIM ÇALIŞMASI ALIŞKANLIĞININ YERLEŞTİRİLMESİ

Takim çalışması deyince ilk akla gelmesi gerekenler: organizasyonculuk, mekanizmacılık ya da genel olarak kollektif örgütlenme yeteneğidir. El altındaki güçlerin ve ilişkilerin en verimli ve uyumlu biçimde, tayin edilmiş hedefler üzerinde yoğunlaştırılmasını sağlayacak biçimde seferber edilmesidir. En yararsız ilişkilerin dahi kapsamlı bir faaliyeti örgütlemek amacıyla değerlendirilmesi, eldeki bütün maddi insan gücüne uyumlu bir çalışmanın belirli bölümlerinin yüklenmesi… İşte kollektif örgütlenme yeteneği ve seferberlik bundan başka bir şey değildir. Parti hayatında bu alışkanlık kazanılmadan, kişisel yetenek üstünlüğü devrim hareketinin ve parti çalışmasının genel kapsamı içinde okyanusta damla gibi kalmaya mahkumdur. Kollektif örgütlenme yeteneği kişisel yeteneği şart koşar. Ancak takım çalışmasının uyumlu bir parçası haline gelmesi kaydıyla… Aksi halde en enerjik, delici ve ”süper” insanlar dahi işlerin üstesinden gelmek için çırpınmaktan öte birşey yapamaz.
Benzetme yapacak olursak, boks tamamıyla kişisel yeteneğe dayanan bir spordur. Futbol da kişsel yetenek olmadan düşünülemez. Ama o bir takım çalışmasıdır. Takımın ortaya koyduğu ise tek tek yeteneklerden ve onların takımdaki görevlerinden farklı bir şeydir. Bir sentezdir. Parti çalışması her şeyden önce takım çalışmasıdır. Bunu kavramayan kişi ya bireycidir ya da takım çalışması sağlamada henüz yetersizdir.

Bolşevikler, her kademede, takım çalışması sağlayan pek çok örgütçü yetiştirmişlerdir. Bunlardan Sverdlov takım çalışmasının simgesidir. İşte ölümü sırasında Lenin’in paha biçilmez bir değer verdiği yeteneği üzerine söyledikleri: ”Haklı olarak bu kadar gurur duyduğumuz ne yapılmışsa, hepsini bu adamın görülmemiş örgütçülük yeteneğine borçluyuz. Örgütlü proleter kitlelere yaraşan ve proletarya devriminin gereksinmelerini karşılayan etkin, uygun ve gerçekten örgütlü takım çalışmasını ona borçluyuz. Bu örgütlü takım çalışması olmasaydı bir tek başarı sağlayamazdık, o sayısız güçlüklerin bir tekinin bile üstesinden gelemezdik; çoktan geçmiş olduğumuz ve şimdi geçmek zorunda bulunduğumuz o can sıkıcı sınavların bir tekini bile başaramazdık.” (Krupskaya, Lenin’den Anılar, 3. Kitap, s. 146)

Bizde ise, az sayıda ve yetenekleri henüz billurlaşmamış takım çalışması adamı, çok sayıda bu yöntemi özümlememiş kendi şahsının adamı; eldeki potansiyeli değerlendirmeyen, kişsel çelişki ve sürtüşmeleri hala terk etmemiş, itici ve hatta dağıtıcı adam vardır. Mıknatıs çekiciliğine ve toparlayıcılığına sahip insan mühendislerimiz çok az. Örgütsel faaliyete, kadrolara ve ilişkilere kendi ilgileri, yetenekleri ve kişsel değerlendirme ölçüleriyle yaklaşım, dar görüşlülük çok yaygın. Bu nedenle pek çok yeteneği ememiyor, açığa çıkaramıyor ve insanlarda saklı kalan cevherlerin körelmesine neden oluyoruz.

Bu yetenek ve alışkanlıklar kazanılmadan organlı çalışma, gerçekten kollektivite sağlandığı anlamına gelmez. Organlarda vaktimizin yarısını kadrolar arası çelişkiler ve kişilik sorunları aldıktan sonra hangi takım çalışmasından, tek vücutluktan ve kader birliğinden bahsedilebilir?

E- RUS DEVRİMCİ ATILIMIYLA AMERİKAN PRATİĞİ ANLAYIŞINI BİRLEŞTİRME

”Rus devrimci atılımı, eylemsizliğe, yerleşmiş verimsiz anlayışlara, zihin durgunluğuna karşı panzehirdir. Rus devrimci atılımı, öyle canlandırıcı bir güçtür ki, zihni açar, ileriye doğru iter, eskiyi parçalar, perspektif açar.

”Amerikan pratiği anlayışı, tersine ‘devrimci’ Manolovizme ve işgüzarlığa karşı panzehirdir. Amerikan pratiği anlayışı, engelleri tanımayan, her cins ve her türlü engeli verimli çalışmayla deviren, önemsiz de olsa başladığı işi bitiren ve ciddi bir kuruluş çalışmasında mutlaka edinilmesi zorunlu olan yılmaz bir güçtür.” (Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 99 – 100)

Perspektifleri, uzun vadede yöneleceği hedefleri belirsiz, ciddi amaçlardan yoksun bir pratik çalışma, enerjinin rastgele harcanmasına, çırpınmaya ve pragmatizme yol açar. Örgütsel çalışmaya rotasızlık hakim olur.

Ama sahip olunan ideolojik, politik ve taktik hedefler kendilerine ulaşılması için günbegün yerine getirilmesi gereken zincirleme pratik yükümlülüklerden yoksun bırakılırlarsa havada kalırlar. Somutla, gerçek hayatla ilişkisi kesilmiş bir lafazanlık alır yürür. Bu nedenle örgütsel çalışma Stalin’in adını ettiği bu iki niteliğin birleştirilmesine dayanmalıdır.

Örgütsel çalışmada bolşevizmin bu yönünü kazanılmış bir yetenek haline getirmek için yapılacak şeyler bellidir:

1- İdare-i msalahatçılık zihniyetinden kurtulmak, alışılagelmiş sınırlarda kalmayı bir kenara bırakmak; siyasi cüret isteyen ciddi hedefleri cesaretle belirlemek.

2- Bunu kısa ve uzun vadeli çalışma programlarıyla birbirini izleyecek, tayin edilmiş hedeflere ulaşılmasını sağlayacak pratik faaliyetler zincirine bağlamak.

3- Sıkı bir denetim ve takipçilikle örgütsel çalışmaya her türlü lakaytlıktan uzak bir ciddiyet kazandırmak.

Son ikisi bizde özellikle eksiktir. Yürüttüğü çalışmayı kısa ve uzun vadeli çalışma programlarına bağlayan ve bunun üzerinde sıkı bir takipçilik kuran pek az PARTİ ÖRGÜTÜMÜZ vardır. Çalışma programlarından yoksunluk, kaçınılmaz olarak, tasarlanmış bir plan gereğince değil de, koşullar dayattıkça iş yapmaya ve genel kalmaya yol açmaktadır. Bundan kurtulmak için her alanda plancılık şarttır. Elbette önceden tasarlanmış çalışma planları, uygulamada pek çok yönlerden değişikliğe uğrayacaktır. Ama çalışma planlarından yoksunluk, rastgele çalışmak ve ilkelliği aşmamak demektir.

F- DOĞRU BİR ÖRGÜTSEL BÜYÜME ÇİZGİSİ VE YÖNETİM POLİTİKASI İZLEME

Bolşevik tipte bir partide örgütlenme şeması aslında oldukça sadedir. Böyle bir örgütlenmede şekilciliğe ve bürokrasiye yer yoktur. Çok sayıda kurul ya da bürolarda sorumluluk ve yetki kargaşası yaratılmaz. Göstermelik organlarla parti görevleri ortada ve belirsizliğe bırakılmaz. Sorumluluk paylaşımı şeklen değil fiilen olur.

Örgütsel gelişme, büyüme ve bunun üzerine oturan merkezileşmeyi piramide benzetebiliriz. İlk önce piramit yoktur. Piramit örülür. Başlangıçta merkez komitesi ya da herhangi bir yönetim organı bir hücre gibi çalışmak zorundadır. Yükselme, daha kapsamlı sorunlarla uğraşma, yönetim görevlerinin ve koordinasyonun ön plana çıkması tabanın genişlemesine, daha önce üstlenilen görevlerin gittikçe artan bir bölümünü yeni organların fiilen üstlenecek duruma gelmelerine bağlıdır. Böylece örgüt çalışmasının kapsamı gittikçe genişler. Faaliyet alanları çeşitlenir. Kısacası ilk önce tohum olarak hücre vardır. Sonra hücrelerin çoğalması ve piramidin örülmesi başlar. Bu öyle bir piramittir ki piramidin yüksekliği ile tabanın genişliği arasında her zaman bir doğru orantı vardır.

II. Enternasyonal partilerinin, bir savaş aygıtından çok bir parlamenter aygıta benzeyen işçi partilerinin örgütlenme tarzı bunun tam tersidir. Onlarda ilk önce piramidin tepesi vardır. Sonra da kağıt üzerinde teorik olarak saptanmış sorumlulukların devredileceği organlar, şubeler ve kurullar aranır.

Bolşevik yöntemden her sapma kaçınılmaz olarak bürokrasiye, şekilciliğe, organ – kurul bolluğuna ama buna rağmen görev ve sorumlulukların ortada kalmasına ve örgütsel büyüme konusunda GERÇEK VE FİİLİ varolmaya dayanmayan bir kendi kendini aldatmaya yol açar.

Hepsinden önemlisi, örgütsel çalışmanın bütününe hükmetmeye muktedir parti yöneticileri bir türlü doğmaz. İyi ültimatomcular, kendi kendini aldatan iyi Don Kişotlar doğar, ama alt organların yerel özgüllüklerine ve pratik ihtiyaçlarına yabancı olmayan, yönetim sanatının inceliklerini kavramış örgütçüler, siyasi önderler ortaya çıkmaz. Çünkü yöneticiler bulundukları noktaya alt organların yerel koşullar ve faaliyetler dizisinden geçerek, onları aşıp geçerek, gelmemişlerdir.

Diğer yandan, daha aşağıdaki organlar kendilerine kağıt üzerinde verilen sorumlulukları bir türlü üstlenemezler. Görevlerini tam anlamıyla bilince çıkaramazlar. Çünkü görev ve sorumluluklar onlara kağıt üzerinde bir tasarının gereği olarak yüklenmiştir. Sindirile sindirile, özenle kendilerine mal edilmemiştir.

Lenin’in bir mektubunda dile getirdiği şu anlayış aslında bolşevik tipte bir parti için geneldir: ”Şunu aklından çıkarma! Profesyonel bir devrimci her bölgede bir dizi yeni irtibatlar kurar, daha aralarındayken işleri ellerine bırakır ve nutuk atarak değil, iş yaparak onları yetiştirir. Sonra başka bir yere gider, bir iki ay sonra yerine geçen gençleri denetlemek için geri gelir.” (Lenin, Mektuplar, s. 664 – 65)

Demek ki işe denetlemekten başlayan yönetici, sorunu tersinden ele alır ve kendi kendini aldatır. Sorunun özü şudur: Düzenli bir örgütsel büyüme ve parti çalışmasının kapsamının genişlemesini sağlamak için görevler ilk önce onların devredileceği kişilerle birlikte üstlenilmeli, onlar bu görevler için yetiştirilmeli ve hazırlanmalıdır. Sonra da yaratıcılıkları ve öz sorumlulukları geliştirilerek, kendi güçlerine dayanmaları sağlanarak işler onların ellerine bırakılmalıdır. Denetleme bundan sonra başlar. Başka türlüsü ”yalancı kumandanlık”tır. Öz sorumluluğun gelişmediği, görevlerin bilince çıkarılmadığı unsurlar üzerinde denetleme boş bir laftır.

Kuşkusuz hayatın kendisi çok daha zengin olduğu için pratikte bu örgütsel gelişme ve büyüme çizgisine uymayan pek çok durum çıkabilir. Ama o zaman, örgütlenmenin genel kuralına uymak için, telafi edilmek zorunda olan yönler asla gözden kaçırılmamalıdır.

Elbette parti hayatında özel bir önem taşıyan yönetim sorunları tek başına doğru bir büyüme ve gelişme çizgisi izlemekle çözümlenemez. Bunun da ötesinde bütünsel bir bilimsel yönetim politikasına sahip olmak şarttır. Doğru bir yönetim politikasının belli başlı esaslarını şöyle sıralayabiliriz:

1- Yönetim organları kadroları dikkatlice, yeteneklerinden tam kapasite yararlanılacak ve kendi gelişimlerini en iyi sağlayabilecek şekilde yerleştirmelidir.

2- Her yönetim organı sorumluluğunu üstlendiği alana ve yönettiği parti kademelerinin sorunlarına en ince ayrıntılarına kadar nüfuz etmelidir.

3- Yönetim esas olarak direktiflere, genelgelere değil; kadroların iknasına, doyurulmalarına, sorunların ve ihtiyaçların kendilerine mal edilmesine dayandırılmalıdır. En sıkı disiplinin ancak ikna olmuş, kuşkuları giderilmiş, yapılması gerekenler konusunda kendisine yeteri kadar açıklamalarda bulunulmuş, ne yapacağını bilen kadrolar üzerinde kurulabileceği her zaman hatırda tutulmalıdır.

4- Yönetim, yönetilen organların zaten bilince çıkardıkları ve kotardıkları görevlere işgüzarca müdahale etmek değildir. Yönetim sanatının bütün inceliği yönetilenlerin hatalarını, zaaflarını, teşvik edilmeleri gereken yönlerini dikkatle seçmek, bütün bu konularda kendilerine açılımlar getirmek ve gerekli hallerde işlerin üstesinden nasıl gelineceği konusunda kendilerine doğrudan destek olmaktır.

5- Şu ya da bu alt birimin sorumluluk alanına girmekle birlikte, özel önem taşıyan, genel niteliği ağır basan ve bu nedenle de birimin gücünü ve çalışma kapasitesini zaten aşan parti faaliyetlerine yönetim organları tarafından doğrudan el atılmalıdır. Bu gibi durumlarda sorumluluk ve yetki çiğneme saçmalığı bir kenara bırakılmalıdır.

6- Yönetici parti organı görevini asla koordinasyon sağlamaktan ibaret görmemelidir. Yönetici organ yönetimi altındaki parti örgütünün bütünü eliyle sürdüreceği kendi faaliyetlerine mutlaka sahip olmalıdır.

Örgütsel bolşevikleşme konusunda yapabileceğimiz genellemeler ve partimizin önündeki görevler kısaca bunlardır. Ancak bu yazıda sadece bir giriş yapılmış, konuya ilgi çekilmiş ve ilk bakışta göze çarpan yönler ele alınmıştır. Örgütlenme yöntemlerinde ileri düzeyde bir standartlaşma sağlamak için konu üzerinde tartışmayı sürdürmek, şimdiye kadarki tecrübelerden daha somut sonuçlar çıkarmak ve daha derinlemesine incelemeleri pratikte karşı karşıya bulunulan sorunlardan hareketle ortaya koymak şarttır.

MART 1981

Bölüme ait diğer yazılardan!

Hrant Dink Ve Timsahın Göz Yaşı! BARAN CEM

Hrant Dink Ve Timsahın Göz Yaşı14 yıl önce, 19 ocak 2007 tarihinde Hrant Dink Agos …